Hukukun bağımsızlığı ve tarafsızlığı mı yargı yönetimi mi?

Mahmut Özbay/Hukukçu
10.05.2014

Hükümeti ve TBMM’yi yani milli iradeyi dışlayan ve HSYK oluşumunda bürokratik oligarşiyi hakim kılan yapılanma, Türkiye’yi Jüristokrasiye-hakimler devleti oluşumuna götürür. Bu yapı, çoğu kez Anayasa ve yasalarla kendisine verilen yetkileri kendi kendine genişleterek hukuka aykırı şekilde yasama ve yürütmeye yetki gaspı ile müdahale etmiştir.


Hukukun bağımsızlığı ve tarafsızlığı mı yargı yönetimi mi?

Adalet mülkün temelidir, denilmiştir. Adaleti gerçekleştiren, dağıtan yargı kurumu; sağlıklı, demokratik ve adil olabildiği taktirde ülkede, yönetimde huzur ve güven oluşur. Cumhuriyet döneminde yargı hep sancılı olagelmiştir. İnkılapları yerleştirme kaygısıyla kurulan olağandışı “İstiklal Mahkemeleri”, 1960 İhtilali’nden sonra cuntanın emriyle ve dönemin başbakan ve bakanlarını idam etmek talimatıyla kurulan “Yassıada Mahkemesi”, 1971/12 Mart muhtırası sonrası ve 1980/12 Eylül askeri darbesi sonrası kurulan sıkıyönetim mahkemeleri, 28 Şubat post-modern darbe sonrası yargı üzerinde oluşan askeri vesayet,  yargının sancılı vesayet dönemleridir. 

Bu dönemler, ilk derece mahkemelerinin, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği temel insan hak ve hürriyetlerini yok sayan, antidemokratik karar örnekleriyle doludur.

Hüküm cümlesi olarak yargı, milletin iradesi ile çelişen, hukuku, insan haklarını, demokratik değerleri hiçe sayan vesayet kurumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kasım 2002 tarihinden itibaren işbaşına gelen Ak Parti Hükümetleri, aşama aşama yargı üzerindeki vesayeti kaldırmaya, yargıyı demokratik meşruiyet zemini üzerinde tesis etmeye çaba göstermiştir. OHAL ve DGM’lerin kaldırılması, Ceza Muhakemesi Kanunu, Yeni Türk Ceza Kanunu, AB uyum yasaları olarak anılan benzeri yasal düzenlemelerden sonra 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğiyle AYM ve HSYK’nın yeniden düzenlenmesi, Askeri Mahkemelerin ve ordu bürokrasisinin görev ve yetki alanlarının yeniden düzenlenmesi, yargı üzerindeki bürokratik vesayeti günün şartlarına göre azaltmıştır. Ancak, 17 ve 25 Aralık “yargı operasyonu” olarak anılan gelişmeler ve öncesinde 7 Şubat 2012 tarihli yargıdaki bilinen yapının yetki hududunu zorlayan MİT operasyonu, Türkiye’de ileriye dönük ciddi siyasi-ekonomik ve yargısal sonuçlar doğuran başka bir vesayeti ortaya çıkarmıştır. Bu operasyonlar, aynı zamanda aylar ve yıllar süren yargıdaki ve yargılamanın ön hazırlık aşamasını oluşturan emniyet teşkilatındaki paralel yapılanmayı/cemaat dayanışmasını ortaya çıkarmıştır. Başka bir deyişle, 2010 Anayasa değişikliğinden önce var olan yargı üzerindeki askeri ve bürokratik vesayet, yerini cemaat vesayetine bırakmıştır.

Bunun başlıca nedeni, 2010 Anayasa değişikliğinde, AYM ve HSYK’nın oluşumunda milli iradeye, yani milli iradenin tecelligahı olan TBMM’ne gerekli önemin ve ağırlığın verilmemesidir. Zira 2010 Anayasa değişikliğinde 17 üyeli Anayasa Mahkemesi’nin sadece üç üyesi TBMM tarafından seçilebilmekte, HSYK üyeliğine ise, TBMM hiç üye seçememektedir. Bu durum, demokratik meşruiyet kuralına aykırıdır.

Anayasanın 6. maddesinde, Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, milletin egemenlik yetkisini anayasal organları eliyle kullanacağı, Anayasanın 7, 8 ve 9. maddelerde ise yasama yetkisinin TBMM’ce, yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, yargı yetkisinin ise bağımsız mahkemelerce, Türk Milleti adına kullanılacağı hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan, yargının demokratik meşruiyetinin sağlanması açısından yargı erkini idare eden HSYK üyelerinin en az yarısının TBMM tarafından seçilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Zira “bürokratik anayasa” olarak tanımlanan 1961 Anayasasında dahi Hakimler Yüksek Kurulu üyelerinin ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin 1/3’ünü TBMM seçmekte idi. Ayrıca ABD başta olmak üzere AB ülkelerinde HSYK karşılığı olan yüksek yargı kurulları, ağırlıklı olarak parlamentolar ve hükümetler tarafından oluşturulmaktadır.

Batı’da HSYK modelleri

Örneğin,  ABD’de Federal Mahkeme üyeleri ve Bölge Mahkemesi üyelerinin tamamı Senato tarafından seçilerek Başkan tarafından atanır. Eyaletlerde ise; 38 eyalette hakimler doğrudan halk tarafından seçilir. İsviçre’de hakimler halk tarafından seçilmektedir. Diğer Avrupa ülkelerinde üç ayrı sistem uygulanmakta olup; hakimlerin atanmaları, disiplin işlemleri ve özlük hakları konusunda yetkili Yüksek Yargı Kurulları; İngiltere, İsveç, Avusturya ve Çek Cumhuriyetinde münhasıran Yürütme organınca yani hükümet tarafından; Hollanda, Almanya, Letonya, Litvanya, Belçika, Polonya ve İrlanda da parlamento ve yürüme organınca; Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya, Estonya ve Macaristan da ise, yasama-yargı ve yürütme organlarınca oluşturulmaktadır. Netice olarak, Türkiye gibi, parlamentonun ve hükümetlerin, yargı yönetimi (HSYK) oluşumunda bulunmadığı bir demokratik batı ülkesi yoktur.

Hükümeti ve TBMM’yi yani milli iradeyi dışlayan ve HSYK oluşumunda bürokratik oligarşiyi hakim kılan yapılanma, Türkiye’yi Jüristokrasiye- Hakimler devleti oluşumuna götürür ve götürmektedir de. Bu jüristokratik yapı, çoğu kez Anayasa ve yasalarla kendisine verilen yetkileri kendi kendine genişleterek hukuka aykırı şekilde yasama ve yürütmeye yetki gaspı ile müdahale etmiştir. Nitekim, gerek kişisel başvurular konusunda, yargısal başvuru yollarının tüketilmesi ön şartını yok sayarak, Türk Yargısının kararlarını uygulamayan uluslararası internet şirketlerinin sitelerinin başvurularını yürütme organı aleyhine kabul kararı veren ve geçmişte iktidar Partisini kapatmaya ramak bırakan, başörtüsü gibi, insan haklarını genişleten Anayasa değişikliklerini, Anayasadaki yetkilerini çiğneyerek iptal eden, geçmişi hukuk ihlalleriyle dolu Anayasa Mahkemesi uygulamaları; gerekse, geçmişte Genel Kurmayda 28 şubat döneminde brifing alan yargı bürokrasisini oluşturan sol ve mezhepçi HSYK, ilk derece ve Temyiz Mahkemeleri, milli iradeyi hiçe sayarak insan hakkı ihlalleri bakımından topluma çok sıkıntılı yıllar yaşatmıştır. En son olarak bu günlerde HSYK konusunda, Anayasanın yasal düzenleme yapma yetkisi verdiği TBMM’nin çıkardığı yasayı AYM’nin iptal etmesi de zikredilebilir.

HSYK nasıl olmalı?

Geçmişte olduğu gibi, Yargıda belli bir görüşü temsil edenlerin çoğunluğu sağlayarak yada Adalet Bakanlığı ve HSYK da dayanışma ve yapılanmaya giderek yargıyı belli bir gurubun vesayetine ve baskısına bırakmamanın yolu, Anayasa değişikliğine gidilerek HSYK’nın yapısını yeniden belirlemektir. Önerimiz, Batı’daki üçlü sistem, yani HSYK’nın, Yasama-Yürütme ve Yargı erkleri tarafından oluşturulmasıdır. İlk derece Mahkemeleri ve Yüksek Yargı mensuplarından HSYK’nın bir kısım üyelerinin seçilmesi, Hükümet tarafından ve Cumhurbaşkanınca bir kısım üyelerinin belirlenmesi yanında 1961 Anayasasında olduğu gibi, en azından Kurulun üçte bir üyesi, TBMM tarafından hukukçu kimliği olanlar arasından seçilmelidir. Aynı öneriyi, 2007 yılında AK Parti TBMM gurup Bşk. Vekilliğinin talebi üzerine sunmuştum. Seçim usulü olarak, RTÜK modeli ya da nitelikli çoğunluk tarafından seçilmesi usulleri tartışılabilir.

Anayasa değişikliği konusunda mümkünse, tüm TBMM’de gurubu bulunan partilerle anlaşarak, mümkün olmaması halinde ise MHP ile mutlaka anlaşma yoluna gidilmelidir. Ve bunun mutlaka Cumhurbaşkanlığı seçiminden ve dönemi bitmek üzere olan HSYK seçiminden önce ivedilikle gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünmekteyim.

[email protected]