“Selfi” filminde niçin hep gündemde olmasını “İşimi şansa bırakmadım” diyerek açıklıyor Hülya Avşar. Ancak şurası açık ki hep rakamlarla ölçülebilen başarılara talip olan biri için 2 bin 487 kişinin izlediği bir filme imza atmak pek de anlamlı bir netice değil.
Suavi Kemal Yazgıç / Yazar
Dilara Haraççı’yı hatırlıyor muyuz? Ben şahsen hatırlamıyorum. Hülya Avşar’ın evli olduğu anlaşınca geri alınan güzellik kraliçeğini o sene kazanan kişi Dilara Hanım. Onu hatırlamıyoruz. Tıpkı 1982 yahut 1984 yılında seçilen güzellik kraliçelerini hatırlamadığımız gibi. Hülya Avşar ise “taçsızlığına” sebep olan kural ihlaliyle hayatımızın ve hafızamızın bir parçası haline geldi. Meşhur olup “yırtmak” için her şeyi göze alan bir kadın olarak unutabilirdik onu. Ancak mesele o kadar basit değildi. O yıldan bugüne kimi zaman sözleriyle, kimi zaman davranışlarıyla hep skandal patlattı Avşar kızı. Gündemde olmak onun için bir ip cambazının ip üstünde kalması kadar hayati bir meseleydi. Bu meseleyi fazlasıyla ciddiye aldı Avşar ve bulduğu skandal çözümler sayesinde hafızamızı bir türlü kendisinden mahrum bırakmadı.
Hülya Avşar’ın şöhretinin başlangıcı, bir geçiş dönemine denk düştü. Yeşilçam, 1970’lerin son yıllarında başlayan seks filmleri furyasıyla çökmüştü. O furya bittikten sonra yeni bir dönem başlamıştı. Ancak yeni dönemin “kadın oyuncu” kadrosu niş bir alandı. Hülya Avşar, bu boşlukta birden pek çok filmde oynayan kişi oldu. VHS patlaması ile başlayan video kaseti satışı da bir film rüzgârı başlattı ve bu da Avşar kızının yelkenlerini şişirdi ve gemisini yürüttü.
Hülya Avşar ne yapmadı?
Hülya Avşar; sinema filmlerinde oynadı, senaryo yazdı, yönetmenlik yaptı, şarkı söyledi, köşe yazarlığı yaptı, kitap yazdı, “Hülya” isminde bir dergi yayınladı, televizyonda program yaptı, ekran yarışmalarında jüri üyesi olarak gördük onu, tenis oynadı. Çok şey yapmış olmak Hülya Avşar için her zaman ne yaptığından ve nasıl yaptığından daha önemli oldu. (Eminim bu liste eksik kalmıştır. Okurlarımdan bu listedeki eksiklerden dolayı peşinen özür dilerim.) O hep rakamlarla ölçülebilen başarılara talip oldu. Rakamları etkilemek için filmlerini, şarkılarını magazin skandallarıyla besledi. “Bu Gece Uzun Olacak” klibindeki hareketi, televizyon programına konuk olan Ricky Martin’in poposunu ellemesi hep Hülya Avşar’ın bir şeyler yapmaya devam ettiğini bize hatırlattı. Temel hedef konuşulmak, unutulmamak için her şeyin ve her sözün mübah olmasıydı. Bugünlerde Hülya Avşar’ı kendisi hakkında yaptığı “peçelilere öcü demiştim” ifşasıyla konuşuyorsak bu da onun unutulmama gayretkeşliğinden kaynaklanıyor. Yazdığı, yönettiği ve oynadığı “Selfi” filminde niçin hep gündemde olmasını “İşimi şansa bırakmadım” diyerek açıklıyor Hülya Avşar. Ancak şurası açık ki hep rakamlarla ölçülebilen başarılara talip olan biri için 2487 kişinin izlediği bir filme imza atmak pek de anlamlı bir netice değil.
Peki, Hülya Avşar kültür endüstrimizden neye denk düşüyor? Bu soruya cevap vermek için bir “flashback” yapmakta fayda var. Evvelden sanatçılar vardı. Herkes bu gruba giremezdi. Evet, kalitesi ve ölçütleri tartışmalıydı ama kendine göre bir seçme, eleme ve değerlendirme sistemi yürürlükteydi. Bir sanatı icra etme iddiasında olan insanlar vardı en azından. Sonra starlar geldi. Niçin insanlar birilerini yahut kendilerini star ilan etmek zorunda hissetiler? Çünkü “sanatçılar” öyle çoğaldılar ki içlerinden bazıları gürültüden fark edilebilmek için starlıklarını ilan etmek, ilan ettirmek zorunda kaldı. Sanatın ve sanatçının değeri düşmüş basının yerini medya almıştı. Medyanın da reyting veya tiraj alması için ışığı kendinden menkul yıldızlara ihtiyacı yoktu. Çünkü starı görünür kılan projektörlere sahipti. Star olmak yetmedi bir de süper star bile çıkardı bu millet bağrından. Sonra besbelli starlar da çoğaldı ve yıldız savaşlarının ardından sıra kendini marka ilan etmeye geldi. Sanatçı fildişi kulesindeydi, star ise göğün ulaşılmaz yüksekliğinde. Ya marka? Bu sorunun cevabı gün gibi aşikâr değil mi? Marketteki rafında elbette. Yani piyasaya, tüketiciye, tüketime en yakın noktada. Nitekim sonra başka markalar çıktı ve bir ürün olarak Hülya Avşar daha gözden uzak raflara nakledildi. Bu Avşar kızının hayatta tahammül edemeyeceği bir gelişme idi.
‘O bir marka’
Hülya Avşar nasıl bir marka idi. Biraz kitap karıştırmakta fayda var. 2003 yılında yayınlanan “O Bir Marka” kitabına imza atmak da evvelemirde sinema “sanatçısı” olan daha sonra kaset yapıp “starlaşan” ve magazin ve reklam filmlerinde “markalaşan” Hülya Avşar’a nasip oldu elbette.
Peki, Hülya Avşar’ın bugünkü marka değeri ne kadardır? Sanatçı olma fırsatını teğet geçen, starlığı bir kara deliğe dönüşen çıkan yeni markalarla rekabet gücü kalmayan Hülya Avşar, eski taktiklerini kullanarak onu hatırlamama hakkımızı çiğnemeye başlamıştır. Hâlbuki onu şimdi unutabilsek gelecek kuşakların onu şimdikinden daha iyi hatırlama imkânı doğacaktı. Avşar kızı öncelikle bu imkânı tepmektedir. Kendisini unutturmamak için söylediği her söz onun negatif imajını parlatmaktadır çünkü.
Hülya Avşar kitabı çıktığı günlerde imza günlerinde kullanılmak üzere bir kaşe yaptırmıştı. İmzası marka değerini olumsuz etkiliyordu besbelli. “Bir gün benden güzeli çıktığında ikinciliğe düştüğümü ilk ben açıklayacağım” demişti kitabında. Acaba bu konuda bir açıklama yaptı mı yoksa kendini hâlâ birincilik kürsüsünde mi görüyor? Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Avşar kızı gerçekten bir sosyolojik tez konusu ama onun yerinde olsaydım bu özelliğimi kitabımın tanıtımında kullanmazdım. Çünkü bir fenomen, bir vaka, bir araştırma nesnesi; konusu olmak beni rahatsız ederdi. Kendimi laboratuvar koşullarında bilime hizmet eden bir kobay gibi hissederdim zira. Fakat Hülya Hanım da duruşuyla sosyal bilimcileri göreve çağırır gibi davranıyor. Yani kendisine biçilen rolü benimsemiş. En önemlisi de fotoğraflarının fotoşopla rötuşlanması gibi fikirleri de zihni fotoşop da gözden geçmiş ve reyting, gündem ve tiraj toplaması için özenle seçilmiş kelimelerden oluşuyor ve Hülya Avşar’ın kendisini ifade etmek için kaleme aldığı sinopsis; bu sinopsisin senaryolaşmış hali; kelimenin tam anlamıyla sosyologları seferber edecek veriler yığınını bünyesinde barındırıyor. Hülya Avşar ne yapsa marka değerini yükseltmek için yaptı senelerce. Eski magazin sayfaları da onu en akıllı kadın ilan edip yelkenlerini şişirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ancak yarış çok acımasızdı ve Avşar kızı eski günlerinin çok gerisinde. Bu metinde sık sık eski günlerine atıfta bulunma sebebim biraz da bıundan. Onun şimdi yaptıkları eskiden beri yaptıklarıyla içerik olarak değil ama yöntem olarak tutarlı. O bahisleri hep yüksek tutuyor. Eskiden bu sayede çok kazanıyordu. Şimdi aynı sebeple çok kaybediyor.
‘Kuran kursuna gittim’
Nitekim bir akademisyen-gazeteciyle diyaloğu da oldukça “verimli”. Yıllar sonra gündeme gelecek “öcü” herzesinin bu soru cevap eşliğinde okumanızı tavsiye ediyorum. “Finlandiyalı bir yazar sizinle röportaj yaptı. Sizi Müslümanlığı en iyi temsil eden 12 kadından biri seçti... Siz Müslümanlığı temsil ettiğinizi düşünüyor musunuz, bu açık kafayla? Hülya Avşar: Ben sonuna kadar Müslüman’ım. Bir kere Kuran kursuna gitmiş biriyim. İkincisi annem hafız... Müslüman kadını en iyi temsil edenlerden biri miyim onu bilemem. Onu Allah bilir. Ama ben Müslüman’ım. Sadece din ve devlet işlerini karıştırmamak konusunda hem fikirim... Yeri geldiğinde bir bardan şarabımı da içiyorum ama namaz da kılıyorum... Bikinimi de giyerim duamı da okurum, okumam o kimseyi ilgilendirmez ama ben bir Müs-lüman’ım... Soru: Başımı örterim kimseyi ilgilendirmez mi diyorsunuz? Avşar: Başımı örtmenin Müs-lümanlıkla ilgisi olmadığına inanıyorum. Ama örtenlere de kendileri bilir diyorum. Soru: Saygı duyuyorum diyorsunuz. Avşar: Başı örtülü arkadaşlarım var. Çok şey öğrendiğim başörtülü insanlar da var. Ama bir gerçeklik var ki, başörtünün sadece dışarıya karşı ben Müslüman’ım demek için yapılan bir şey olduğuna inanıyorum.”
Bunu bilirim, bunu söylerim. Hülya Avşar’ı unutma hakkımız elimizden alınmamalı!