Hukukçular kurtarıcımız mı?

1.01.2022

Amerika'da hukuk deyince Amerikalıların hukuk hakkındaki filmleri akla gelir hep. Harvard Hukukta İlk Yıl isimli kitap ise hukukun filmlerdeki bize gösterilen saygınlığının nereden geldiğini çok daha iyi anlamamızı sağlıyor: Okuldan!


Hukukçular kurtarıcımız mı?

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) yeni başkanı seçildi. Eski başkan Metin Feyzioğlu görevine veda ederken, yeni başkan Erinç Sağkan görevine başladı. Büyük bir değişim başlatacağı iddiasında olan Sağkan, seçim "sadece bir TBB seçimi olmaktan çıkmıştır. Ülkemizde son yıllarda insan hakları ihlallerinin arttığı, Anayasa Mahkemesi kararlarının, AİHM kararlarının uygulanmadığı ve tartışmaya açıldığı noktada TBB'ye yurttaşlarımızın çok ama çok ihtiyacı bulunmaktadır. Geçtiğimiz dönemde hukukun üstünlüğünün tesisi için yeterli çabayı sarf etmediğine inandığımız bir anlayışın sonuna gelmiş bulunuyoruz" dedi. Temennilerin yanı sıra bu zaferin elbette doğal olarak kutlamaları da yapıldı. Bir grup avukat "yolumuz devrim yolu, Gelin kardaşlar gelin, yurdumuz faşist dolmuş, Vurun kardaşlar vurun" diye sözleri olan bir MARŞ! söylediler. Açıkçası kutlama yapılmasına bir diyeceğim yok ama devrim naraları atan bir hukukçular grubu açıkçası beni düşündürüyor. Acaba liberal, muhafazakar ya da milliyetçi hatta anarşist görüşe mensup bir hukukçunun böyle bir Baro'da yeri olabilir mi diye sormaktan kendimi alamıyorum? Yeri olsa da nasıl bir yeri olabilir?

Ama onlar politikacı

Bu marşın Grup Yorum onu yorumlamadan ve sözlerini değiştirmeden önceki versiyonunu daha önce AK Parti gençleri okumuş, onlar okuyunca oluyor da biz okuyunca ne oluyor diye saçma sapan tartışmalar yapıldı. Onlar okuyabilir çünkü onlar politikacı, hukukçu değil. Kendi ideolojik kitlelerini temsil ediyorlar. Ama hukukçular politik ideolojilerden bağımsız evrensel hukuk ilkelerine bağlı oldukları iddiasındalar. Madem öyle bu iddianın tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Nitekim Sağkan'ın seçildiğinde ifade ettiği görüşlerin böyle bir hukuk anlayışına, yani evrensel hukuk anlayışına tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Bütün bunlar bir yana, bizde hukukçular hukuka her şeyin üstünde bir rol biçerken hukukun üstünlüğü meselesi artık Batı'da oldukça tartışılan bir mesele. Hukukun siyasi iktidardan tamamen bağımsız hareket etmesinin getireceği sakıncalar Batı'da en azından teorik düzlemde sıkça tartışılıyor. Hans Kelsen'in ortaya koyduğu pozitivist ve kerameti kendinden menkul "objektif" hukuk anlayışının malum eleştirilerini burada dile getirmeye lüzum bile yok.

Bu saygınlık nereden?

Bununla birlikte benim asıl üzerinde durmak istediğim konu hukuk eğitimiyle ilgili. Yukarıda sözünü ettiğim gelişmelerden dolayı ülkemizdeki hukuk eğitiminin durumu konusunda düşünmeye ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Geçenlerde hukuk hakkında şahane bir kitap elime geçti ve onu okumaktan bir türlü kendimi alamadım. Bir yandan uykumdan feragat edip diğer yandan biteceğinden korkarak yavaş yavaş okuduğumu söyleyebilirim. Kitabın ismi Harvard Hukukta İlk Yıl, yazarı Amerikalı yazar ve avukat Scott Turow. (Turow Scott, Harvard Hukukta İlk Yıl, çev. Ertuğrul Uzun, Lykeion Yayınevi, 2021) Turow'un dilimize çevrilmiş Savcı, Avukatlar, Babalarımızın Yasası gibi başka kitapları da var. Kendisi aynı zamanda roman yazarı. Harvard Hukukta İlk Yıl adlı eseri, adından da anlaşılacağı gibi yazarın Massachusetts Cambridge'deki Harvard Hukuk Fakültesi'ndeki hukuk okurken geçirdiği ilk yılı anlatıyor. Kitabı dilimize Ertuğrul Uzun çevirmiş. Fevkalade güzel bir çeviri. Yazarın hissiyatına tam anlamıyla dahil olabiliyorsunuz. Açıkçası Amerika'da hukuk deyince Amerikalıların hukuk hakkındaki filmleri akla gelir hep. Bu kitap ise hukukun filmlerdeki bize gösterilen saygınlığının nereden geldiğini çok daha iyi anlamamızı sağlıyor: Okuldan!

Buradaki Hukuk fakültesine ders vermeye giden bir hoca arkadaşım, devam zorunluluğu diye bir şey olmadığını dolayısıyla da öğrencilerin derslere çok fazla itibar etmediklerini, şehre bile sınavdan sınava gelenler olduğunu söylemişti. Açıkçası çok şaşırmıştım. Hukuk okuyorlar ama okula gelmiyorlar. Okuduğum kitapta aktarıldığına göre Harvard'da hocalardan birisi (Perini) daha ilk derste öğrencilere, "gelemedim", "çalışmadım" ve "bilmiyorum" kavramlarının lügatında olmadığını, bu mazaretleri kesinlikle kabul etmediğini söylüyor. Çok önemli bir mazareti olan öğrenci sadece hocanın sekreterine dersten çok önce bildirebiliyor. Zaten Harvard Hukuk Fakültesi'ne girebilmek için bizde olduğu gibi liseden gelmiyor (bizde on yedi, on sekiz yaşında! hukuk fakültesine kayıt olunuyor), öncelikle üniversitelerdeki bir bölümden lisans mezunu olmanız ve bu hukuk okulunun kendi sınavını geçmeniz gerekiyor. Kişiler lisans eğitimini bitirip hukukçu olmak için işlerinden ya da kariyerlerinden vazgeçerek zorlu bir sınavdan sonra Harvard hukuk fakültesine kaydoluyorlar. Mezun oldukları lisans not ortalaması çok önemli. Harvard'a girebilmeleri mezuniyet not ortalaması artı sınav sonucu ile hesaplanıyor. Mezun olduktan sonra da bulunulan eyaletin Baro sınavını geçmek ve iş bulmak gerekli. Öğrencilerin daha birinci sınıfta, inanılmaz derecede ağır ve zor bir çalışma yükü var. Yazar, hukuk fakültesinin ilk yılını bir hukukçunun meslek hayatı boyunca kendisine eşlik edecek bazı zihinsel alışkanlıkları kazandığı, bir dünya görüşü edindiği ve bir avukat gibi düşünmeyi öğrendiği dönem olarak tarif ediyor. Harvard'da dersler genellikle burada felsefe fakültelerinde karşılaştığımız "Sokratik Yöntem"le işleniyor. Yazar bazı hocaların öğrencileri sadece otuz saniye sorguya çekerken bazılarının ise onları tüm sınıfın karşısında elektrikli sandalyeye oturttuğunu söylüyor.

Kitapsız gelmek yok

Birinci sınıfta öğrenciler bir hafta öncesinden panoda hocanın asmış olduğu ödevin ve okunacak kitap bölümlerinin ne olduğunu öğreniyorlar ve derse ona göre hazırlanıyorlar. Sınıf bir tür amfi tiyatro şeklinde düzenlenmiş. Öğrencilerin oturma listeleri var ve herkes isminin olduğu yere oturuyor. Hocalar ellerindeki sınıf planına göre öğrencileri sorgulamak için derste kaldırıyorlar. Bazı hocalar sert bazı hocalar ise daha yumuşak sorgulamalar yapıyorlar. Hoca, sorusuna cevap veremeyen öğrencinin yanındakini kaldırıyor, o da cevap veremezse onun yanındakini... Öğrenciler bütün bir hafta harıl harıl ders çalışıyor, bu tempoyu yürütebilmek için kimileri uykularından kimileri ise sosyal hayatından taviz veriyor. Derslerde ağırlıklı olarak karar inceleme metodu, yani öğrencilerin hukuku derste sürekli olarak karar okuyup tartışarak öğrenmesi metodu kullanılıyor. Ayrıca öğrencilerin kütüphanelerde saatlerini harcadıkları araştırma ödevleri de hocalar tarafından veriliyor. Kitapsız kesinlikle derse gelmek yok. (Bizde kitap tavsiye ediyor diye hoca şikayet edilir!) Üstelik hukuk kitapları da oldukça pahalı. Kimileri kitapları ikinci elden daha ucuza temin etmek için eski kitapçıda sıraya giriyor. Öğrenciler gün boyu hukuk kitaplarıyla boğuşup içtihat özetleri çıkartıyorlar. Bir de girildiğinde çok fazla itibar kazandıran önemli bir hukuk dergisi var ve bu dergi öğrenciler, daha doğrusu seçme öğrenciler tarafından yayınlanıyor. Dergiye birinci sınıfta en yüksek notu olanlar ya da makale yarışmasını kazananlar giriyor. Bu dergiye girmenin çok büyük avantajları var, yazarın aktardığına göre isim yapmış büyük hukuk fakültelerinin hiçbirinde fakültedeyken hukuk dergisine girmemişsen kendine herhangi bir akademik kadro bulamıyorsun. Bu dergiye girenlerin çoğu Yüksek Mahkeme'de yargıç yardımcılığı yapıyor. Bu arada hemen söyleyelim; Harvard, Amerika'nın en eski hukuk okulu olarak, Amerikan hukukunun büyük isimlerinin pek çoğunu, yani Yüksek Mahkeme Yargıçları'nı, senatörleri hatta başkan da mezun eden bir okul.

Akademik not ortalaması

Elbette yazar eleştirilerini de yöneltiyor okulun eğitim sistemine. Acımasız, düz, doğrusal ve adım adım takip edilen bir düşünme sürecini öğreniyorduk ve burada etik sorunlara ve duygulara pek fazla yer yoktu diyor. Bir avukat gibi düşünmek şüpheci ve güvensiz olmayı gerektiriyordu diye de ekliyor. Bununla birlikte yazara göre hukuka olan sevgi ve ilgi bütün bu eziyeti değerli kılıyor. Fakültede bence en dikkat çeken şeyler akademik not ortalamasının iyi işler için baz alınması, öğrencilerin çalışma grupları oluşturmaları ve akademik bir dergiye girmek gibi oldukça zor aksiyonların bulunuşu. Bizde büyük şirketler dışında çok az kurum üniversite lisans not ortalamasına dikkat eder. Ortalamada sondakiyle baştakinin çok fazla farkı yoktur. Üniversiteler arası farklılıklar eşitlik adına göz ardı edilir. Halbuki okulunda başarılı olamamış birisi okulla ilişkili bir işe girdiğinde nasıl başarılı olacaktır?

Yine Harward'da öğrencileri hem daha çok çalışmaya hem de birbirleriyle rekabete zorlayan öğrenciler arası yarışmalar yapılıyor ve gerçek yargıç ve avukatların eşlik ettiği canlı mahkemeler kuruluyor. Sınavların ne kadar güç olduğunu, öğrencilerin ne kadar çalışmak zorunda olduklarını ifade etmeye bile gerek yok. Dahasını öğrenmek istiyorsanız kitabı alıp okumanızı tavsiye ederim. Özellikle hukuka meraklı arkadaşlar için kitap ilginç bir deneyim yaşatabilir.

Diyeceğim o ki, hukuk eğitimi devam zorunluluğunun bile olmadığı basit bir eğitim değildir ve olmamalıdır. En azından hukuk eğitimi konusunda bizim bir "Harward'ımız var mı? Yoksa niye yok?" diye kendimize sormak zorundayız. Ayrıca hukuk eğitiminin ne kadar özel bir eğitim olması gerektiğini, hukukla ilgili temel sorunlarımızın hukuk eğitimine eğilmeden çözülmesinin mümkün olmadığını da teslim etmek gerekir.

[email protected]