Gençlik siyaseti üretmenin birinci şartı gençleri tanımaktır. Türkiye’de gençlik alanında değişimin her boyutuna cevap üreten, süreçleri yöneten bütüncül bir vizyonun ortaya konması, ekonomik ve sosyal değişime paralel siyasi ve hukuki değişimlerin başarılması, kadim medeniyet iddiasına tezat oluşturmayacak bilakis destekleyecektir.
Dr. Ahmet Özdinç / Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi
Her ne kadar “genç” tabiri kategorik olarak tarih boyunca kullanılagelmiş olsa da sosyal bir kategori olarak gençlik, modern zamanlarda ortaya çıkmış bir kavramdır. Moderniteye özgü olan bu kavram, ancak 19. yüzyıl ortalarında dönemin gazete ve dergilerinde “genç kadınlar ve/veya genç adamların problemleri” gibi biçimlerde kendisine yer bulmaya başlamıştır. Gençliğe yönelik kurum ve kuruluşlar da yine ilk defa bu dönemde ortaya çıkmış, gençliği anlamaya yönelik çalışmalar bu yüzyılın sonunda başlamıştır. Gençlerin 19. yüzyılda bir sosyal kategori olarak kendilerinden söz ettirmeleri onların siyasal sahneye çıkmasıyla mümkün olmuştur. Ulus devletlerin kurulma sürecinde gençlik; bir taraftan devlet tarafından “inşa” edilen, geleceğin toplumunu simgeleyen bir kategoriyken, diğer taraftan yeni toplumu inşa eden önemli “aktör”lerden biri konumunda olmuştur.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı’da beden eğitimi halkın, özellikle de gençlerin mobilizasyonu için önemli bir araç halini almıştır. Fransız yazar Albert Bourzac’ın ifadesiyle: “jimnastik dernekleri ve şenlikleri bugün paramiliter olarak tanımlayabileceğimiz bir seri aktiviteler oluşturur ve tüm bu beden eğitimi merkezli çalışmalarda ulusal bir başkaldırı ve intikam alma isteği belirgin bir şekilde dönemin beden eğitimi hareketlerine damgasını vurur.” Spor ve Jimnastik dernekleri Avrupa’da bağımsızlık mücadelesinin lokomotifi görevini üstlenmiştir. Jimnastik yerine kolektif sporu benimseyen İngiltere’de bile izcilik fikri, gençlerin savaş sırasında mesaj ve emir taşıması prensibinden doğmuştur.
Beden eğitimi ve gençlik
Batı’daki gelişmeleri yakından takip eden Osmanlı, beden eğitimi alanındaki gelişmeleri de topraklarına taşımıştır. Bu nakil sayesinde 1913 yılında Türk Gücü Cemiyeti kurulur. Savaş yenilgilerinin (özellikle Balkan Savaşları) etkisiyle hükümet, bu cemiyetle gençlerini seferber etmeyi, sağlıklı ve güçlü askerler yetiştirmeyi amaçlar. 1916 yılında da Von Hoff ve Selim Sırrı (Tarcan) öncülüğünde Osmanlı Genç Dernekleri kurulur. Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi’ndeki maddesinde Zafer Toprak’ın ifadeleriyle tüm gençlerin katılımının zorunlu olduğu Genç Dernekleri, Harbiye Nezareti’nin güdümünde zorunlu milis dernekleri olarak örgütlenmiştir. 12-17 yaş arası gençler Gürbüz Derneği, 17 ve yukarısı olanlar ise Dinç Derneği şeklinde sınıflandılmıştır. Yine Avrupa’daki jimnastik bayramlarından etkilenen Selim Sırrı 1916 yılında ilk İdman Bayramı’nı düzenler. Bu organizasyon bugünkü Gençlik ve Spor bayramlarının temelini oluşturur. 1923 yılında Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte hakim siyaset gençlere cumhuriyetin değerlerini benimsetecek bir eğitim sistemi yapılandırır. Bu değerlerin benimsenmesi ancak Kemalist ideolojinin prensiplerinin içselleştirilmesiyle sağlanacaktır. Aslında Cumhuriyet, kurmak istediği yeni toplumun sembolü olarak gençliği seçmiştir.
Beden eğitimini kurmak istediği ideolojinin bir parçası olarak gören Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç gününü sembolleştirerek Gençlik ve Spor Bayramı’nı gençlere “hediye” eder. Gençler bu bayramda yaptıkları beden hareketleriyle, Cumhuriyet’e olan bağlılıklarını, toplumun nasıl bir uyum ve birlik içinde olduğunu (yahut olması gerektiğini) göstermeye çalışırlar. 1936 yılında bir parti kurumu olarak kurulan Türkiye Spor Kurumu’ndaki sporcular dahi Cumhuriyet Bayramında partiye bağlılıklarını ifade etmişlerdir. Gençlikle ilgili düzenlemeleri parti programından öğreniyoruz. Bir yandan seçmen olma yaşını 18’e indirip vergi ödeme koşulunu kaldıran parti; öte yandan “Fırka henüz siyasi meşguliyet çağına gelmemiş olan bütün Türk gençlerini fırkanın tabii namzedi sayar” diyerek genç olsun yetişkin olsun herkesi partinin doğal üyesi kabul etmiştir.
1935 yılındaki parti programı, sınıf temelli cemiyetlerin kurulmasını yasakladığı gibi siyasal içerikli gençlik derneklerini de yasaklar. Gençlerin tek siyaset yapma yeri CHP, yani dönemin tek partisidir ve gençlere verilen misyon Kemalizm ilke ve prensipleri doğrultusunda, parti içinde görev yapmaktır.
19. yüzyılın ardından gençlerin tüm dünyada siyaset sahnesine çıkmaları 1960’lı yıllarda gerçekleşti. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD’den bir gençlik pop kültürü olarak blue-jean pantolonlar ve rock’n’roll müziği yayılmaya başlasa da, o dönemin karakteristiği olarak gençlik hareketleri, önce Amerikan üniversitelerinde görülmüş, Mayıs 1968’de Fransa’daki olaylarla tüm dünyaya yayılmış ve ‘68 hareketi’ olarak meşhur olmuştur. Aynı dönemin Türkiye fotoğrafına baktığımızda cumhuriyet “rejimin(in) yılmaz bekçileri” gençler, “devlet”e karşı gelmektedirler. İlk bakışta tezat gibi görünen bu tabloda gençler yine toplumu ve devleti kurtarma göreviyle dönemin hükümetlerini “gayrimeşru” ilan ederek Tek Parti döneminde kendilerine yüklenen misyona uygun davranmaktadırlar. Türkiye’deki o dönemin gençlik hareketi hem küresel gençlik hareketinin bir parçasıdır, hem de kendine has özellikler taşımaktadır. Her ne kadar merkezi üniversitelerde olan gençlik hareketleri alanda şiddet ve çatışma ortamı oluştursa da, o dönem tabanda yaşanan sosyal değişiklik ekonomi politikalarında liberalleşmeyi beraberinde getirmiştir. Menderes hükümetinin “her mahalleye bir milyoner” sloganı geleneksel Türk toplum kodlarına uymasa da bir dönemin geçişini net bir şekilde ifade ediyordu. Ne var ki ‘60’lardan itibaren toplumun yaşadığı hızlı kentleşme, sanayileşme oranının çok üstündedir ve kentler aşırı istihdam taleplerini karşılayacak durumda değildir.
Apolitik gençliğe doğru
Liberal ekonomi politikalarının oluşturmaya başladığı tüketici toplum, sosyolojik katman olarak da bir elitsizleşme (de-elitizasyon) dönemine girmiştir. Şerif Mardin elitsizleşmeyi şöyle anlatıyor: “Klasik Türk lise ve üniversitesi, cumhuriyetin yönetici seçkinler tabakasına eleman devşirmek üzere düzenlenmiş üniter bir sistemdi... Kanaatimce son zamanlarda Türkiye’de olan şudur: Elit devşirme ve yetiştirmeye ilişkin bu sistemin çökmesiyle, şehirlilerin kırsallaşması köylülerin şehirleşmesinden daha hızlı seyretmiş ve bundan dolayı Türk toplumu etkili bir elitsizleşmeye uğramıştır... Yani uzun vadede Türk toplumu tümüyle Anadolulaştırılmış hale geldi.”
Ruşen Keleş’in yaptığı bir araştırma ‘80 darbesi öncesi sağ ve sol militan gençliği arasında sosyolojik olarak önemli farklar bulunmadığını’ ortaya koymaktadır. Gençlerde ortak olan; kente uyum sağlayamamış olmalarıdır. Sebebi ise şu şekilde dile getirilmiştir: “Tüm bu gençlerin kente uyum sağlayamamış olmasının, başka bir deyişle kentle bütünleşememesinin gerisinde, sınırsız kentsel yaşamın çarpıklığının da belli bir rolü olsa gerekir. Sağlıklı bir kent yaşamın ve etkinliklerin, kırsal kökenli genç kuşakların “kültür şoku”nu ve siyasal başkaldırılarını büyük ölçüde hafifleteceği açıktır.” Şehre entegre olmada genelde aileleri tarafından yalnız bırakılan gençler için, siyasal bir gruba girmek, “ait olmak” ihtiyacına cevap verdiğinden gençlerin önemli bir açığını kapama rolü üstleniyordu.
1950’lerde başlayan kentleşme süreci ‘80’lerde ve ‘90’larda hızla devam eder. Bir yandan her türlü markanın satıldığı yeni alışveriş ve eğlence merkezleri, fast food’lar gibi küreselleşmenin sembolleri diğer yandan gecekondular, çarpık kentleşme ve yoksulluk.
12 Eylül 1980 askeri darbesi ile ‘70’lerin siyasal şiddetinin faturasını toplumun ‘aşırı’ politize olmasına çıkaran darbe rejimi, çözümü tüm toplumu depolitize edecek politikalarda arar. 3 yıllık rejim idaresinin sonunda yüzde 45 oyla iktidara gelen ANAP, neo-liberal politikalarıyla Türkiye ekonomisini dışa açık bir konumuna getirdi.
Türkiye gençliği 1980 sonrası önemli değişiklikler sergiler. Dönemin “büyükler”i tarafından, darbe rejiminin ortamında yetişmiş, bastırılmış, apolitik bir gençlik olarak tanımlanır. Ayrıca küreselleşmenin etkilerinin yaşandığı, medyanın, internetin gelişmiş olduğu bir ortamda büyüyen gençlerin, konuşma ve yaşayış tarzı olarak Amerikanlaştığı iddia edilir.
‘90’ların sonu 2000’lerin başından itibaren tüm dünya, topyekûn ve sanki “önceden haberleşmiş” gibi bir anda enformasyon çağına dahil olur. Bilgisayar destekli teknolojinin sonucu olan enformasyon çağı, endüstri devriminden daha büyük bir toplumsal dönüşüme neden oluştur. Endüstri toplumu mal üreten makineler ve bunların etrafında çalışan işçilerin örgütlenmesiyle ilişkiliyken, sanayi sonrası toplum, toplumsal kontrol ve değişimi sağlamak üzere bilgi etrafında örgütlenen bir toplum oldu.
Özellikle internetin kültürel bir mekan, gerçeklik, özgürlük alanı ve ekonomik bir pazar olarak ortaya çıkması, küresel değerlerin, yeni kültürel formların, alışkanlıkların hızlı bir şekilde devreye girmesine neden oldu. İnternet bir iletişim aracı olmanın dışında toplumsal bir mekân olarak ortaya çıktı. Bu sanal dünya, fiziksel dünyanın bedensel, mekânsal ve zamansal sınırlarından bağımsız bir alan kurgusu üzerine inşa edildi. Bu kurgu sayesinde oluşan yeni ilişki biçimleri yeni kimliklerin ve sanal toplulukların oluşmasına da imkân tanındı. Sanal gerçeklik dünyasında üretilen sanal toplulukların fertleri, sosyal kontrolün olmadığı bir ortamda üst kimlikten gelen toplumsal baskıları atarak “ben”lerini özgürleştirebilmektedirler. Şimdiye kadar alışık olunmayan bir biçimde ve birbirleriyle karşıt kutuplar halinde görülen referansların bir arada yaşadıklarını, oluşturdukları ‘inanma’ tarzlarıyla birbirleriyle bağlantılar kurduklarını şaşırarak izliyoruz. Gençler laiklikle dini, devletçilikle liberalizmi, özgürlükçülükle otoriterliği, milliyetçilikle evrenselliği, politiklikle apolitikliği bir potada çeşitli bileşimler halinde eriterek yüzlerce kimlik ortaya çıkarıyorlar. Ferhat Kentel bütün bunları “görelilik hissiyatı” sayesinde başarabildiklerini söylüyor. Yani “bana göre böyle!”
Kendi için umutlu gençlik
Üretim yapılarındaki değişim, taleplerin de farklılaşması ve özelleşmesine neden oldu. Bu değişiklikler tüketicinin değer ve duyarlılıklarını değiştirdi. Sosyal ve siyasal talepler de üretimin altyapısına bağlı olarak özelleşti, mesela çevre hareketleri, kadın hareketleri, taraftar hareketleri boy gösterdi. Diğer yandan insan hakları kavramı yaygınlaşıp gündelik hayatın her alanına girmeye başladı. Temsili demokrasi yerine katılımcı demokrasi bir “varlık ispatı” yöntemi haline geldi.
Aldıkları dil kursları ve sertifika programları, katıldıkları atölyeler, çıktıkları seyahatlerin kendi bireysel gelişimlerini ve tatminlerini sağlamak için olduğu görülüyor. Gençler artık; gerçekçi, konformist ve toplum için karamsar fakat kendisi adına umutlu bir karaktere bürünmüştür. Gençler yaşam pratiklerinde mizahı oldukça aktif bir şekilde kullanıyorlar. Karikatürler, videolar, fotoğraflar artık yaygın bir iletişim öğesi haline geldi. Muhalefet dili olarak da kullanılan mizah, tahmin edilenin çok üstünde bir etkiye sahip. Fakat uzun uzun yazmak ve açıklamak yerine bir fotoğrafla veya 6 saniyelik bir videoyla “derdini” anlatmalısın, eğer bunu başarabilirsen çok kısa bir sürede yüz binlerce kişiye ulaşman işten bile değil!
Türkiye’de gençlik siyasetinin zemini daha çok sonuç ve çıktı odaklı proje fikri etrafında şekillenmiştir. Oysa etkileşimli ve daha çok süreçleri ve ilişkileri yöneten bir alana kayması gerekir. “Büyükler”in yapacağı her “yeni” tanımı, aslında gençler için “var olan”dır. Onların, adanmışlık kültürü ve söylem ağırlıklı politikaların içinde bulunmak yerine, “haz” ve “hareket/eylemlilik” içinde farklı bir tarz politika içinde olmak istedikleri görülmelidir. Bu bağlamda gençlik siyaseti üretmenin birinci şartı: Gençleri tanımaktır. Bu tanıma bir süreç takibi ve tespiti gerektirir. Toplumun farklı sosyo-ekonomik ve kültürel katmanları olduğu gibi gençliğin de faklı katmanları vardır. Aslında gençlik derken tek bir gençlikten değil gençliklerden bahsedilmesi gerekir. Türkiye’de gençliğin “farkedilebilmesi” için gençliğin bu tüm renklerini göz önünde tutmak gerekir.
Türkiye’de gençlik alanında değişimin her boyutuna cevap üreten, süreçleri yöneten bütüncül bir vizyonun ortaya konması, ekonomik ve sosyal değişime paralel siyasi ve hukuki değişimlerin başarılması, kadim medeniyet iddiasına tezat oluşturmayacak bilakis temelden destekleyecektir.