Hür tefekkürün kaleleri değil hür teşebbüsün kuyuları

Mustafa Çiftçi / Yazar
17.04.2020

Sizlere başarısız dergi maceralarından bahsetmek niyetindeyim. Çünkü dergi çıkarmak sanatçı batırıcı bir işleve sahip memleketimizde. Ve belki yazıyı bir okuyan olur da vazgeçer dergi sevdasından.


Hür tefekkürün kaleleri değil hür teşebbüsün kuyuları

Bazı sanatçılar kendince çağrılarla bizi evde tutmaya çalışıyor. Beste yapan var. Besteler tutulur, tutulmaz o ayrı fakat işte emek verilmiş. Saçı sakalı ağarmış, dede olmuş sanatçılar da var. Çocuk yaşta olanlar da. Hatta bir sanatçımız karpuzdan maske yapıp bestesini okuyarak, “...evde kalın ne olur.” demiş. Karpuzu maske yapacak kadar bol bulması da bir kıymetli ayrıntı ama ne yaparsınız sanatçının niyeti hayır, akıbeti de hayır olur inşaallah...

Ben bu hafta böylesi bir çağrı ile karşınızda değilim. Sizlere başarısız dergi maceralarından bahsetmek niyetindeyim. Çünkü dergi çıkarmak sanatçı batırıcı bir işleve sahip memleketimizde. Ve belki yazıyı bir okuyan olur da vazgeçer dergi sevdasından. Dergilere, “Hür tefekkürün kaleleri” diyen üstada rahmet dilerek diyorum ki artık dergiler “Hür teşebbüsün kuyuları” durumundadır.

Kimse inanmadı

Kendi tecrübemden bahsederek başlayayım. Henüz on yaşında bile değildim. Apartmanda gazete çıkarmak derdindeydim. Apartmanda ilanların yapıştırıldığı yer duvar gazetesi şeklinde mi olsun yoksa fotokopi marifetiyle çoğaltıp dairelere mi dağıtalım kararsızdım. Kararsızlığımda yalnızlığımın da etkisi çoktu. Çünkü kimse bu projeye inanmıyordu. Çabalarım sonunda ancak bir kişi bulabilmiştim. Kendisinin ismini böyle başarısız bir projede anıp da mahcup etmek istemem. Mesela Ayşe olsun gazetemizin tek çalışanının adı. Ayşe’ye planımı anlattığımda heyecanlandı mıydı hatırlamıyorum. Aklımda sadece Ayşe’nin renkli kalemler ve kağıtlar hazırladığı kalmış. O zamandan kanaat getirmiştim ki kızlar bir projeye inanmışlarsa tüm kalemlerini çıkarıyorlar ortaya.

Kalem kağıt sıkıntımız yoktu ama dergi nasıl olmalıydı sorusu bizi perişan etmişti. Çünkü duvar gazetesi olunca geniş kitlelere ulaşabiliyorduk ama mahallenin sıpaları yırtardı gazetemizi bu kesindi yani. Evlere dağıtacak olsak bu sefer de gazetemizin fotokopi masrafı çok oluyordu.

Tabii sadece dağıtım problemimiz yoktu. Gazetenin muhtevası da bir başka meseleydi. Çünkü tek çalışanım Ayşe içerik üretemiyordu. Sadece bana yardım ediyordu. Ama hangi konuda yardım ediyordu hatırımda kalmamış. Belki de sadece varlığı yetiyordu beni cesaretlendirmeye. Neyse işte gazetemiz yukarıda saymaya gayret ettiğim sıkıntıları aşıp da yayın hayatına merhaba diyemedi. Kaldı ortada canım proje.

Taşlı, dikenli bir yol

Benim ilk matbuat hatıram budur. Matbuatta ömür geçirenlerin bile hatıralarını yazılmaya değer görmediği bir ortamda el kadar bir yavru iken başımdan geçen bu hikayeciği neden anlatmak lüzumunu hissettim. Anlatmak istediğim, bendeniz küçük yaştan beri yayıncılık hayalini yaşatmış ve o motivasyonla iletişim fakültesini okumuştur. Bir diğer sebep ise matbuatın ne kadar taşlı dikenli bir yol olduğunu anlatmak istememdir.

Küçük yaşta aldım sazı elime diyen ozanlar kadar olmasa da ben de küçük yaşımda basılı bir şey çıkarmanın ne kadar tılsımlı ve bir o kadar zor bir iş olduğunu anlamıştım.

Şimdi ikinci matbuat hatırama geçelim. Artık yaşımı başımı almış, evlenmiş çoluk çocuk sahibi bir adam olmuştum. Taşrada yaşıyordum. Okumak yazmak meselesinin peşinde zamanım ve param yettiğince koşuyordum. Bir dergimiz olsun orada okur-yazar insanalar yetişsin, bir kültür mahfili olsun hevesleriyle dergi çıkarmaya heves ettim. Memur çocuğu olduğum için işin mevzuat kısmına baktım hemen. Ve gördüm ki basın savcısından izin almak gerekiyor. Daha doğrusu izin gibi değil de haberdar etmek gibi bir vazifesi var matbuatın. Ben de vazifemi yapayım diye adliyeye gittim. Liseden arkadaşım orada memur olduğu için onun yanına vardım. Durumu anlattım. “O iş kolay ne içersin onu söyle.” dedi. “Çay içerim” dedim. Çay gelene kadar lafladık sağdan soldan. Orada dikkatimi çeken arkadaşım ne dergisi çıkarıyorsun, niye böyle bir işe giriyorsun gibisinden hiç soru sormadı. Sanki her hafta bir arkadaşı dergi çıkarıyor gibi rahat idi. Orada biraz incindim. Beni heyecanlandıran bu derginin arkadaşımda hiç bir kıpırtıya sebep olmaması beni incitti.

Gözlüklü püskevit bebesi

Neyse biz çayı içerken basın savcımız geldi. Arkadaş dört büklüm oldu. Kapıyı tıklattı ve beni usulca içeri saldı. Basın savcımız bana bakmadan önündeki dosya ile alakadar olarak bazı sorular sordu. Ama ne sordu hatırımda kalmamış. Lakin, “...nereden icap etti bu dergi işi?” der gibi olduğunu hatırlıyorum. Ben de taşrada yaşadığımızı. Kültür hayatımızın pek renksiz olduğunu ve böyle bir derginin bir kültür ortamı oluşturması umuduyla yola çıktığımızı anlatmış olmalıyım. Savcımız dediklerime pek itibar etmedi. Dergimizin anarşik bir şey olup olmadığı ile alakalı konuştu biraz. Bir de benim tipime bakarak mana çıkarmış ve gözlüklü bir püskevit bebesi biri olarak ne kadar anarşik olabileceğimi de hesaba katarak hayırlı olsun dedi. Çıktık odadan. Arkadaş yine dergi ile alakadar olmadı. Sadece; “...tamam mı?” dedi “...tamam herhalde” dedim sarıldık birbirimize. Ve ben kendimi yıllarını matbuata vermiş usta gazetecilerin devletle muhatap olduğu sahnelerden bir benzerini yaşamış biri olarak indim adliyenin merdivenlerinden.

Laf lafı açıyor lakin bu haftalık bu kadar olsun matbuat hatıralarım devam edecek. Sağlıkla kalın...

[email protected]