İbn Haldun’u keşfetmek!

AÇIKGÖRÜŞ KİTAPLIĞI/MURAT GÜZEL
13.10.2012

Batı’da ancak 19. yy’da bilim kimliği kazanan tarihin temellerinin daha 14. yy’da Mağripli bir Müslüman tarihçi tarafından atıldığını öğrendiklerinde, Batılılar buna inanmak istemedi.


İbn Haldun’u keşfetmek!

Asya, Afrika ve Avrupa’nın en önemli uygarlıklarını yaratmış olan Eski Dünya’da, Akdeniz havzasının özel bir yeri vardır. İslam ve Hıristiyan uygarlıkları, Çin ve Hint uygarlıklarına göre birbirleriyle çok daha yakın ilişkiler kurmuşlarsa, bunda Akdeniz’in birleştirici rolünün payı büyüktür. Ayrıca İslam uygarlığının, kendisinden önceki Helenistik uygarlığı, orijinal bir sentezle Hıristiyan dünyasına aktararak Eski Dünya ile Yeni Dünya arasında köprü oluşturduğunu da unutmamak gerekir. İbn Haldun bütün bu birikimlerin doruğunda, İslam uygarlığının, sönmeden önce tüm dünyayı aydınlatan bir feneri gibi parlamaktadır. Özellikle yazdığı Mukaddime ile sadece tarih bilimine değil, tarih felsefesine de incelikli anlamlar katan, İslam uygarlığının kendisine miras bıraktığı fikri geleneği bir üst aşamada işleyen İbn Haldun’un halen yeterince anlaşılmadığını söyleyebiliriz.

Batı’da ancak XIX. yüzyılda bir bilim kimliği kazanan tarih biliminin temellerinin, daha XIV. yüzyılda Kuzey Afrika’da, Mağribli bir Müslüman tarihçi tarafından atıldığını öğrendiklerinde, Batılılar buna inanmak istemediler. XIX. yüzyılın Avrupa merkezli sömürgeci ideolojisi, Batı uygarlığını bir mucize olarak sunmak peşindeyken, içinden geldiği, ama artık hegemonyası altında tuttuğu bir dünyaya borçlu kalmak istemiyordu.

Yves Lacoste, İbn Haldun incelemesini kaleme alırken, bir yandan, Batı’ya XIX. yüzyıldan beri unuttuğu bu eski borcunu hatırlatmayı, bir yandan da 1945-1970 döneminin iyimser ortamında seslerini yükseltmek şansını bulan Üçüncü Dünya ülkelerinin geçmişi ile, Mağribli tarihçinin yapıtı arasında paralellikler kurmayı amaçlamıştı.

Oryantalist önyargılar

Arap Baharı’nın yaşandığı bugünlerde bir yandan İslam toplumlarına dönük oryantalist önyargıların tekrar kabardığına şahitlik etmekteyiz; öte yandan, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde gelişen toplumsal hareketlerin tarihsel öncüllerine ilişkin kapsayıcı araştırmalara muhtaç durumdayız. Bu ayrıntılı çalışmaların öncelikle zihinlerimizde çökelmiş halde bulunan oryantalist klişe ve kalıntıları yerinden etmesi beklenir.

Yves Lacoste’un İbni Haldun adlı incelemesini, aradan geçen otuz beş yıla rağmen hala taze tutan şey elbette benimsediği önyargısız bakış. İbn Haldun hakkında belki derinlik ve kapsayıcılık olarak yetersiz bulunabilir kitabı, ancak Lacoste’un eserinin güncelliğini korumasına yol açan bakış açısının çoğu zaman İbn Haldun hakkında yeterli bilgilere sahip olduğunu düşündüğümüz ortamlarda bile çarpıcı olarak değerlendirilebileceğini ileri sürebiliriz.

Doğru hayat mümkün mü?

Ahlak Felsefesinin Sorunları, Adorno’nun 1963 tarihinde Kant’ın ahlak felsefesinden hareketle verdiği on yedi dersi bir araya getiriyor. Adorno’nun sağlığında yayımladığı kitaplarının dışında, Almanca’da 90’lı yıllarda yayımlanmaya başlamış, ders notlarından, teyp kayıtlarından ve yazılarından oluşan geniş bir külliyatı vardır. Bu külliyatın ciltlerinden biri olan Ahlak Felsefesinin Sorunları, bir yandan Minima Moralia’nın yazarının “Bugün doğru hayat mümkün müdür?” sorusu etrafındaki araştırmasını, diğer yandan da, çok daha zor bir çalışması olan Negatif Diyalektik’teki belli başlı temaların çoğunun ilk kez ortaya konuluşunu temsil eder. Derslerin önemi buradan gelir.

Ahlak Felsefesinin Sorunları, T.W. Adorno, Çev. Tuncay Birkan, Metis, 2012

Hannah Arendt’in hikayesi

Kadın Dehası üçlemesinin ilk kitabında Julia Kristeva, 20. yüzyılın en parlak entelektüellerinden biri olan Arendt’in hikâyesini anlatıyor. Arendt’in yaşamına olduğu kadar eserlerine de ışık tutan bu kitap özellikle onun siyaset felsefesini, siyaseti kavrayışını, Vita Activa/ Vita Contemplativa (Faal Hayat/Gözlemci Hayat) ayrımını temel alıyor ve Aristoteles, Heidegger gibi filozofların Arendt üzerindeki etkilerini inceliyor. Kristeva kökenleri Aristoteles’e uzanan bir düşünceye, bir hayata ve yapılan işlere ancak “anlatı”nın anlam kazandırabileceği düşüncesini yerleştiriyor. Kristeva’nın üçlemesinin diğer ciltlerinin ise psikanalizde kendine özgü bir ekoliün sahibi Melanie Klein ile Colette’e ayrıldığını belirtmek gerekiyor.

Kadın Dehası: Hannah Arendt, Julia Kristeva, Çev. Zeynep Mertoğlu Onur, Pinhan, 2012

[email protected]