İdlib'de yeni statüko

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / CEMES Başkanı
8.03.2020

ABD ve Rusya için en acı maliyet, Suriye'de kaybettikleri para, teçhizat ve insan değil, Türkiye'yi kaybetmektir. Bu nedenle Suriye büyük pazarlığının taşları yeniden düzenlenirken büyük güçlerin bir an önce Türkiye'ye karşı daha akıllı hareket etmeyi öğrenmesi lazım. 5 Mart Mutabakatı'ndan bağımsız, Türkiye-Rusya işbirliği İdlib'de rehin alınmamalıydı. Bu hatanın telafisi Moskova'ya çok pahalıya mal olacak.


İdlib'de yeni statüko

Son dönemde Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği için en önemli sınavlarından birinin verildiği İdlib özelinde, neler olduğuyla ilgili pek çok analiz okuduk. Bu analizlerin büyük bir kısmı, 2017’de Soçi’de çatışmasızlık bölgelerinin kurulması sürecinden bugün Rusya ve İran destekli Rejim güçleri ile Türkiye arasındaki sıcak çatışma ortamına nasıl geçildiği üzerinde duruyordu. Aslında İdlib üzerine söyleyeceklerimizi söyleyebilmemiz için doğru bir başlangıç sorusu bu.

İdlib krizinin iki aşaması

İdlib özelinde Türkiye ve Rejimin karşı karşıya gelmesinin sebebi, iki ayrı aşamada ortaya çıktı:

İlk aşamanın başlangıcı, Rusya ve Türkiye’nin İdlib konusunda gittikçe derinleşen bir görüş ayrılığına düşmeleriydi. Bilindiği üzere Moskova, İdlib’de Türk askeri gözlem noktalarının kurulmasına vesile olan Soçi Mutabakatının gerekliliklerinin yerine getirilmediği konusunda Ankara’yı bir süredir suçluyordu. Gerçi 2, 2-5 yıllık süre zarfında Moskova, Türkiye’nin sorumlulukları yerine getirip getirmediği hususunda farklı görüşler de açıkladı ve kimi zaman Ankara’ya sıcak mesajlar da göndermeye çalıştı.

Bahane yeni değil

Ama Rusya’nın İdlib’deki HTŞ unsurlarını bir bahane olarak bölgenin insansızlaştırılmasını desteklemek için kullanabileceği bilinen bir gerçekti. Rejim’in Halep’ten Hama’ya sivil halkın öldürülüp sürülmesi için kullandığı bahane, radikal unsurlar bahanesi, yeni değildi ve bugüne kadar Rejim ılımlı muhalefet karşısında sahayı terörize ederek var olmuştu. Dolayısıyla Halep, Hama, Doğu Guta gibi örneklerden yola çıkan Türkiye’nin Moskova’ya Rejim’in saldırılarını önlemesi yolundaki uyarıları hem yerinde hem de Türkiye’nin ve TSK’nin gözlem noktalarındaki varlığının güvenliğinin sağlanması açısından önemliydi.

Ankara, Rejim saldırıları durmadıkça ılımlı muhalefet ve radikal unsurlar arasında ayrımın yapılmasının son derece zor olacağını Rusya’ya anlatmaya çalışıyordu, çünkü saldırılar bir yandan İdlib sahasını radikalleştiriyor diğer yandan M5 karayolunun kuzeyine doğru -kimi kaynaklarca yüzde 60’ının çocuk olduğu ifade edilen- mülteci akını Türkiye’nin sınır güvenliği ile ilgili kaygıları artırarak Ankara’nın sahada radikal-ılımlı ayrımını yapmasını askeri ve diplomatik olarak zorlaştırıyordu. -Ki Rejim’in Türkiye sınırına doğru çoğu sivil 1, 1.5 milyon insanı sürerek Ankara’yı demografik bir silahla tehdit etmesinin asıl nedeni de Soçi Mutabakatının hayata geçirilmesini engellemek ve Türkiye’nin bu engel politikasına direnmesini -özellikle sahadaki TSK unsurlarını da taciz ederek- önlemekti.

Moskova’nın rahatsızlığı

İdlib özelinde yaşanan bu ilk aşama itiş-kakışın ardında, Moskova’nın Türkiye’nin Suriye’nin geleceğinde sahip olabileceği kazanımları (en büyük kazanım Türkiye’nin güvenliğinin artması) kısıtlamak olduğu da unutulmamalı. Moskova, 2011’de ABD’nin fark ettiği gibi Irak-Suriye-Libya üçgeninde, Doğu Akdeniz-Kuzey Afrika ekseninde Türkiye’nin kabiliyetlere sahip bir aktör olarak farklı kazanımlar geliştirebildiğini, Batı’nın da Rusya tedirginliği artıkça Ankara ile daha rahat bir pazarlık içerisine girebileceğini gördü. Moskova, İran’ın Türkiye’yi dengeleyebilecek bir odak olarak ortaya çıkmasının bugünün konjonktüründe zor olduğunu hesaplayarak sahada Rejimi ve Hizbullah’ı kullanarak Türkiye’ye sınırlarını hatırlatmaya karar verdi. Bu kararı verirken, Türkiye’nin Batılı aktörler ve ABD tarafından yalnız bırakıldığı yönündeki yanlış bir hesaplamadan da cesaret aldı. Hesap yanlıştı belki ama Batı’nın Türkiye’nin kabiliyetlerine duyduğu güvenden de kaynaklanan (aman nasılsa başlarının çaresine bakarlar) ilgisizliği gerçekten de uluslararası sahada aslında kendisi giderek yalnızlaşan Rusya’yı cesaretlendirdi. Moskova hem Türkiye’ye haddini bildirmek istedi, hem de bir yalnızlık buhranında yakalayacağını düşündüğü Ankara’yı zorlayarak tamamen Batı’dan kopararak kapmayı. Türkiye, Rusya/Rejim’in bu politikası karşısında çok ciddi ama yerinde bir karar vererek İdlib ’den kopartılmaya ve İdlib üzerinden terörize edilmeye (mülteciler, TSK’nın güvenliği, radikal unsurlar üzerinden dehşetle sınanmaya) direnmeye karar verince İdlib krizinin Rejim saldırıları-TSK’nın cevabı üzerinden tırmanarak -bir tırmanma oyununa dönüştüğü ikinci aşamasına gelindi.

Tırmandırma stratejisi

Bu ikinci aşamanın dönüm noktası Ocak ayından itibaren Rus hava desteği ve İran milislerinin kara desteği ile şiddetini artıran Rejim saldırılarına karşı Ankara’nın verdiği ültimatomdu. Sonunda “Bahar Kalkanı Harekatının” önünü açacak bu uyarıda, Ankara Rejim’den saldırıları durdurmasını ve Soçi Mutabakatı sınırlarına geri çekilmesini talep ediyordu. Ankara İdlib’deki saldırıların baş müsebbibi olarak Rejim’i işaret ediyordu ama Rusya’yı Rejim saldırganlığını durdurma konusunda sorumluluğunu -ki bu sorumluluk bizzat Soçi Mutabakatından kaynaklanmaktaydı- yerine getirmeye davet ediyordu. Elbette Ankara, Rejim/Rusya’nın mantıklı davranmayacağı olasılığını da hesaba katmıştı. Rejim zaten varlık nedenini Suriye’nin insansızlaştırılmasına yani kendi halkından kurtulmaya bağlamış son derece güçsüz bir siyasal yapı olarak mantıksız hareket etmeyi elindeki tek kozu olarak tutuyordu. Bu kozun içinin askeri olarak boş olduğu Bahar Kalkanı Harekatı başladığında, Rejim unsurlarının verdiği büyük kayıplarla zaten anlaşılacaktı. Rusya ise tüm büyük güçler ya da büyük güç gibi davranmaya alışık aktörler gibi zaman zaman büyük güç aptallığına düşebilirdi. Türkiye, ABD ile kurduğu ilişkilerde büyük güçlerin yapacağı- yapabileceği aptallıkların sınırları konusunda o kadar deneyimliydi ki Rusya’nın da hata yapabileceğini bekliyor ama hata yapmamasını umuyordu. Zira, Rusya sahada büyük güçmüş gibi davransa da büyük bir gücün sahip olamayacağı askeri-ekonomik sınırlılıklara sahip bir ülkeydi ve aslında İdlib üzerinden hata yapma lüksü yoktu. Zira, Rusya’nın Doğu Akdeniz’de büyük bir güçmüş gibi “oyun bozan-alternatif masa oluşturan bir aktör” olarak davranabilmesinin en önemli dayanağı Türkiye ile geliştirdiği özel ilişkiydi. Yine de Moskova kendini dev aynasında görebilir diyerek yani kötü senaryo hesaba katılarak hazırlıklar yapıldı. TSK gözlem noktalarına destek, İdlib’e yapılan askeri sevkiyat ve yığınak bu kötü senaryo seçeneği konusunda Ankara’nın son derece planlı hareket ettiğini, Rusya ile koordinasyon hususunun hiç atlanmadığını- kısaca Rusya sorumluluk almazsa başlayacak harekatın diplomatik, hukuki ve askeri alt yapısının oluşturulduğunu gösteriyor.

Rusya’nın hatası

Hikâyenin sonunu biliyoruz, Türkiye’nin stratejik aklı hikâyenin böyle sonuçlandığını uzun süre unutmayacaktır çünkü Rusya’nın hatası içimizi yaktı: Rusya sorumluluk almadı, Rejim saldırılarını durdurmadı, şehitler verdik. Türk askeri vurulduğu andan itibaren, Türkiye sahada askeri olarak cevap vermek yükümlülüğü altına girdi ve İdlib krizinin ikinci aşamasının son evresine girildi. Evet, Türkiye’nin İdlib’de askeri mücadelesi ve müdahalesi -bu noktadan itibaren çeşitli sebeplerle bir zorunluluktu: 1)- Ankara TSK’ya karşı her eylemin misliyle cezalandırılacağı mesajını vermek zorundaydı – ki sürü halinde konvansiyonel bir savaşa yolladığı İHA ve SİHA’larıyla ve topçu atışlarıyla sahada böyle bir eylemin bedelinin ne olabileceğini Rejim/Rusya’ya gösterdi. Bu cezalandırma zorunluluğu sadece TSK’ya karşı Ankara’nın yükümlülüğünden ya da bu cezalandırmayı talep eden kamuoyu baskısından kaynaklanmıyordu. Ankara aynı zamanda cezalandırıcı gücü üzerinden caydırıcılığını rakiplerine göstermek zorundaydı. 2)- Ankara tırmandırma stratejisini stratejik bir kararla benimsedi. Bu kararın iki amacı vardı: a)- Rejimi/Rusya’yı Soçi Mutabakatı sınırlarına ve koşullarına geri dönmeye ikna etmek; b)-İdlib’de var olduğunu ve olacağını göstererek mülteci akını engellemek ve c)- Soçi Mutabakatından Adana Mutabakatına, meşru müdafaa hakkından sivillerin korunması için sorumluluk almaya Türkiye İdlib’den siyasi, diplomatik ve askeri olarak kopartılmayacağını göstermek zorundaydı çünkü Suriye oyununun İdlib ile sınırlı olmadığını Ankara çok iyi biliyordu. Ankara için İdlib’de var olmak, İdlib’de var olmaktan öte Suriye jeopolitik mücadelesinde yeni hesaplar oluşurken bazı sahalarda ön alabilmenin bir aşamasıydı. Nitekim Türkiye’nin NATO, BM, AB ve ABD ile İdlib üzerinden kurduğu yeni diplomasi bu hesapların da ipucunu veriyor.

Yeni oyunun üç yansıması

Bu çerçevede 5 Mart Erdoğan-Putin görüşmesi ve yeni İdlib mutabakatının getirilerini değerlendirmeden önce üç noktanın altını çizmek gerekiyor. Çünkü bu üç nokta Suriye’de İdlib dumanı nedeniyle açık açık görülmeyen yeni bir Suriye jeopolitik oyununun oluştuğunun ipuçlarını veriyor. 5 Mart Mutabakatı da kırılganlığını bu yeni Suriye jeopolitik oyunu çerçevesinde sınayacak.

1)- Türkiye’nin cezalandırıcı kabiliyetleri, cezalandırma kararlılığı ve direnme gücü konusunda itiraf etsin, etmesin kimsenin zihninde bir soru işareti yok. Rejimin hava savunma sistemlerinin gücü hakkında analizler tozlu raflardan indirilmişti ki Ankara İHA/SİHA savaşı ile Rejime çok ağır kayıplar verdirdi. Hatta Batılılar, Türkiye’nin becerdiği şeyi ABD niçin beceremedi diye Obama’nın hayaletini sorguladılar.

2)- Rusya- Türkiye işbirliği ve Türkiye’nin PYD karşıtı operasyonları nedeniyle Fırat’ın batısından elini ayağını çekmek zorunda kalan ABD, Rusya’nın hatasını kullanarak Ankara üzerinden Suriye’nin batısına sınırlı bir geri dönüş imkanına kavuştu. ABD’nin geri dönüşü şimdilik çok sınırlı zira Türkiye’nin İdlib’deki davasını haklı bulduğunu söylemek, mühimmat verebiliriz demek, HTŞ küresel bir tehdit değil minvalinde açıklamalar yapmak, “mültecilere çok üzülüyoruz onların hakkını yalnız Ankara koruyor” benzeri coşkulu ve duygusal çıkışlara imza atmak dışında pek bir şey yapmıyorlar. Yine de ABD’li heyetlerden biri gidiyor, biri geliyor; 5 Mart arifesinde ABD Suriye özel temsilcisi yine Türkiye’nin haklılığının dillendirildiği bir konuşmayı Türkiye’de düzenlenen bir konferansta bizzat yapıyor; ABD’li heyetler insani yardımın dağıtılma koşullarını görüp Ankara’ya hak vermek üzere Türkiye’den Kuzey Suriye’ye geçiyorlar ve ne hikmetse ABD’lilerin hiç biri PYD’nin, PKK’nın P’sini bile dillendirmiyor. Elbette ABD’de kimse geçici hafıza kaybı yaşamıyor. Fırat’ın doğusunda PKK saflarının donatılması için Pentagon’un ayırdığı bütçe rafa kalkmadı, ancak Washington Moskova’nın hatası üzerinden Ankara’ya ve Rusya’ya mesaj vermek fırsatı buldu ve ABD, PKK nedeniyle bu mesajı mahvetmek istemiyor.

ABD’nin mesajı

5 Mart öncesi Jaffrey-Kalın görüşmesi Rusya’ya ve rakiplere Türkiye yalnız değil mesajı veriyordu. Nitekim ABD’de retorik “Türkiye’nin burnunu sürtmekten müttefikiz açıklamalarına” kaymış durumda. NATO’nun Türkiye’ye sağladığı NATO şemsiyesi bu bağlamda hafife alınmamalı. ABD, NATO üzerinden Ankara’ya NATO caydırıcılığını vererek Rusya’ya Doğu Akdeniz’de ayağını denk al, Türkiye NATO üyesi dedi. Rusya bu mesajı çok gönülsüz biçimde almak zorunda kalmış ki, 5 Mart’ta Moskova görüşmeleri sonrası Putin söze Astana’yı zikretmekle başlıyor. Ayrıca, ABD’li heyetlerin mülteciler için fazla gözyaşı dökmeleri, Avrupa sınırına yığılan mülteci gerçekliği ile birleşince AB üzerindeki baskıyı artırıyor. Geri Kabul Anlaşmasının gözden geçirilmesiyle ilgili Ankara’yı ziyaret eden Avrupalılar, Türkiye’ye açılan telefonlar, gönülsüzce verilen destek sözleri bu baskının bir yansıması. AB, Türkiye ile işbirliği yapmanın bir yolunu bulmak zorunda ve bunun işaretleri görülmeye başlandı. Aynı dönemde Rusya-AB ilişkilerinde gerilimin artması, Londra’dan Rusya’ya karşı sert sözlerin duyulması tesadüf değil. Sözün özü; Rusya Türkiye’yi İdlib’de tenha bir köşede yapayalnız yakalayacağını hesaplıyordu. Türkiye çıkarları söz konusu olduğunda tek başına hareket edebilen ama kara propaganda ve kutuplaşmış düşüncelerin körlüğünde sunulanın aksine yalnız bir ülke değil.

İdlib’de çözüm neden acil?

3)-Her ne kadar üstte sayılan iki nokta yeni Suriye jeopolitik oyununda Türkiye’nin elinin kuvvetleneceği emarelerini bize verse de Türkiye İdlib sorununu bir an önce çözmek zarureti ile karşı karşıya. Bu aciliyet, İdlib özelinde düşük yoğunluklu çatışmanın Türkiye’ye çıkardığı maliyetten kaynaklanmıyor. Maliyet elbette can yakıyor ama Türkiye maliyetlere katlanarak güçlenen bir ülke. Aciliyetin sebebi başka: Suriye’deki büyük pazarlık İdlib ile sınırlı değil, Türkiye’nin stratejik hedefi de iki karayolu, üç kasaba ile sınırlı değil. Türkiye, hala, Suriye’nin geleceğinin şekilleneceği büyük pazarlıkta Türkiye’ye karşı kullanılabilecek güvenlik riskleriyle- başta da PYD’nin varlığı ile ilgilenmek zorunda. Rusya ve ABD’nin farklı nedenlerle PKK-PYD’ye destek olması ihtimali Türkiye’nin sahada ve masada büyük uğraşlarla engellediği bir ihtimaldi. Bu ihtimali, Rejim İdlib’den sonra PYD’yi temizleyeceğim dedi diye (buyursun Dayr-e Zor orada) ya da ABD’liler PYD’yi zikretmiyor diye Ankara aklından çıkarmış değil. Bu ihtimali düşündükçe de ABD’ye tam güvenilmeyeceğini, Rusya’yı da şimdilik kaybetmek istemediğini hatırlıyor. Dolayısıyla Rusya ve ABD -daha akıllı hareket etmeyi öğreninceye kadar- Türkiye ara çözümler üzerinden iki başkenti zorlamak zorunda.

Mutabakat bir ara çözüm

5 Mart Mutabakatının da böyle bir ara çözüm olduğunu söyleyebiliriz. Mutabakatın üç maddesi dışında (ateşkes, M4’ün kuzey ve güneyinde güvenli koridor, M4 karayolunda ortak devriye) pek çok önemli ayrıntının teknik komitelere havale edilmesi bize bu ara çözümün, tarafların birbirini zorlayarak ulaştığı zor bir çözüm olduğunu da gösteriyor. Sonuçta Rusya, Türkiye’yi İdlib sahasından koparamadı. Rejim ile Ankara arasında istediği uzlaşıyı sağlayamadı- ki Türkiye İdlib’deki maliyetten Rejimi sorumlu tuttuğunu 5 Mart Zirve’si sonrası liderlerin basın açıklamasında tekrar belirtti. Moskova, Suriye Milli Ordusu’nu tamamen terör unsuru olarak ilan edemedi. Ama Moskova, İdlib’de kendi hareket alanını şimdilik genişletti. Rusya, Soçi Mutabakatı sınırlarına geri çekilme tavizi vermedi ama İdlib sahasının sorumluluğunu Türkiye ile paylaşmayı kabul etti. Kısaca “büyük güç (!?) Rusya” başara başara bu tırmandırma stratejisi sonucunda Soçi Mutabakatı sınırlarına dönmemeyi başardı. Türkiye ile pazarlık yapmak ve şimdilik paylaşımı kabul etmek zorunda kaldı. Durumu Rusya’nın kazançlarını abartarak okuyan, Türkiye-Rusya karşılıklı bağımlılığının asimetrisini -doğru olmasa da- defalarca yazan, ya da kimi hayal kırıklıklarını yansıtan pek çok analiz okuyacağımıza eminim. Çünkü ara çözüm adı üzerinde ara çözümdür. Türkiye kalıcı ateşkesin oluşması konusunda Rejim/Rusya’nın ne kadar sağduyulu davranacağını tam bilemiyor, dahası Rusya’ya -elbette tam güvenmiyor. 5 Mart liderler açıklamasında Rusya devlet başkanının Astana sürecini (Türkiye-Rusya asgari müşterekleri), Türkiye Cumhurbaşkanının Soçi Mutabakatını (Türkiye’nin güvenliği için sahada azami kazanç) referans alması da Rejim’den yükselen aykırı sesler de Türkiye’nin Rusya’nın aptalca davranabileceğini, hata yapabileceğini artık bilmesi de bu ateşkesi kırılgan hale getiriyor.

Gelecek yol haritası

Ankara’nın aklında İdlib ve İdlib’in ötesindeki büyük pazarlıklar var. 2011’den beri Ankara Suriye’de jeopolitik oyunun tekrar tekrar yeniden kurulduğunu, ABD’nin Suriye’den çekilip çekilip geri döndüğünü, büyük güçlerin Suriye özelinde aptallaşabildiğini gördü. 2011’den bu yana Türkiye Suriye’de daha akıllı nasıl olunur bunu öğrendi. Türkiye’nin akıllı olması hiç maliyet üstlenmemesi anlamına gelmiyor. Maliyet, en acı maliyet şehitlerimiz, bizim gücümüzdür. Maliyet herkes için geçerli ama. ABD ve Rusya içinse en acı maliyet, Suriye’de kaybettikleri para, teçhizat ve insan değil, Türkiye’yi kaybetmektir. Bu nedenle Suriye büyük pazarlığının taşları yeniden düzenlenirken büyük güçlerin bir an önce Türkiye’ye karşı daha akıllı hareket etmeyi öğrenmesi lazım. 5 Mart Mutabakatından bağımsız, Türkiye-Rusya işbirliği İdlib’de rehin alınmamalıydı. Bu hatanın telafisi Moskova’ya çok pahalıya mal olacak. Umarız Rusya bu öğrenme sürecini 5 Mart Mutabakatından başlayarak hızlandırır ve ABD’nin zevkle izlediği raydan çıkan Astana trenini tekrar Rusya-Türkiye işbirliği güzergahına oturtur.

@nursinguney