Hukuk ve insanlık için turnusol kağıdı olarak Gazze

Dr. Adnan Küçük/ Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi
3.11.2023

Dünyada kendi ülkesine tecavüzde bulunan bir ülkeye karşı direnç göstermenin terör olarak gösterildiği bir örnek yoktur. Mesela Almanya Fransa'nın sınırını geçip işgal ederek, “bu topraklara kendi vatandaşlarımı yerleştireceğim” dese, Fransa buna müsaade eder mi? Fransa bu işgale karşı çıksa, işgalci Almanya Fransa'yı teröristlikle suçlayabilir mi?


Hukuk ve insanlık için turnusol kağıdı olarak Gazze

Dünyada on yıllardır devlet görünümlü Siyonist emelleri olan korsan İsrail Yahudi örgütü zulmü, işgali, hadsizliği, canavarlığı yaşanıyor.

Burada Yahudi zulmünden kastım, Yahudileri topyekün suçlamak, itham altına almak değildir. Elbette ki her bir inanç mensuplarında vicdanlı olanlar vardır. Nitekim bu vicdana sahip olan çoğu Yahudi bu yaşanan vahşete, barbarlığa tepkilerini ortaya koyuyorlar.

Kaldı ki, dini inancımıza göre, hakikatte Yahudilik bir hak din, Tevrat da bir hak kitaptır. Bu dinin peygamberi olan Hz. Musa'nın peygamberliğine ve Tevrat'ın da hak kitap olduğuna bizler de iman ediyoruz. Bunlara iman etmeyen kişi, mümin ve Müslüman olamaz.

Burada üzerinde durmak istediğim bu hak dine mensup ya da bu hak dinin öngördüğü vicdanî, ahlâkî, insani değerlere sahip Yahudiler için bir sözüm yoktur. Bu insanlar, diğer her bir insan gibi masumdurlar, yeter ki haksızlık yapmasınlar.

Kaldı ki, muharref Yahudilik Dinine mensup olup da, başkalarının hukukuna saygılı olan, zulmetmeyen her bir kişi de, hukukun koruması altındadır. Çünkü Allah, Kur'an-ı Kerim'de "Sizin dininiz size, benim dinim de bana" demiştir.

Nitekim Hz. Peygamber zamanında Müslümanlar, Yahudiler ve Müşrikler arasında yapılan Medine Sözleşmesi'nde de benzer hükümler yer almış ve bu Sözleşmeye sadık kalan tüm Yahudiler ve Müşrikler tam bir güven içinde yaşamışlar, ihlal edenler sürülmüşlerdir.

Bu sebeple, burada bu yazımıza konu ve muhatap olanlar, her türlü insani değerleri reddeden, zulmeden, Siyonist emelleri olan Yahudilerle, bunların destekçilerdir.

Burada, zulüm yapanlarla bu zulme şerik olanlar var. Aslında zulüm bir Yahudi zulmü görünse de, bu zulme iştirak edenler, bu zulmün kimliğini daha da kapsamlı hale getiriyorlar.

Korsan yapılı İsrail, her bir saldırı döneminde barbarlıkta bir adım daha ileriye gidiyor.

Öne çıkan üç tutum

Dünya genelinde devletler ve toplumlar, bu gayrı insani politikalara karşı üç tür tutum sergiliyorlar:

Birincisi, bu zulmü tüm yönleriyle mutlak olarak destekleyenler ya da Filistin'de İsrail'e karşı haklı direniş gösterenlerin de hatalı olduğunu belirterek İsrail'i haklı bulanlar.

İkincisi bu zulümlere mutlak olarak karşı çıkanlar ve bu karşı çıkışlarını sağlam gerekçelerle temellendirenler ya da bu düzeyde olmasa da kendi haklarını savunan Filistinlileri haklı bulanlar.

Üçüncüsü, hiçbir tepki vermeyenler, ilgisizler, aslında her ikisinin de haksız tarafı var deyip, hakikatte ne yönde tepki verdikleri sarih olarak bilinmeyenler.

Kimlik belirlemesi

Bugün bir hakiki kimlik belirlemesi yapacağız. Yani bir kişinin ben "şu"yum demesi ile hakikatte o kişi o olmayabiliyor. Yani iddialarla olgular farklı olabiliyor.

Bir kişinin kendisi ya da bir başkası hakkındaki değerlendirmelerinin haklılığı, ancak fiili pratiklerle uyumlu ise isabetli olur.

Mesela, onlarca hırsızlık suçu işlediği kesinleşmiş mahkeme kararı ile kesin olarak sabit olan bir kişinin masum olduğu yönündeki iddialarında kesinlikle isabet yoktur.

Eskiden bazı eşkıyalar, kendi aralarında, masum kişileri, sırf eğlence olsun diye "ok atarak" ya da silahla öldürürler, daha sonra da "nasıl iyi atıcı mıyım"? diye yanındakilerin görüşlerini sorarlarmış. Yüzlerce bu şekilde vakaları olan bu eşkıya kişiler için "bu adamlar çok masumdurlar, kimseye zararları olmaz ve kesinlikle de olmamıştır" diyen kişiler, bu katil eşkıyaların zulümlerine manen ortak olmuş olurlar.

Gelelim, anlı, şanlı, ünlü, namlı olarak bilinen, lanse edilen, bu yönde algılar oluşturan insan hakları ve demokrasi kuruluşlarının Dünya Devletleri ile alakalı insan hakları, hürriyet, hukuk devleti, adalet, demokrasi vb. ölçütlü notlarına.

Freedom House, Hürriyet raporu aracılığıyla her yıl Dünyadaki 210 ülke ve bölgede insanların siyasi haklara ve sivil hürriyetlere erişimini derecelendiriyor. Bu derecelendirmeye göre, 100 puan üzerinden, İsrail 77, Amerika 83, İngiltere 93, Fransa 89, Almanya 94 puanla tam hür görülüyor, yani siyasi haklar ve sivil hürriyetler üst düzeyde muteber demektir.

Dolayısıyla bu rapora göre, medeni olarak bilinen bu ülkelerde insan hakları, hukuk devleti, demokrasi, evrensel değerler vb. skorlar en üst düzeyde görünüyor.

Başta The Economist olmak üzere daha başka bazı kuruluşlar da benzer içeriğe sahip raporlar hazırlıyorlar. Bu raporlarla Dünya genelinde mensubu oldukları ülkeler lehine algılar oluşturuyor, kendi liglerinde olmayanları hür olmayan, çağdışı ülkeler olarak ilan ediyorlar.

İnsanlık tarihinde Korsan Siyonist İsrail, muhtelif kereler kafası estikçe yerleşim yerlerini uluslararası hukuka aykırı şekilde genişletiyor, buna karşı gelenleri, direnenleri "terörist" ilan ediliyor. En ufak direnç göstermeye karşı mutlak bir taarruz gerçekleştiriyor.

Dünyada kendi ülkesine tecavüzde bulunan bir ülkeye karşı direnç göstermenin terör olarak gösterildiği bir örnek yoktur.

Mesela Almanya Fransa'nın sınırını geçip işgal ederek, "bu topraklara kendi vatandaşlarımı yerleştireceğim" dese, Fransa buna müsaade eder mi? Fransa bu işgale karşı çıksa, işgalci Almanya Fransa'yı teröristlikle suçlayabilir mi? Bu yönde bir suçlama, uluslararası hukuk nezdinde kabul görür mü?

Bütün bur soruların cevapları kesinlikle hayırdır.

Oysa İsrail sürekli Filistin topraklarını işgal ediyor, karşı çıkanları teröristlikle suçluyor. Direniş terör olarak değerlendirilince de, güya sözüm ona, hür, demokrat, hukuk devleti olarak bilinen tüm medeni(?!?!) memleketler topyekün İsrail'in arkasında duruyorlar.

Son Gazze saldırısında da benzer durum söz konusu.

Aslında, İsrail son Gazze saldırılarında camileri, kiliseyi bombalıyor, savunmasız çocukları, kadınları bombalayarak toplu katliamlar gerçekleştiriyor. Hastaneleri, hastanenin tüm çevrelerini bombalıyor, bu yolla tedavi ortamını ortadan kaldırıyor. Su, enerji, gıda, barınma gibi her türlü yaşama damarlarını kesiyor. Gazze'yi cezaevine çeviriyor, her 8 dakikada bir çocuğu katlediyor.

Amerikan Başkanı Biden "Ben bir Siyonist'im. Siyonist olmak için Yahudi olmanız gerekmez" diyerek, Amerikan Dışişleri Bakanı Antony Blinken "Ben bir Yahudi olarak da buradayım" diyerek insanlık katliamını gerçekleştiren Siyonist İsrail'e tam destek veriyorlar. Destekleri sadece sözle de kalmıyor, savaş gemilerini, askerlerini, generallerini gönderiyorlar. Diğer Batılı müstemlekeler de benzer desteği mutlak olarak veriyorlar, Filistinlilere yönelik en ufak desteğe hiçbir Batılı ülke müsamaha göstermiyor.

Bütün bu fiiller, aslında uluslararası mahkemede yargılama sebepleri. Ama bu mekanizmayı harekete geçirecek güçler, Siyonist Korsan İsrail'in mutlak destekçileri.

Gariban bir ülke benzer fiilleri gerçekleştirse çoktan uluslararası mahkemede yargılanmış ve cezasını da görmüştü.

Anlayacağınız, Siyonist İsrail ve mutlak destekçileri Amerika ve diğer müstemleke (sömürgeci) ülkelerin izin vermediği hiçbir ceza mekanizması işletilemiyor.

Bu güçlerin desteğini arkasına alan bir ya da birkaç ülke, en ağır insan hakları ihlallerini de gerçekleştirse, ülkeleri işgal de etseler, milyonları katletseler de, bu müstemlekeler nezdinde suçlu olanlar katiller değil, maktullerdir (katledilenler).

Korsan İsrail'in, bu politikaları haklılaştırmak için, zihni geri planında "arz-ı Mev'ud" yer alıyor. "Allah tarafından vaad edilen topraklar" olarak da nitelenen ve kapsamına Irak, Suriye, Ürdün, Kuveyt gibi ülkelerin tamamını, Türkiye ve İran'ın bir kısmını içine alan genişçe bir coğrafi alanı, her türlü işgal yoluyla elde etme politikası uyguluyor. Korsan İsrail, bu politikaların uygulanmasını kendisi için mutlak hak olarak biliyor ve bu bölgedeki ülkeleri de, Arz-ı Mev'ud'un işgalcileri olarak görüyor. Uluslararası hukukta böyle bir meşrulaştırma olmadığı halde, bu yöndeki politikalar, İsrail müttefiklerinden mutlak olarak destek görüyor.

İnsan hakları nerede?

Tam da burada şu soruyu sormak isterim:

Uluslararası kuruluşlarca, tam hür, demokrat, hukuk devleti, insan hakları ve diğer insani değerlerin en üst düzeyde teminat altında olduğu söylenen İsrail, Amerika ve diğer müstemleke ülkelerine göre, "İnsan hakları"ndan anlaşılan nedir? Bu bağlamda Filistinliler insan mıdır? PKK'lı olmayan Kürtler insan mıdır? Ülkelerini savunmak isteyen Suriyeliler insan mıdır? Siyonist İsrail'in menfaatleri ile uyumlu olmayanlar insan mıdır? Böcekleri öldürmekle bu insanları öldürmek arasında bir fark var mıdır ya da acaba akrebi, yılanı, sırtlanı öldürmek burada sayılanları öldürmeye kıyasla çok daha ağır bir ihlal midir?

Bu soruları elbette ki durduk yere sormuyorum.

Batılı müstemleke güçlerine göre, kendileri mutlak işgalci de olsalar, işgal ettikleri bölgelerde yaşayanlar direnç gösterdiklerinde terörist ve hayvandan daha aşağılık varlıklardır. Yani insan hakları tanımlaması bunları kapsamıyor. Hatta müstemleke güçleri nezdinde bunlar hayvanlardan daha aşağılık yaratıklardır.

O zaman şu belirlemeyi çok net yapmak icap ediyor.

Uluslararası kuruluşlarca tam hür, demokrat, hukuk devleti, insan hakları ve diğer insani değerlerin en üst düzeyde teminat altında olduğu söylenen İsrail, Amerika ve diğer müstemleke ülkelerine göre İnsan hakları tüm insanları kapsamıyor. Sadece kendilerinden olanları kapsıyor. Oysa bunun adı, insan hakları değil, sadece Batılı olanların haklarıdır.

Bu telakkinin temeli sosyal Darwinizm, neticesi de küresel kaostur.

Sosyal Darwinizm ve küresel kaos

Sosyal Darwinizme göre, hayat bir mücadeleden ibarettir, bu mücadelede sadece güçlüler haklıdır ve yaşayabilirler, zayıfların hayat hakkı yoktur. Başta Amerika olmak üzere tüm Batılı müstemleke güçlerle onların destekledikleri İsrail ve her türlü terör örgütleri, bu telakkiye göre, gücün sahibi olarak her türlü insani haklara sahiptirler ve bunlara karşı gelenler de mutlak olarak yok olmaya mahkûmdurlar. Bu anlayışın bir neticesi olarak, Batılı güçler, herhangi bir ülkeyi işgal etmeyi kendileri için hak biliyorlar. İşgal edilen ülke vatandaşlarından gelen direnç göstermeyi de teröristlik olarak değerlendiriyorlar.

Bu şartlarda, artık Uluslararası hukuk denilen şeyi, Müstemleke güçlerin tek başına korsanca belirledikleri kurallar oluşturuyor. Korsan devletler de, bu kuralları kendi menfaatlerine göre, günü birlik şekilde belirliyorlar. Bu vesileyle, kendilerinin uluslararası hukuk uzmanı olduğunu iddia edenler, ya gidip Amerika ve uşaklarının mutlak korsanlıklarını meşrulaştıran güruha dâhil olsunlar, ya da uluslararası hukuk diplomalarını yırtıp atsınlar.

Nihai değerlendirme

Dünya'da insan hakları ve hukuk devletini en vahşice ihlal edenler, Korsan İsrail ve arkasındaki müstemleke güçleridir.

Batılı müstemleke güçlerinin savundukları insan hakları teorisinin, tabii hak teorisi ile alakası ve uyumluluğu sıfırdır. Çünkü tabii insan hakları teorisine göre, insan hakları, Batılı olsun Doğulu olsun, Filistinli olsun Suriyeli olsun, Amerikalı olsun Afrikalı olsun, insan olan herkesin, insan olmak vasfından başka hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip oldukları haklardır. Batılı müstemleke güçlerinin pratikteki insan hakları anlayışı bu tanımla uyumlu değildir.

Gerçek insan hakları belgesi, esasen bundan 1401 sene önce Hz. Muhammed ve sahabeleri ile Medine'de yaşayan Yahudiler ve Müşrikler arasında imzalanan Medine Sözleşmesidir. Bu sözleşme ile tam bir toplumsal sözleşme imzalanmış ve bu yolla çoğulcu bir toplumsal yapı inşa edilmiş, Medine'de yaşayanlara hakları tam olarak tanınmıştır.

Günümüzdeki Batılı müstemleke güçleri, bundan 1401 sene önce kabul edilen bu sözleşmenin çok gerisinde oldukları gibi, böyle bir çoğulculuğu reddediyorlar da. Daha doğrusu, biz çoğulcuyuz diyorlar, ama kendilerinden olmayanları çoğulculuğun insan unsurları arasına dâhil etmiyorlar. Kısaca, Batılı müstemlekelerin çoğulculuğu, Medine Sözleşmesi ile inşa edilen çoğulculuğun çok gerisindedir. Ama iş lafa gelince gerçek çoğulculuğu inkar ederek kendi sahte çoğulculuklarını kutsallaştırıyorlar.

Nihai olarak belirtmek gerekirse, Batılı müstemleke güçleri artık medenilik, insan hakları, hukuk devleti, ahlakilik, dürüstlük gibi insani vasıfları çok daha belirgin şekilde kaybediyorlar. Bu ülkeler "turnusol kâğıdı" deneyinde, vahşet ve barbar sınıfına geçiyorlar.

Bu vasıfları kaybederek barbarlaşan Batılı müstemleke güçlerin geleceği hiç de parlak değildir. Bunun neticesi kaos ve yaşanamaz dünyadır.

Yaşanabilir bir dünyanın yeniden tesis edilmesi için, Beşli çetenin hegemonyasına son veren bir Birleşmiş Milletlerin yeni baştan inşa edilmesi gerekiyor. Aksi halde insanlık daha çok katliamlar, adaletsizlikler, işgaller, işgallere karşı dirençlerle karşılaşır. Bütün bunların sonucu da, ilerleyen teknolijiye bağlı olarak, ya mutlak güç tahakkümü, ya sürekli savaşlar ya da kıyametin kopmasıdır.

Son olarak ifade edeyim ki, bir söz var, "küfür devam eder, ama zulüm devam etmez". Bu vesileyle, zalim korsan İsrail ve müttefiklerinin zulümlerinin sonu yakın demektir.

"Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler" deyip, neticeyi bekleyelim. Bakalım yarınlar hangi hadiselere gebe. Umarım, zalimin zulmü biter de, dünya daha yaşanabilir hale gelir. İnsanlığın saadeti, Sosyal Darvinizm'de değil, sosyal dayanışmadadır; bunu idrak etmenin zamanı geldi; anlamayanlar da mutlaka bir gün bunu anlamak zorunda kalacaklardır.