İdlib'te son dönemeç mi?

Dr. Göktuğ Sönmez / ORSAM Güvenlik Çalışmaları Direktörü
15.02.2020

Türkiye'ye rejimin olası kontrolü neticesinde 1 ila 1,5 milyon mültecinin akmasının mümkün olduğu değerlendiriliyor. Bunun Türkiye açısından ortaya çıkarması muhtemel insani ve finansal yüküne ilaveten bu manzara, rejimin giderek artan biçimde tüm muhalifleri Türkiye'ye zorunlu göçe tabi tutarak kendi gücünü sonraki on yıllarda korumanın bir aracı olarak kullandığı izlenimini de veriyor.


İdlib'te son dönemeç mi?

Çatışmasızlık bölgeleri içerisinde rejimin üzerinde kontrolünü sağlayamadığı tek bölge olan İdlib, bu özelliğiyle uluslararası toplum ve Türkiye tarafından terör örgütü ilan edilen HTŞ gibi yapılarla birlikte zamanla HTŞ karşısında zayıflayan Zengi Hareketi ve Ahrar Şam gibi grupları da barındıran, rejime muhalif grupların ve nüfusun büyük ölçüde toplanmaya mecbur bırakıldığı bir saatli bomba durumundadır. Bu özelliği yalnızca İdlib’te tırmanan askeri gerilim bağlamında değil, aynı zamanda olası rejim kontrolü durumunda halihazırda başlayan insani zorunlu hareketin devamı anlamında da değerlendirmek mümkündür. Doğu Guta ve Deraa, Rastan ve Talbise ve Kuneytra bölgelerinin rejim kontrolüne geçmesiyle İdlib’e yığılan nüfusla birlikte İdlib yalnızca 45 bin civarında farklı gruplara mensup savaşçıları değil, aynı zamanda nüfusu süreçte ikiye katlanmış olmakla güncelde 4 milyon nüfusa sahip bir hale gelmiştir.

Hayati bir hedef

Ağustos ayındaki Han Şeyhun hamlesiyle başlayarak rejim, İdlib’in güneydoğusunda ilerleyişine başlamış, bu süreç içerisinde 8, 10, 11,12 no’lu Türk gözlem noktaları rejim bölgesi içerisinde kalmıştır. İdlib, rejim ve Rusya açısından rejimin yeniden kazanmakta olduğu alan kontrolü bağlamında bunu yalnızca kısa değil orta ve uzun vadede de tehdit edebilecek aktüel ve potansiyel insan kaynağının bir arada olduğu hayati bir hedef olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’ye rejimin olası kontrolü neticesinde 1 ila 1.5 milyon mültecinin akmasının mümkün olduğu değerlendirilirken bunun Türkiye açısından ortaya çıkarması muhtemel insani ve finansal yüküne ilaveten bu manzara, rejimin giderek artan biçimde tüm muhalifleri Türkiye’ye zorunlu göçe tabi tutarak kendi gücünü sonraki on yıllarda korumanın bir aracı olarak kullandığı izlenimini de vermektedir. M4 ve M5 otoyollarının kontrolünü sağlamak maksatlı olarak rejimin Serakib ve Maarat el-Numan’a ilerleyişi ile birlikte Türk gözlem noktalarına yönelik tehdidin artması ve Türkiye açısından bu otoyollarının önemi birlikte değerlendirilerek, İdlib’in olası düşüşüyle ortaya çıkabilecek insani dram ve göç akını ve İdlib’teki ılımlı muhaliflerin ortadan kaldırılmasının engellenmesi maksatlı olarak aksiyon alma gereği ortaya çıkmıştır. Şubat başından itibaren Türkiye İdlib’e yoğun bir askeri sevkiyat gerçekleştirmiş, ZPT, tank, obüs, mühimmat ve iş makinaları aktarılmış, komandolar bölgeye sevk edilmiş, adım adım meselenin çözümüne yönelik askeri caydırıcılık opsiyonu daha fazla kullanacağı taktiksel bir çizgi izleyeceği öngörülmüştür. 10 Şubat’ta beş askerin şehit olması ve beş askerin yaralanması neticesinde yapılan karşı hamlede 101 rejim unsuru etkisiz hale getirilirken üç tank ile iki top mevzii tahrip edilmiştir. İlerleyen günlerde Milli Savunma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalarla birlikte bu sayı 207 rejim unsurunun etkisiz hale getirilmesine ulaşmıştır. Aynı zamanda Türkiye’nin hem Koral sistemlerinin kullanımıyla rejim ve Rus sistemlerinin köreltilerek kısa vadeli operasyonel alanlar açılması hem de muhaliflere aktarılabilecek MANPADS sistemler ile hava sahasının Türkiye’nin istediği etkinlikte kullanamadığı durumda dahi diğer aktörler için de kısıtlamalara uğraması hedeflenecektir. Bu doğrultuda Koral’lar İdlib sınırına aktarılmış, 11 Şubat’ta muhaliflerin düşürdüğü rejim helikopteri ve bunun FIM-92 sistemiyle yapılmış olması bu olasılığı kanıtlayan verilerdir.

Siyasi ve diplomatik maliyet

Olası senaryolar değerlendirildiğinde rejim ve Rusya’nın İdlib’in daha önce değinilen kısa, orta ve uzun vadeli rejime tehdit oluşturucu potansiyeli dolayısıyla Türk gözlem noktalarının ötesine çekilmesi ve İdlib’i tamamen terk etmesi olası gözükmemektedir. Rejim için oldukça hayati önem taşıyan İdlib’te Türkiye’nin istediği geri çekilmeyi sağlamanın olası yollarından birisi Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Bölgeleriyle birlikte İdlib’te ve Halep’teki muhalif unsurlarla beraber rejime farklı cephelerde ve zamanlamalarla saldırılar üzerinden İldib’te bulunmanın askeri ve siyasal maliyetini katlanılamaz noktaya çekmektir. Ancak bu durumun hava sahasının kontrolü Rusya’da bulunur ve Rusya doğrudan çatışmaya müdahil olmasa dahi rejimin yanında şu ana kadar kısıtlı da olsa angajman sergilerken hayata geçirilmesinin sonuçları dikkatle değerlendirilmelidir. Bununla birlikte İdlib’in tamamen rejim tarafından kontrolü içinse sahada varlığını hızla nitel ve nicel olarak artıran Türk Silahlı Kuvvetleri’ni doğrudan ve kapsamlı biçimde hedef alması gerekmektedir. Özellikle Rusya açısından bunun askeri bedeliyle birlikte siyasi ve diplomatik maliyeti ve ABD ile Türkiye arasında özellikle YPG ve F-35 odaklı bir gerilim mevcutken iki ülke arasında bir köprü oluşturacak böylesi bir gerilime mahal verilmesi rasyonel gözükmemektedir.

Kontrollü gerilim

Halihazırda İdlib, tarafların kontrollü bir gerilimle birbirlerini tarttığı, bir diğerinin askeri ve diplomatik sınırlılıkları ve kabiliyetini test ettiği, bu doğrultuda kabiliyetlerini artırdığı ve saha içinde ve dışındaki aktörlerin pozisyonunu ölçmeye çalıştığı bir saha olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç askeri angajmanın hızla tırmandığı bir evreye geçebileceği gibi, bunun tüm aktörler açısından maliyeti ve meselenin düzenli orduların birbiriyle savaş iklimine girdiği bir noktaya taşınmasının sonuçları dolayısıyla bu ihtimal çok olası gözükmemektedir. Tarafların mevcut etki alanlarında hareketi sonlandırarak tamamen diplomasiyle sorunu çözmesini gerektirecek güç dengelenmesi de yaşanmamıştır. Dolayısıyla ilk etapta en olası ihtimallerden biri İdlib’in yeni sınırlarının ortaya çıkması ve yeni kontrol bölgeleri belirlenmesidir. Rejimin de iç savaş başından bu yana ilk kez M5 otoyolunu tamamen kontrol eder hale gelmiş ve ülkedeki kontrolünü çok büyük oranda kaybetmişken kontrol alanını yıllar içerisinde Rusya ve İran desteğiyle bu denli artırmışken bu olasılık için ağırlığını kıyması mümkündür. Ancak İdlib’te böylesi bir ihtimalde çizilecek yeni sınırların kalıcılığı da yine ileriki yıllardaki diplomatik ve askeri dinamiklerin seyrine göre şekillenecektir.

Rusya ABD’den farklı mı?

Diplomatik alanda da İdlib meselesi, oldukça yoğun bir trafiğe ve kamu diplomasisi çabasına neden olmuştur. ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’ninani Türkiye ziyareti oldukça önemlidir. Bu ziyaret ve ABD’den gelen destek açıklamalarıyla Türkiye-ABD ilişkilerinde kısmi onarım ve Türkiye’nin Rusya ile artan diyalogunun İdlib çerçevesinde kan kaybetmesini mümkün kılabilecek bir işbirliği zemini arandığı değerlendirilebilmektedir. ABD açısından Rusya’nın Suriye’de pozisyonunu perçinleyebilecek ve bölgede kalıcılığını garanti edebilecek İdlib hamlesinin engellenmesi, özellikle AB açısından ise olası mülteci dalgasının önlenmesi önem arz etmekle birlikte bu aktörlerin ve NATO’nun henüz somut bir girişimde bulunduğu hatta söylem düzeyinde dahi yeterli sertlikte bir pozisyon aldığını söylemek mümkün değildir. Suriye sahasından kimi üslerini dahi toparlayamadan çekilme kararını uygulamak zorunda kalan ABD’nin dahlinin ne kadar oyun değiştirici rol oynayacağı, enerji güvenliği bağlamında Rusya ile oldukça girift ilişkilere sahip AB üyesi ülkelerin nasıl bir tutum izleyebileceği soru işaretli olduğundan meselenin daha ziyade bugüne kadar olduğu üzere Türkiye ile Rusya ve kısmen İran’ın diplomatik ve askeri araçlarının ışığında ele alınması gerekebilecektir. Bu bağlamda askeri hamlelerle eş zamanlı ilerleyen bazı önemli diplomatik hamleleri de değerlendirmek gerekmektedir. Harekatın ilk gününde Rus Dış İstihbarat Servisi Başkanı Sergey Naryshkin BAE ziyareti gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda görüşmelerde Türkiye ile özellikle Libya’da farklı aktörleri destekleyen ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi çevreleme çabasındaki bloğun önemli aktörlerinden olan BAE ziyaretindeki gündem merak konusu olmuştur. Öte yandan ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Türkiye ziyareti ve Türkçe yaptığı açıklamada Rusya ve rejimi doğrudan hedef göstermesi ve Türkiye ile müttefiklik vurgusu yapması, bu söylemin Mike Pompeo tarafından destek görmesi de Rusya ile Türkiye arasındaki gerilimle birlikte ABD’nin Rusya’nın bölgedeki gücünü artırmasını engellemenin ötesinde Türkiye ile ilişkilerini onarma ve Rusya ile arasında mesafe koymasını sağlama çabaları olarak okunabilir. Bununla birlikte ABD Ulusal Güvenlik danışmanı Robert O’Brien’ın ABD’nin doğrudan askeri bir önlem almayacağı, böylesi bir rolü gerekli görmediği ve Rusya’nın Türkiye ile aralarındaki sorunu kendileri çözmeleri gerektiği vurgusu karmaşık mesajlar göndermekte, bu durum aynı zamanda ABD içerisinde farklı kliklerin Türkiye’ye ve Rusya’nın bölgedeki rolü ile ABD’nin bölgedeki rolüne farklı bakışlarının da yansıması olarak değerlendirilebilmektedir. ABD’nin bölgeden çekilme çabasına karşın Rusya ile Türkiye arasındaki gerilimi tırmandırma ve Suriye’de sürdürdüğü kısıtlı varlığının anlamlı bir kazanıma dönüşmesini garanti altına almak için askeri olarak değilse dahi özellikle Rusya nezdinde diplomatik olarak daha aktif angajman izlemesi olası görülmektedir. Rejimle ABD arasında gerilime dönüşebilecek bir olay ise 12 Şubat’ta yaşanmış, Haseke’de rejim üniformalı kişilerin ABD kuvvetlerine ateş açması neticesinde ABD askerinin karşılığı neticesinde bir rejim askeri hayatını kaybetmiş ve ABD uçakları iki rejim noktasını vurmuştur. Rusya’nın ABD’nin daha aktif diplomatik süreç izleme çabasına karşı sosyal medya hesaplarından konuya dair Pompeo’nun açıklaması ile Anadolu Ajansı kaynaklı ABD-YPG ilişkisine dair haberin infografiğini birlikte kullanan bir paylaşımı büyükelçilik hesabından yapmıştır.

Caydırıcı askeri varlık

Bununla birlikte Rusya’nın terörist Mazlum ile görüşmeleri ve PKK’nın Moskova’da ofis açmasına izin vermiş olması gibi geçtiğimiz yıllarda gündeme gelen gelişmeler, Rusya’nın da ABD çizgisinden ne denli farklı bir tutarlılık izlediği konusunda soru işaretleri uyandırmaktadır. Bahsi geçen YPG-Rusya bağlantısına ilaveten 2016 ortasında Çukurca’da Rus MANPADS’i ile düşürülen helikopterimiz (ve bu sistemin olaydan kısa süre önce 2015’te Caesar Kunikov gemisinde güvertede sergilenmesi) ve Suriye’de Kornet saldırılarına maruz kalan tanklarımız göz önünde bulundurulduğunda Rusya’nın da kamu diplomasisi anlamında ABD’den daha kolay bir sınav vermesi mümkün görünmemektedir. Bu manzarada görülen odur ki, dönemsel olarak ve spesifik odakla kimi konularda işbirliği imkanları rasyonel biçimde araştırılmakla birlikte bölgedeki güçlerin her birinin kendi gündemleri ve bu gündemlerin dönemsel öncelik sıralaması değişmekte. Türkiye’nin kendi ulusal çıkarları odaklı olarak hem bu aktörlerle ilişkilerini anlık gözden geçirmesi hem de kimi zaman sert güç gerektiren hamlelerle hareket etmesi gerekmektedir ki Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı,Barış Pınarı Harekatı ve devam etmekte olan İdlib’teki caydırıcı askeri varlık ve kararlılık, neticeleri itibariyle bu çizginin isabetliliğini göstermektedir.

@GoktugSonmez