İçki düzenlemesi keyif hırsızlığı mı?

Suheyb Öğüt - Sosyolog - Yazar
1.06.2013

İçki, paradoksal bir şekilde hem ‘ayyaşlık’a ve ‘suç’a hem de ‘medeniyet’e ve ‘özgürlük’e gönderme yapıyor. İşte tam da bu yüzden kendisini her daim yeniden ‘söken’ bir ‘boş kasteden’ olup çıkıyor. Ve yine bu yüzden Kemalist simgesel düzende içkinin mahiyetini, özünü, esasını, cevherini aramak boşunadır.


İçki düzenlemesi keyif hırsızlığı mı?

Alkollü içki dediğimiz zaman sadece içkiden, belli maddi özellikleri olan bir sıvıdan bahsetmiyoruz. Bahsetmek istesek de tıkanıp kalıyoruz. Türkiye’de içki öylesine aşırı bir simgesel anlamla yüklenmiştir ki onu artık oturup simgeselliğinden, mevcut belirleniminden ayırarak tahlil etmenin hiçbir imkanı kalmamıştır. Halihazırdaki Kemalist simgesel düzende içki ‘aydınlık’, ‘ileri’, ‘modernlik’, ‘çağdaşlık’, ‘özgürlük’, ‘sekülerizm’, ‘Atatürk’, ‘cumhuriyet’, ‘Batı(lılaşma)’, ‘medeniyet’ gibi kastedenlerin (signifier) hepsinin gönderme yaptığı bir dikiş noktası, bütün bu kastedenlere belli bir muhteva kazandırarak anlamlarını bir ölçüde sabitleyen bir ana kasteden haline gelmiştir. Bu yüzden içkinin arkasındaki kasteden zincirini nefyeden bir ideolojiye sahip olan bir idari iktidar, içkiye dair kısmen de olsa yasaklayıcı bir düzenleme yaptığı zaman yalnızca içkinin -maddi- menfi kuvvelerinin fiile dönüşmesine engel olacak bir siyasa üretmiş olmaz; bilakis içkinin simgeselliğini, sabitlediği kasteden zincirini, bu zincirin ideolojisini nefyetmiş ve böylelikle de “keyif hırsızı” olduğunu kendi eliyle tescil etmiş olur. 

Belli ana kastedenler öteki kastedenleri kendisine dikmeden önce kastedenler yüzergezer halde, boş bir kasteden olarak ideolojik mekanda vücut bulurlar. Bunlar ancak belli bir zincir içine girip diğer kastedenlerle içine girdikleri zinciri sabitleyen bir ana kastedene dikildikleri zaman sabit bir anlam kazanırlar. ‘Dikiş’, ideolojik unsurların serbest yüzüşünü durdurmayı, sabitlemeyi sağlayan bütünleştirme işlemini icra eder. Yüzer-gezer kastedenleri sözgelimi ‘Komünizm’ gibi bir ana kastedenle dikiyorsak, “sınıf mücadelesi” diğer bütün unsurlara kesin ve sabit bir anlam yükleyecektir: Demokrasiye (hukuki bir sömürü biçimi olarak “biçimsel burjuva demokrasisi”ne karşı mahut “gerçek demokrasi”); feminizme (kadınların sömürülmesi sınıf temelli işbölümünün sonucudur); çevreciliğe (tabii kaynakların tahrip edilmesi, kâr yönelimli kapitalist üretimin mantıkî bir sonucudur); barış hareketine (barışın önündeki en büyük engel maceracı emperyalizmdir), vb (İdeolojinin Yüce Nesnesi, 103-104).  

Ana kasteden olarak içki

‘Aydınlanma’, ‘modernlik’, ‘Batı/lılaşma’, ‘ileri(cilik)’, ‘Atatürk’, ‘özgürlük’, ‘sekülerizm/laiklik’ gibi kastedenler de ideolojik dikiş öncesinde yüzer-gezer bir haldedirler. Herkesin üzerlerinde ittifak edecekleri bir anlama falan sahip değildirler. Diyelim ki bu kastedenler ‘İslam’ gibi bir ana kastedenle (İslam aslında boş bir kasteden olmadığı için bir ana kasteden de olamaz ama Türkiye’de İslam sıklıkla bir boş kastedene indirgendiği için biz de onun nasıl bir ana kastedene inkılap ettiğini, böyle bir işlev de kazanabileceğini göstermenin zaruri olduğunu düşünüyoruz) dikilirlerse, ‘aydınlanma’ Allah’ın nuruyla aydınlanmaya, ‘modernlik’ modern teknolojinin ve bilimin kullanımına ve geliştirilmesine, ‘ileri(cilik)’ cahiliyyenin karanlıklarından çıkıp ilerlemeye, ‘özgürlük’ nefsin arzularından özgürleşmeye, ‘sekülerizm/laiklik’ gayr-ı Müslimlere hayat hakkı tanımaya, ‘Atatürk’, camilerde vaaz veren, Meclisi kurbanlar ve dualar eşliğinde açan, mücahid bir ‘gazi’ye dönüşür. Fakat Kemalist simgesel düzende mevzubahis kastedenleri diken ana kasteden “İslam” değil içkidir. Ya da içki dediğimiz Şey bu kastedenleri diken, anlamlarını sabitleyen bir ana kasteden haline gelmiştir. Bugün artık seküleristlerin kahir ekseriyeti mezkur kastedenleri içki olmadan düşünemez hale gelmiştir. Özgürlük, içki içme özgürlüğüdür. Modernlik, modern-öncesi Müslüman cemiyetlerin aksine içki içmek demektir. Atatürk, içen ve içtiği için bizim de içmemiz gereken bir kişidir. ‘Batı/lılaşma’, temelde içki tüketimiyle temsil edilen bir hayat tarzıdır. Aydınlanma, bilime ve akla aykırı hurafelerle dolu İslam’ın karanlığından kurtularak onun irrasyonel bir şekilde tahrim ettiği içkiyi gönül huzuruyla içmek demektir. İçkinin bir ana kasteden haline gelmesiyle beraber daha önce de söylediğimiz gibi mezkur kastedenler belli bir zincire eklemlenir ve bu suretle hepsi birbirlerine gönderme yaparlar. Atatürk’ü içkiden ayrı düşünemediğimiz nispette modernlikten, özgürlükten, aydınlanmadan vs.’ den ayrı düşünemeyiz. Ya da Batı/lılaşma’yı ilericilikten, sekülerizmden, Atatürk’ten ayrı bir şekilde düşünemeyiz. 

[İçki bir dikiş noktası olduğu ölçüde kendimizi yargıladığımız merci olan bir ego-ideali haline de gelmektedir. Subay olan rahmetli dedemin ve anneannemin subay arkadaşlarının evine gittiklerinde ikram edilen içkiyi -hiç sevmemelerine rağmen- utanma belasına içmeleri bu yüzdendir. İçki içmediklerinde onları utandıran belli bir keyif maddesinden mahrum olduklarını izhar ediyor olduklarını düşünmeleri değil, içkinin arkasındaki kasteden zincirini nakzediyor olduklarına dair Öteki’de bir kanaat uyandıracaklarını düşünmeleriydi elbette.]  

Her ne kadar ana kastedenlerin yüzer-gezer kastedenlerin anlamlarını sabitledikleri için kendilerinin çok önceden belirlenmiş sabit bir anlama, müspet bir muhtevaya sahip olduğu zannedilse de aslında durum bunun tam tersidir. Ana kastedenler esas olarak boş kastedenlerdir; tam olarak neyi kastettikleri, anlamlarının/muhtevalarının ne olduğu belli değildir. Kurdukları zincirlerdeki bütün kastedenler kendilerini kastederken, kendileri kendilerinin dışında bir şeyi kastetmezler. Şayet belli bir kasteden zincirini husule getirdikten sonra sabit bir anlama sahip olsalardı, o zaman başka kastedenleri dikmeleri, onları yeni ve farklı bir zincire bağlamaları mümkün olmazdı. 

Sadece bir ana kasteden olduğu için değil, bir tür ‘differance’ işlevi gördüğü için de bir boş kastedendir içki. İçkiyi müspet bir şekilde anlamlandıran Kemalistler ve maalesef pek çok demokrat, liberal, solcu seküleristler çok iyi bilmektedirler ki içki belli menfi özelliklere de sahiptir: Suça teşvik eder/edebilir (Neden bu adama saldırdın? Ya da “Neden bu kadına tecavüz ettin?” diye sorduğunuzda hiç kimseden şöyle bir cevap almazsınız: “Abi çok muz yemiştim” ya da “Şeftali suyunu fazla kaçırmışım”. İçkinin belli bir ölçüde içildiğinde suça götürmeyeceğini biz de biliyoruz, fakat asıl mesele içkinin diğer tüketim ürünlerinden farklı olmak üzere her zaman için bir suça sevketme kuvvesinin olmasıdır; tıpkı uyuşturucu gibi), sağlığı bozar, aklı kullanmaya mâni olur, aileleri dağıtır (her üç kadından biri kocalarının sarhoşken kendilerini dövdüklerini söylüyor), vs. İşin kötüsü bu menfi kuvvelerin tam olarak ne zaman, ne kadar, hangi içki içildiğinde ortaya çıkacağını tespit etmek mümkün olmadığı için kendileri nihai olarak simgeselleştirilemez, yasalaştırılamazlar ve bu yüzden Gerçek tarafında kalırlar. 

İçkinin simgesel değeri

Lacan’a göre dil, anlam, yasa, hukuk, rasyonalite, mantık, kültür dünyası anlamına gelen simgesel düzende ihtiva edilemeyen artığın, boşluğun ta kendisidir Gerçek. Madem Gerçek nihai olarak simgeselleştirilememektedir, o zaman onun varolduğunu nasıl biliyoruz? Biliyoruz çünkü kendisi bir istisna gibi tahakkuk ederek kendisini bir semptom olarak gösteriyor. Yani içki şöyle medeniliktir, böyle çağdaşlıktır, şöyle özgürlük, sekülerliktir deyip duralım; biz son kertede içkinin bastırdığımız, telaffuz etmediğimiz menfi kuvvelerinin fiile dönüşmesine mâni olamıyoruz. Lakin içki yukarıda saydığımız kasteden zincirinin ana kastedeni olan bir dikiş noktası olduğu için de hiçbir zaman bu menfi kuvvelerin içkiyle etik-ahlaki ve siyasi bir ilişki kurmak, onu simgeselleştirmek minvalinde başlıca nazar-ı itibara alınması gereken belirleyici unsurlar olduğunu söyleyemiyoruz. Böylece içkinin menfi kuvvelerini bastırıyor, telaffuz etmiyor, içkiyi tanımlayan yasanın dışına atıp tâli bir unsur,  basit bir kısa devre, görmezden gelinebilecek bir istisna ya da norm anlamına gelen “akıllı adam”ın (malum akıllı adam kararında içer) düçâr olmayacağı bir “patoloji” olarak kodluyoruz. Böylece içkinin menfi özellikleri tam anlamıyla bir semptom haline geliyor. 

Dolayısıyla içki bir taraftan ‘aydınlık’, ‘ileri’, ‘modernlik’, ‘çağdaşlık’, ‘özgürlük’, ‘sekülerizm’, ‘Atatürk’, ‘cumhuriyet’, ‘Batı(lılaşma)’, ‘medeniyet’ gibi kastedenlerin ana kastedeni haline gelirken diğer taraftan kendisini ‘sarhoşluk’, ‘ayyaşlık’, ‘irrasyonalite’, ‘suç’ (taciz, tecavüz, cinayet, yaralama, hırsızlık vs), ‘hastalık’ gibi bir kasteden zincirinden de kurtaramıyor. Paradoksal bir şekilde hem ‘ayyaşlık’a ve ‘suç’a hem de ‘medeniyet’e ve ‘özgürlük’e gönderme yapıyor. İşte tam da bu yüzden kendisini her daim yeniden “söken” bir boş kasteden olup çıkıyor. Ve işte tam da bu yüzden Kemalist simgesel düzende içkinin mahiyetini, özünü, esasını, cevherini aramak boşunadır. 

İçki ile uyuşturucu farkı

Her ne kadar içki ile uyuşturucu arasında bir farkın olduğunu müdafaa etseler de Kemalistler, bu farkın ne olduğunu ontolojik ve epistemolojik olarak gösteremiyorlar. Şayet içki ile uyuşturucu arasında bir cevher farkı varsa bile, bu fark içkinin uyuşturucudan farklı bir etki göstermesi için yetmiyor. “Uyuşturucunun menfi özellikleri nelerdir?” diye sorsanız, “suça teşvik etmek, akıl, ruh ve beden sağlığına zarar vermek, vs” dışında yani tam da içkinin menfi özelliklerinin dışında bir özellikten bahsedemeyiz (CNN’de yayınlanan bir habere göre Independent Scientific Community’de yer alan bilim insanları araştırmalarının neticesinde içkinin içtimai açıdan uyuşturuculardan daha zararlı olduğunu tespit etmişler. Bilimsel doğrular vahiy değildir ama Kemalistler’e göre hayatta en hakiki mürşid ilim olduğu için söyleme ihtiyacı duyduk). Buna rağmen egemen iktidar ve Kemalistler gayet irrasyonel bir şekilde içkiyi mubahlaştırıp uyuşturucuyu tahrim ediyorlar (içkiyi aklamak için de ara sıra belli bir dozda içkinin sağlığa ne kadar iyi geldiği söylüyorlar. Halbuki burada ismini vermek istemediğim pek çok uyuşturucu maddenin de sağlığa iyi gelen yönleri var. Genel olarak sekülerlerin şunu anlaması lazım: Müslümanların içkiye karşı çıkmalarının sebebi sekülerin uyuşturucuya karşı çıkma sebepleriyle aynı. Ayrıca Müslümanlar “içkide hiçbir müspet özellik yoktur” demiyor, daha ziyade “menfi özellikleri bizlere yeter” diyorlar). Halbuki bilhassa tabii hammaddelerden yapılan uyuşturucuları kararında kullandığınızda ciddi bir anlamda zarar da görmezsiniz, zarar da vermezsiniz. Kararında içki içmek mümkünken kararında uyuşturucu kullanmak neden mümkün olmasın? Bu soruya cevap vermeyen egemen iktidar ve Kemalistler son derece keyfî ve ‘totaliter’ bir şekilde uyuşturucuyu ve kullananları zelilleştiriyor, satışını yasaklıyor ve buldukları her fırsatta uyuşturucu aleyhinde propaganda yapıp duruyorlar. İçki ve uyuşturucu arasında en azından praxis itibariyle tek bir fark olmamasına rağmen kimse uyuşturucuya uygulanan yasakları yasakçılık olarak yorumlamıyor.   

İçkiye uyuşturucunun da sahip olduğu menfi özelliklerini nazar-ı itibara alarak karşı çıkan Müslümanlar sadece ‘içki’ye karşı çıkmış olmazlar. Onlar aynı zamanda isteseler de istemeseler de içkinin arkasındaki bütün bir kasteden zincirine karşı çıkmış olurlar. Tam da bu yüzden Kemalistler keyif hırsızı olduklarından emin oldukları Müslümanlar’a her bir içki tartışmasında böyle obsesif nevrotik (ırkçıların genel patolojisi budur) tepkiler veriyorlar. Kemalistler içkiyi kaybettikleri zaman bütün bir simgesel düzeni de kaybedeceklerini düşünüyorlar. Ve artık onları içki dışında hiçbir Şey teselli edemez.  

[email protected]