İEL'yi kim teslim aldı?

Mehmet Fatih Kacır / İstanbul Erkek Lisesi Mezunu
18.06.2016

Devlet okullarının müdürlerini Milli Eğitim Bakanlığı tayin eder. Özel okulların müdürlerini ise okul sahipleri. Müdür seçimi yapmak isteyen kurar bir özel okul, kendi müdürünü kendi seçer. Fakat İEL bir devlet okulu. Kim İEL’i hangi bedelle satın alıp özel okul yapmış ki, müdür seçimini de ben yapayım, diyor?


İEL'yi kim teslim aldı?

Son günlerde ülke gündeminde bazı liselerde yapılan protestolar ve liselerin logolarının basılı olduğu fakat imzasız olduğu için aslında korsan olarak nitelendirilebilecek hükümet karşıtı bildiriler yer tutuyor. Kimileri, liselerden başlayacak bir ayaklanmanın hayalini kuruyor, Gezi isyanındaki y kuşağı güzellemelerini yineliyor bu vesileyle.

İlk vaka İstanbul Erkek Lisesi’nde (İEL) yaşandı. Benim de 2003 yılında mezun olduğum tanınmış bir okul İEL. Üç başbakan, birçok sanatçı, iş adamı, akademisyen, gazeteci, yazar bu okuldan mezun. Bu kez başarılı bir mezunuyla değil, mezuniyet töreninde öğrencilerin okul müdürünü protesto maksadıyla arkalarını dönmesiyle ülke gündeminde lise. Yayınlanan bir bildiriyle daha iyi anlaşılıyor mesele: “Karanlığı ve esareti gördük. Ateşi ve ihaneti gören abilerimize paydaş bildik kendimizi. (...) Karanlığı yok etmek için okuduk. Kurtulduk dogmalarımızdan. (...) Bilin ki nefesiniz kesildiğinde ağabeyleriniz, ablalarınız inletecektir bu koridorları.”

Aynı anahtar kelimelerle yazılmış, başka başka okulların amblemleri altına iliştirilmiş ve fakat her nasılsa imzası unutulmuş (!) bildiriler yayıldı peşpeşe. Siyasetin doğal mecrasında muhalefet yapmayı beceremeyen bazı siyasetçiler -ergen gençleri Gezi’de nasıl da gazlamıştık, bir kere daha neden olmasın- tavrıyla hemen dahil oldular konuya. Aşırı-marjinal gruplar ve örgütler de fırsat bu fırsat edasıyla ‘arkalarında durdular’ bu protestoların.

2004’te mezuniyet sonrası ilk aşure günü olması heyecanıyla gittiğimde, hükümet karşıtı konuşmalar, “İstanbul Erkek teslim olmaz!” nidaları vardı. Sözümona hükümet, lisenin tarihi binasını satacak ve otel yaptıracakmış. Uydurma olduğu her halinden belli bu haber, birileri için henüz hiç alışamadıkları hükümete yüklenme, o günlerde çok moda olan laiklik tartışmalarında okulu taraf haline getirme ve bu yolla okulda sürdüregeldikleri sosyal egemenliği güçlendirme vesilesi olmuştu.

Üzülmüştüm. Kendilerinin teslim oldukları zihniyetin ne kadar arkaik, demode ve çağdışı olduğunun farkında değillerdi. Memleketin yetenekli sayılan gençlerinin okuduğu okul, birilerince, tıpkı 28 Şubat dönemindeki öğrencilik yıllarımızdan hatırladığım gibi, çoğulculuktan uzak, tektipçi, jakoben bir culture esir edilmek isteniyordu.

Tek tipçi anlayış

O günden sonra uzun yıllar gitmedim aşure günlerine. Ta ki bu seneye kadar... 2016 mezunlarının okul müdürüne karşı gibi duran ve fakat elbette okul müdürünün şahsından çok hükümete karşı yapılmış olan ancak benim açımdan çok daha önemlisi okul içerisinde yine ve yeniden bir mahalle baskısı oluşturmaya meyyal eylemlerinden sonra bu sene tekrar katılmak istedim aşure gününe. Ve gördüm ki, aynı tas, aynı hamam... Kürsüde yine gericilikten, karanlıktan, aydınlıktan, çağdaşlıktan bahseden konuşmalar.  “Her yer teslim olsa, İstanbul Erkek teslim olmaz!” diskuru...

Kim kime neyi teslim ediyor, kim kimden neyi teslim alıyor Allah aşkına?

Ne oluyoruz?

Kuruluşu Osmanlı dönemine dayanan ve bu tarihi kimliğiyle gurur duyulan bir okul İstanbul Erkek. 1884 yılında, yani henüz Mustafa Kemal 3 yaşındayken kurulmuş olan lisenin kurucu değerinin Kemalizm olduğunu söyleyemeyiz muhtemelen. Kaldı ki, zaman akıp gidiyor. Çağdaşlıktan bahsedenlere hiç yakışıyor mu tektipçi, statükocu, eskide kalmış bir ideolojiye bir camiayı ve bir toplumu mahkum etmek?

Kim bu okulları ne zaman hangi yolla teslim aldı ki, şimdi teslim etmeyeceğiz diye bağırıyor birileri?

Büyük insanlar.... Memleketin sahipleri... Birinci sınıf vatandaşlar... Her şeyin en iyisini, en doğrusunu onlar bilirler. Yıllarca memleketi yönettiler, halka rağmen halk için. Halk ne bilirdi ki kendisi için neyin iyi olduğunu? Onlar en iyisini bilir, halka da öğretirlerdi. 

“Bu müdürle olmaz, bu müdürü kim atamış buraya böyle? Hem abilerimizle görüşmüyor bile. “

Abilerimiz derken?

Devlet okullarının müdürlerini Milli Eğitim Bakanlığı tayin eder. Özel okulların müdürlerini ise okul sahipleri... Müdür seçimi yapmak isteyen kurar bir özel okul, kendi müdürünü kendi seçer. Fakat İEL bir devlet okulu. Kim İEL’i hangi bedelle satın alıp özel okul yapmış ki, müdür seçimini de ben yapayım, diyor?

Liselere musallat oldular

Müdür bey göreve gelmiş de okulun başarısı mı düşmüş? Dert bu mudur? Elbette hayır! Daha bu sene bilim olimpiyatlarında derece alan öğrencileri vardı yine lisenin.

-Efendim müdür bey her istenen kişinin okulda konuşma yapmasına izin vermiyor?

- Mesela?

- Mesela Emrah Serbes...

- Hani şu “Sarayı Erdoğan’a mezar olacak” diyen mi?

Müdür Bey, bir program için korodaki kız öğrencilere etek giymeyin de pantolon giyin demiş. Yok yok, aslında öğrencilere kendisi dememiş de öğretmene söyletmiş. Yok, aslında tam olarak öyle de değil de uyumlu giyinsinler demiş. Hiçbirisi de demiyor ki, arkadaş, adamın bir derdi olsa her gün bunu gündem yapar, niye bir günlük uğraşsın? Okulda kıyafet kısıtlaması olmadı mı hiç? Oldu elbette. Diğer okullardaki gibi İEL’de de başörtülüler okula başörtüleriyle alınmıyorlardı yakın bir zamana kadar. Ama bitti, geçti, gitti. Artık memlekette özgürlük var. Herkes istediği kıyafeti giyiyor, gidiyor okuluna.

“Olur mu canım öyle şey. Hiç de bir sorun yoktu. Bizim zamanımızda da türbanlı arkadaşlarımız vardı. Gayet de rahat okuyorlardı.”

Nasıl yani, dememe kalmadan...

“Kapının önünde çıkarır türbanlarını okula girer, okuldan çıkınca da rahatça takıp giderlerdi.”

Şaka değil efendim, gerçek bu cümleler. Ben bizzat duydum.

Aslında ben kaçırmışım, ilk kıyamet Kutlu Doğum haftasında kopmuş. Nasıl olurmuş, nereden de çıkmış bu Kutlu Doğum?

Bayım, o konu 27 Nisan 2007’de e-muhtırayla açıldı, ardındaki ilk seçimde 22 Temmuz 2007’de kapandı. Lütfen güncelleme yapalım, lütfen...

Nurettin Topçu’yu anma günlerine bile tahammülü yoktur kimilerinin. İEL mezunu ve yıllarca İEL’de hocalık yapmış Topçu’nun anılması bile tahammül sınırlarını zorlar fazlaca. Hele ki o türbanlılar... Onlar da nereden çıkıp gelmiştir o anma toplantısına? 28 Şubat günlerinde müzik derslerinde marşlar söylenirken o kadar da balyoz indirmişlerdi halbuki kafalarına. Bir ezilmediler, bitmediler gitti bunlar. Nasıldı o marş? Hoyrarirarira hey... Hoy diyince o türbanlılara, rarira rarira hey diyince çember sakallılara....

Bağnazlıkla mücadele

Bu gibi okullardaki iklimin memleketin genelinden bu denli farklı ve kopuk oluşunun bir sebebi işte yukarıda anlatmaya çalıştığım mahalle baskısıdır. Pek çok anadolu insanı anne-baba, çekinir bu okullara göndermeye çocuğunu. Haklı olarak... Gidenler de seslerini çıkaramaz, sessizce girip, sessizce mezun olmaya bakarlar çoğunlukla.

Aslında gözlemim ve düşüncem o ki, İEL öğrenci ve mezunlarının da büyük kısmı bu kadar tektipçi,  jakoben değiller. Fakat her nasılsa, bir şekilde teslim oluyor okulların iklimi bu bağnazlığa. “Die Welle/Dalga” diye bir kitap okumuştuk  ortaokulda. Bir okul örneğinden hareketle tektipçiliğin nasıl hızla hakim kültür haline geldiğini anlatıyordu. Hep o gelir, bu konuyu düşününce aklıma. Her halde diyorum, öyle bir dönem geldi geçti memlekette. Baskıcı, totaliter bir dönem... Birkaç da askeri darbe... Sindi, kaldı buralarda ağır baskıcı havası o dönemlerin.

Ama artık herkesin farketmesi lazım bazı şeyleri. Bu bağnazlığın İEL ve benzeri okulların toplumdaki itibarını yerle bir ettiğini, marjinalleştirdiğini görmesi lazım herkesin. Ülkede kendi mecrasında muhalefet yapmayı beceremeyenlerin, hemen okulun adını nasıl da siyasal amaçları için kullandıklarını, anamuhalefetin başındaki biçare şahsın hemen tweet’e neden sarıldığını, marjinal, uç bilimum siyasal akımın hemen nasıl da buradan taban tutturmaya çalıştığını ve bütün bunların neticesinde zarar görenin ve görecek olanın İstanbul Erkek olduğunu görmesi lazım herkesin.

Sadece İstanbul Erkek’te değil, başkaca okullarda da birilerinin okulların logolarının basılı olduğu kağıtlarla bildiriler yazınca okulların sahibi olduklarını zannettiklerini, bir okula sahip çıkmakla o okulun tek sahibi olduğunu zannetmek arasında önemli bir fark olduğunu görmeli artık herkes.

Okulların mezunlar derneklerinin yöneticileri de asli vazifelerinin siyaset yapmak değil, tüzüklerinde yazdığı gibi okullar ve mezunlar lehine gerçek çalışmalar yapmak olduğunu, öğrencilere destek olmanın yolunun ise onları siyasi bir taraf haline getirip kışkırtmaktan değil, akademik ve sosyal alanlarda desteklemekten geçtiğini, mezunlarının arasında her görüşten insanın varlığının doğal, kıymetli ve saygıdeğer olduğunu hep akıllarında tutmalılar.

Kendilerinden olmayan fakat halkın teveccüh gösterdiği her güçlü lidere sivil diktatör iftirası atanlar ve memlekette bir çoğunluk tahakkümü olduğu yaygarası koparanlar ise liselerde, üniversitelerde sözde çağdaşlık adına kurulmak istenen mahalle baskısını iyi okumalılar. Yıllarca ileri demokrasi sevdalısı zannedilen liberaller ve sosyalistlerin pek çoğunun tek önceliği mevcut iktidardan ve Sayın Erdoğan’dan demokratik olmayan yollarla da olsa kurtulmak haline geldi. Bundandır göremiyor oluşları hakikatleri.

Sekiz senem geçti İstanbul Erkek’te. Sirkeci yokuşundan çıkarken kafamı her yukarı kaldırıp baktığımda, 11 yaşımda babamla birlikte kayıt yaptırmaya giderken okulu ilk gördüğüm an gelir aklıma. Nice güzel insan yetiştirdi bugüne kadar İstanbul Erkek, daha nice güzel insan da yetiştirecek. Okul üzerinde tahakküm kurmaya çalışan bu bağnazlara rağmen.

[email protected]