İdlib Krizi ve Türk-Rus ilişkilerinin geleceği

Tuğrul Çamaş / Yazar
20.03.2020

2011'de başlayan Suriye iç savaşında artık ülkemizi ilgilendiren çok önemli bir dönemine girdiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz.


İdlib Krizi ve Türk-Rus ilişkilerinin geleceği

İdlib’de yaşanan gelişmeler Türkiye’nin Suriye iç savaşına daha çok müdahil olmasına neden olmuştur. Aslında Suriye’de şu an bir iç savaşın varlığından bahsetmek ne kadar doğru olur bilinmez. Çünkü Suriye’de artık vekâlet savaşı yürüten güçlerin kimler adına ne şekilde savaştığının ve amaçlarının daha açık bir şekilde ortaya çıkması Suriye’de çıkarları olan ülkelerin belirginleşmesini sağlamıştır. Ancak bu sürece yeni bir isim bulmak için henüz erken olduğundan yine de Suriye iç savaşı demek doğru olacaktır. Şu an bu iç savaşın etkin ülkeleri Türkiye, Rusya, İran ve şimdilik stratejileri çerçevesinde sessizce kenarda bekleyen ABD’dir.

ZORLU SÜREÇ BİTMEDİ

Teorik ve pratik olarak bu iç savaş sürecinde batı destekli güçler Rusya ve İran destekli rejim ordusu karşısında giriştikleri mücadeleyi kaybettiler demek yanlış olmayacaktır. Esad muhalifi güçler içerisinde Esad’a karşı direnen tek güç olarak Türkiye destekli ılımlı muhalifler kaldılar. Fırat’ın Suriye topraklarının doğusunda kalan kısmında ABD desteğiyle varlığını sürdüren PKK-YPG terör örgütleri ise henüz pusuda bekliyorlar. Dahası Türkiye’ye karşı ilk girişimleri Barış Pınarı Harekâtı ile etkisiz kalan terör örgütleri ikinci bir girişim için konjonktürün ya da ABD siyasi eltinin değişmesini bekliyorlar.

Suriye iç savaşında geride kalan dokuz yıl içerisinde Türkiye, bu savaşın pasif katılımcısı ve mağduru olmuştur diyebiliriz. Maalesef Türkiye kendi topraklarına gelen düzensiz göç sonucu 5 milyon mülteciyle, kendi sınırlarında istikrarsızlık ve terör eylemleriyle de uğraşmak zorunda kalmıştır. Dahası bu zorlu süreç Türkiye için henüz bitmemiştir. Ancak Suriye’de gelinen süreç artık Türkiye’yi ve uzun vadede ülkesel menfaatlerini siyasi, ekonomik ve demografik olarak doğrudan tehdit edebilecek düzeye gelmiştir. Buna bağlı olarak Türkiye artık iç savaş sürecine sahada aktif askeri harekât geliştirmek suretiyle dahil olan ve şu an süreci yöneten üç ülkeden birisi konumundadır. Yani bundan sonra Türkiye’nin tavrı Suriye’de işlerin nasıl ve ne şekilde devam edeceğinin belirleyecektir demek yanlış olmayacaktır. Çünkü artık Türkiye kendi geleceği ve güvenliği için taviz verebilecek durumda değildir. Tüm bu sürecin en önemli ayağı olan İdlib ve orada yaşanan gelişmelerin de meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için bir değerlendirilmeye tabi tutulması çok önemlidir. Bunun için öncelikli olarak; Türkiye, Rusya ve Esad rejiminin pozisyonlarını konjonktür içerisinde irdelemek ve doğru anlamak gerekmektedir. Esad rejiminin gerginliği azaltma bölgesi olan İdlib yaklaşımı burada bulunan sivillere karşı saldırılarda bulunmak sureti ile onları Kuzey veya Hatay yönlü tasfiye etmektir. Bu anlamda mezhepsel bir temizlik yapmak istediği gözden kaçmamalıdır. Yani Esad fırsat bu fırsat diyerek Sünni Müslümanları ülkeden tasfiye etmek istemektedir. Bunun için Esad rejimi İranlı milislerle birlikte kara harekâtı yürütürken Rusya hava desteği vermektedir.

HAKİMİYET ÇABASI

Rusya’nın Suriye’deki pozisyonu ise Suriye jeopolitiği temelinde Ortadoğu ve Akdeniz yönlü hâkimiyet çabasıdır. Söz konusu çaba hem lokal hem de küresel ölçeklidir. Küresel ölçekli çıkarlarını bir kenara bırakacak olursak Rusya küresel ve lokal ölçekli menfaatlerine göre dizayn edilmiş ve toprak bütünlüğünü sağlamış bir Suriye istiyor. Burada Rusya’nın en yakın partneri olan İran ise Rusya’nın savaş sonrası Suriye’si planlarının önünde en büyük tehdit olarak duruyor. Çünkü toprak bütünlüğünü sağlamış bir Suriye Şii gelenekleriyle ve her alanda kara ordusuyla rejimin yanında olan İran’a daha yakın olması beklenmektedir. Bu nedenle Rusya için önemli olan mesele Suriye toprak bütünlüğünü kendi lehine sağlamak adına dengeyi korumak olacaktır. Rusya’nın özellikle üzerinde durduğu bir diğer konu olan radikal gurupların buradaki varlığı gerçeği de yadsınamaz. Ancak bu radikal gurupların temizlenmesi bir süreç olarak yukarıda değindiğimiz plan çerçevesinde Esad’ın istemediği sivillerin tasfiyesi için de kullanıldığı gözden kaçmamalıdır. Yani yürütülen operasyonun tek amacı radikal gurupları temizlemek olmamıştır.

Türkiye için ise 3.5 milyon insanın kendi sınırlarına akın etmesine neden olan rejim saldırılarına ve kurulması planlanan terör koridorunun güney sınırları üzerinde bulunan İdlib topraklarında yaşanan gelişmeler çok önemlidir. Son yaşanan gelişmeler ışığında Türkiye için en temel sorun ülkesine gelen yeni göç akını olmuştur. Türkiye’nin, muhatabı Rusya’yla birlikte İdlib’i Soçi mutabakatında gerginliği azaltma bölgesi olarak belirlemesindeki amaç savaştan kaçan sivillerin yeni bir göç akını olarak kendi topraklarına gelmesine mani olmak olmuştur. İkinci olarak ise İdlib, kurulması planlanan terör koridorunun Fırat’ın batısında kalan kısmıyla Akdeniz arasında duran Hatay jeopolitiğinde son stratejik Suriye toprağıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün de Hatay’ı Anadolu topraklarına özellikle katmak istemesindeki tarihi temel etken zaten bu koridorun önünü kapamak olmuştur. Diğer yandan Osmanlı mirası geleneksel Müslüman toprakları ile Türkiye arasında var olan kara iletişimini kesmesi de beklenen bu koridorun oluşmasına mani olmak Türkiye’nin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle Türkiye’nin kendisine yönelik tehditleri tetikleyici etkiye sahip saldırılara da sessiz kalması mümkün değildir. Bu noktada Türkiye, Soçi mutabakatında belirlenen sınırların kuzeyine geçen Esad rejiminin Rusya’nın da desteğiyle Türk askeri gözlem noktalarını bile geride bırakarak ilerlemesini kabul etmemektedir. Dahası çatışmasızlık sınırlarında yer alan TSK unsurlarına saldırarak askerlerimizin şehit edilmesi zaten bir felaket olmuştur. Hatta bu saldırının Rus ve Türk heyetlerinin İdlib sorunu için 10 Şubatta yaptığı görüşmelerin ikinci bölümü esnasında gerçekleştirilmesi işleri daha da karmaşık hale getirmiştir. Ancak yaşanan bu gelişmeler çatışma sürecine bağlı olarak oluşan olayların sadece başlangıcı olmuştur. Bu gelişmelerden sonra Türkiye İdlib’e askeri sevkiyatlar gerçekleştirmiş, sahada ki konumunu güçlendirmiştir. Başka bir deyişle TSK sahada pasif savunmacı askeri yerleşim stratejisi ile Esad rejimi ve siviller arasında girerek Soçi mutabakatında belirlenen sınırlar çerçevesinde koruyucu bir strateji uygulamıştır.

Esad rejimin ve Rusya’nın Türk ve Rus heyetleri arasında Ankara’da 27 Şubat’ta yaptığı görüşmelerin tamamlandığı an itibariyle (dahası belki de görüşmeler tamamlanmadan) Türk askeri hedeflerine yaptığı ikinci bir saldırı İdlib’te sürecin savaşa dönüşmesine neden olmuştur. Hibrit savaş unsurları kullanılmak sureti ile Türk askerinin şehit edilmesi sonucu Türk kamuoyunda Türk silahlı kuvvetlerinin Suriye’de bulunma nedeni sorgulatılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle bilinçli veya bilinçsiz olduğuna bakılmaksızın Esad rejiminin veya onu destekleyen güçlerin saldırıları Türk kamuoyunun sinir uçlarına dokunmayı bu sayede de Türkiye’ye karşı şehit verdirmek suretiyle caydırıcı önlemler almayı amaçladığı açıktır. Ancak Türkiye gösterdiği anlık askeri reaksiyonlarla bu veya benzeri yaklaşımlarla bu işten vazgeçmeyeceğini açıkça göstermiştir. Diğer yandan sosyal ağlarda oluşturulmaya çalışılan olumsuz algıyı da kısıtlama yoluna giderek bertaraf etmiştir. Bu nedenle Esad rejimi ve destekçilerinin bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

‘SAVAŞ İSTEMİYORUZ’

Esad rejimi tarafından TSK hedeflerine yapılan saldırı sonrası Türkiye yeni reaksiyonlar geliştirerek aktif karşı taarruza geçmiştir. Öncelikle Türkiye’nin sahaya ve düşman hedeflerinin konumlarına ne kadar hâkim olduğu açıkça görülmüştür. Bu hâkimiyet kendisini TSK unsurlarına karşı yapılan saldırılara verilen cevaplarda kesinlikle göstermiştir. TSK, gerek rejim unsurlarına nokta atışı yapmak gerekse kendisi için yakın tehdit oluşturan her türlü askeri hedefi imha ederek kendi kara unsurlarının pozisyonunu daha güvenli hale getirmiştir. Esad rejimine ait tank, topçu bataryası ve diğer askeri üslerin vurulması ile Türkiye aynı zamanda Esad rejimi ve destekçilerine karşı taviz vermeyeceğini de göstermiştir. Başka bir deyişle Türkiye kendisine yapılan şantajları cevapsız bırakmayacağını sahada askeri tedbirlerle açıkça göstermiştir.

Türkiye’nin bu tedbirlerinin amacı ise Esad rejimini Rusya’yla varılan Soçi mutabakatında belirtilen sınırlara geri dönmeye mecbur bırakmak olmuştur. Dahası bunun için rejime bir süre vermiştir. Bu sürenin 29 Şubat gecesi dolmasından sonra Türkiye rejim hedeflerine karşı yürüttüğü operasyona hız vermiş ve rejime ağır kayıplar verdirmiştir.

Diğer yandan nedeni ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber Rusya bu süreçte pasif bir güç olmayı tercih etmiştir. Burada hava üstünlüğünün kısmen Rusya ve onun desteğiyle Esad rejiminde olması ve Türkiye’nin hava savunma sistemlerinin olmaması gibi diğer askeri etkenler Türkiye’yi kara ağırlıklı bir operasyon yapmaya itse de, Türkiye yapay zekâ ile eşzamanlı ve uyumlu çalışan SİHA/Drone sürüsüne dayalı savaş teknolojisiyle Esad rejimi ve destekçisi unsurları başarılı bir biçimde imha etmiştir. Esad rejimi unsurları ve İranlı milisler avcı şahinlerden korkan tarla fareleri gibi saklanmak zorunda kalmış ve hatta saklandıkları yerden çıkamamışlardır. Her türlü kara unsurunu imha edebilen SİHA teknolojisi ve radar sistemlerini kör eden elektronik harp sistemlerini çok iyi kullanan Türk ordusu Esad rejiminin Rusya’dan temin ettiği son teknoloji savunma sistemlerini de saf dışı bırakmayı başarmıştır.

Sonuç olarak Türkiye sahada başarılı bir askeri operasyon yürütmüştür diyebiliriz. Tabii tüm bunları yaparken Rusya’nın tepkileri iyi analiz edilmiş, diplomatik kanallar Türkiye’nin beklentilerinin karşılanabilirliği oranında açık tutulmuştur. Rusya tarafının da “bir savaş istemiyoruz” açıklamaları sürece olumlu katkı sağlamıştır. Yine Rusya savunma bakanlığının Türk askerlerinin Rus hava saldırısı ile vurulmadığı, İdlib’de ateşkesin sağlanması için çalışmaların Türk askerlerinin şehit edilmesinden hemen sonra başlatıldığı yönündeki açıklamaları ve Rus hava saldırısı ile askerlerimiz şehit edilmesine rağmen Rusya’nın bunu diplomatik olarak kabul etmemesi Türkiye ile ilişkilerin dengede tutulmak istendiğini göstermesi bakımından önemlidir. Yine Rus tarafının Türk askerlerinin olmaması gereken noktada olduğu şeklindeki açıklamalarının ne kadar samimi olduğu tartışılabilir olmakla beraber bu durum da diplomatik dilde kontrollü olunduğunun ve ilişkilerin korunmak istediğinin bir başka göstergesi olarak önemlidir. Bu sürecin bir sonucu olarak 5 Mart’ta Erdoğan ve Putin Moskova’da bir araya gelmişlerdir. İki liderin ve heyetlerin yaptıkları 6 saatlik görüşmenin sonucunda ateşkes yapılması kararlaştırılmıştır. Her ne kadar bu ateşkes farklı değerlendirmelere tabi tutulsa da Türkiye ilk etapta kendisini tehdit eden düzensiz göç akınını ve Esad rejimine bağlı güçlerin hareketini önce sahada sonra masada durdurmuştur. Tabii ki varılan anlaşma nihai çözümler sunmamakla beraber sürdürülebilirliği de tartışmalıdır. Ancak Suriye’de yanan ateşi şimdilik söndürmüştür demek yanlış olmayacaktır.

Türkiye’nin kabiliyetleri çerçevesindeİdlib’de izlediği strateji kesinlikle doğrudur. Sonuç olarak Türkiye NATO başta olmak üzere herhangi bir dış güce güvenmeksizin İdlib’de kendi menfaatlerini en güzel şekilde korumaya çalışmıştır. Türkiye’nin her ne kadar sahaya TSK unsurlarının stratejik olarak yayılmasına bağlı olarak oluşan şehit haberleriyle canı yansa da kabiliyetleri çerçevesinde izlenebilecek en doğru stratejiyi izlemiştir.

TAMPON BÖLGE

Burada aslolan mesele savaşın en başından bu yana devam eden demografik çalışmanın mağduru olan Türkiye’nin Suriye’de kalan son Sünni nüfus kitlesini Suriye’de, hatta Hatay’ın doğusunda yani İdlib ve Halep doğrultusunda tutabilmesi son derece önemlidir. Eğer bunu başarırsa Hatay jeopolitiğine karşı aleyhte doğacak tehditler için bir tampon bölge oluşturabilir. Bununla da daha önce Akdeniz’e açılması beklenen terör koridorunu dikey olarak kesen Fırat’ın doğusunda ve batısında yaptığı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi operasyonları tamamlayıcı bir çalışma olacaktır. Diğer yandan zaten Suriye iç savaşının mülteci yükünü yeterince taşıyan Türkiye yeni bir göçmen akınına karşı da kendisini korumuş olacaktır. Bu bakımdan İdlib stratejisi son derece mühimdir.

İdlib meselesi Türk-Rus ilişkilerinin 2016 yılından bu yana seyreden olumlu havasını zedelemiştir. Hem genel dış politikada hem de Suriye meselesinde Rusya Devlet Başkanı Putin her ne kadar Stalin’in düştüğü tarihi hataya düşmek istemese de Türk askerlerinin şehit edilmesi meselesinde sergilediği soft power dış politik yaklaşımlar Rus devlet başkanının Türk kamuoyunda Stalin pozisyonunda değerlendirilmesine neden olmuştur. Hem Karadeniz ve Akdeniz’i hem Hazar ve Adriyatik’i her açıdan kesen toprakların başkenti Ankara’yı karşısına alan devletler tarihte hiçbir zaman Avrasya coğrafyasında Türkiyesiz kendi güvenliklerini sağlayamamışlardır. Sovyetler Birliği Stalin’in akılcı olmayan tehditleri sonucu oluşan soğuk savaş konjonktüründe bunu doğrudan ve yakından tecrübe etmiştir.

Sonuç olarak, gerek Türkiye gerekse Rusya unutmamalıdır ki, iki ülke arasında 500 yılı aşkın var olan ilişkiler bize iki ülkenin dostane olmayan ilişkilerinin her zaman dışarıdan gelmesi muhtemel tehditlerin artmasına neden olduğunu göstermektedir. Bu nedenle iki ülke arasında ki düşmanlık her iki ülkeye de fayda sağalamayacaktır. Bu nedenle bölgesel istikrarın ve huzurun sağlanmasında iki ülkenin ilişkilerinin yönü son derece önemlidir. Her iki ülke çok farklı meselelerde dahi her türlü çıkarlarını uyuşturabilmeliler. İmkânsız gibi görünse de bu durum bir tercih meselesi değil tam aksine mecburiyettir. Yine tam olarak bu nedenle iki ülke de yaklaşımlarını İdlib üzerinde var olan anlaşmazlıklar düzlemine değil Avrasya’da yaşanabilecek genel sorunlar düzlemine oturtmalı ve bu anlayışla yaklaşımlar sergilemelidirler.

[email protected]