İfade özgürlüğü ve sınırları üzerine bir tespit

Mehmet Uçum / Hukukçu
18.07.2020

Basın İlan Kurumu (BİK) tarafından yazılı basına verilen ilan kesme cezaları, yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimlerini ifade özgürlüğünün sınırları dışında bırakmanın temel bir yöntemi ve son dönemde oluşturulan anti-özgürlük alanına karşı hukuk içinde alınmış bir tedbirdir.


İfade özgürlüğü ve sınırları üzerine bir tespit

Özgürlükçü devlet, hak ve özgürlükler karşısında pozisyon alan değil, hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesini kolaylaştırmakla ve güvence altına almakla mükellef bir güçtür. Asıl olan hak ve özgürlüklere dokunulmaması, hak ve özgürlüklere karışılmamasıdır. Bunun için hukuk devleti bağlamında hukuk-özgürlük ilişkisinin nasıl kurulduğu belirleyicidir. Çoğunlukla kabul edildiği üzere, hukukun idesi/amacı adalet ve/veya eşitlik değil, özgürlük olmalıdır. Bu noktada, bireysel olarak aynı yönelimde bulunan insanların özgürlük idealine dönük eylemlerinin yaratacağı çatışmalarda sorununun nasıl çözüleceği hukuk alanının en temel problemi olmaktadır.

İfade özgürlüğü

Öncelikle, hukuk karmaşık toplum yapısı içerisinde yer alan her bireyin ve her grubun ifade özgürlüğünün etkin kullanımlarını güvence altına almalıdır. Ancak hukuk bu çetrefil soruna çözüm bulmaya çalışırken hem düzen hem güven ilkelerine göre normlar koyabilmeli hem de özgürlük yönelimine zarar vermemelidir. Özgürlük yönelimine zarar vermemek, ifade özgürlüğünü düzen ve güven için sınırlamamak demektir. Bu noktada bir paradokstan söz edilebilir. O da hukukun ifade özgürlüğünü sınırlamadan nasıl bir düzen ve güven sağlayacağıdır. Hukukun sağlayacağı düzen ve güvenin amacı, aslında ifade özgürlüğünü kullanmanın koşullarını yaratmaktır. Başka bir anlatımla, ifade özgürlüğü başka herhangi bir ilke için değil, tümüyle ifade özgürlüğüne etkinlik kazandırmak için sınırlanabilir.

Nasıl ki mutlak yasak olanaksız ise, mutlak sınırsızlık da olanaksızdır. Her iki durumda da ifade özgürlüğüne ilişkin bir alan kalmaz. İşte bu gerçek, ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın tek meşru nedenidir. Buradan türetilen ölçüt; herkes için ifade özgürlüğünü güvence altına almaktır. Bu ölçüt sınırlamanın derecesini belirler. Sınırlama ancak ve sadece ifade özgürlüğünün herkes için aynı düzeyde etkin kullanımına olanak sağlayacak ve bu kullanıma zarar vermeyecek derecede olabilir. Bu noktada derin bir tartışma konusu olan bir sorun daha ortaya çıkmaktadır: Hukuk özgür ifadeyi güvence altına almak için zararlandırıcı sonuç doğurabilecek ifade biçimlerine karşı önlem almak zorundadır. Ancak zarar verici ifade etme biçimleri hangi ölçütlere göre tespit edilir? Bu ölçütleri belirlerken evrensel ve kapsayıcı yerel değerleri esas almak en sade yaklaşımdır. Evrensel değerler açısından hayat hakkı başat ölçütlerden biridir. Hayat hakkını, güvenli bir ortamda yaşama hakkını, düzen içinde ve adaletli bir ortamda yaşama hakkını, inandığı ve tercih ettiği gibi yaşama hakkını, maddi manevi varlığını koruyarak ve geliştirerek yaşama hakkını, gelecek tasavvurunda bulunma ve buna uygun faaliyet yürütme hakkını hiçbir ifade etme biçimi sınırlayamaz. Bu haklara zarar veremez.

Buna göre, şiddet ve terör esaslı ifade etme biçimlerinin meşru olmadığı konusunda evrensel hukukta genel bir mutabakat olduğu kabul edilir. Evrensel değerler ve hukuk müktesebatı bakımından şiddet ve terörü açık ve gerçek tehlike haline getiren ifade etme biçimleri de bu bağlamda hukuk dışı sayılır. Yine bireysel ve kolektif kişilere, temsil kurumlarına yönelik aşağılama, hakaret içeren ifade etme biçimleri, nefret suçu oluşturan ifade biçimleri, kimlikler, inançlar ve tercihler arasında hiyerarşi oluşturan, kapsayıcı yerel değerleri aşağılayan ve kültürel olarak tasfiye etmeye çalışan ifade biçimleri evrensel hukukun norm ve değerlerinin korumadığı alanda kalır.

Yıkıcı ifade biçimleri

Bunlar yıkıcı ifade biçimleridir. Yıkıcı ifade biçimleri özgürce ifade etmenin koşullarını yok eder. Özgürlük adına veya özgürlük için; şiddet ve terör yoluyla yerelliğe, güvenliğe, bütünlüğe karşı çıkmak yahut düzen ve güveni sağlayacak/sağlaması gereken koruyucu yapıları/kişileri etkisizleştirmeye çalışmak özgürlük alanlarını daraltır ve nihayetinde yok eder. Özgürlük adına çıkılan yol, özgürlüğü yok ederek son bulur. Özgürlükten mahrum kalmamak adına yıkıcı ifade biçimlerine karşı etkili önlemler almak, ifade etme mecralarının olağanüstü çeşitlendiği günümüzde devletin en temel ödevlerinden biri haline gelmiştir. Bu çerçevede, eleştiri hakkı da ancak ifade etmenin kendisine ve koşullarına katkı yaptığı ölçüde özgürce ifade etmenin parçası olur. Aksi durumda, yani yıkıcı ifade etmenin aracı olan eleştiri, eleştiri olma özelliğini yitirir ve kaçınılmaz olarak negatif bir karşı çıkışla yüzleşmek zorunda kalır.

Adalet ve eşitlik ise, hukukun özgürlük amacına yönelik olarak ifade özgürlüğünün etkin bir biçimde kullanılmasının koşullarına ilişkin niteliklerdir. Sonuç olarak düzen ve güven içinde adil ve eşit koşullarda herkes için ifade özgürlüğünü etkin kılmak, hukukun temel işlevidir. Bu nedenle, hukukun idesi/amacı özgürlüktür. Yine bu nedenle günümüzün demokratik devletleri gerçekten hukuk devleti olacaklarsa tüm kuvvetleri üzerinden hukukla kuracakları ilişkiyi bu amacı esas alarak yapılandırmalıdır. Bu yapılırken de zararlandırıcı sonuçlar doğuran ve yıkıcı olan ifade etme biçimlerinin, ifade özgürlüğü alanının sınırları dışında kaldığı hukuk düzeni içinde net olarak gösterilmelidir. Unutulmamalıdır ki, günümüzde her mecrada gelişen ama özellikle de sosyal medyanın sınırsız kullanımı üzerinden yaygınlaşan yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimleri herkesin pozitif ve negatif ifade özgürlüğünün en büyük düşmanıdır. Yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimleriyle bir anti-özgürlük alanı oluşturulmuştur. Bugün ifade özgürlüğünü kemiren bu anti-özgürlük alanına karşı hukuk içinde önlem almak ve yaptırımlar uygulamak toplumların en önemli ihtiyaçlarından biri haline gelmiştir.

Bu bağlamda Basın İlan Kurumu (BİK) tarafından yazılı basına verilen ilan kesme cezaları, yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimlerini ifade özgürlüğünün sınırları dışında bırakmanın temel bir yöntemi ve son dönemde oluşturulan anti-özgürlük alanına karşı hukuk içinde alınmış bir tedbirdir. Örneğin Cumhuriyet gazetesinde yapıldığı gibi, devlet koruması altında bulunan üst kademe bir yöneticinin adresini sokağına kadar ifşa etmek, evini fotoğraflayıp özel hayatın mahremiyetini ihlal etmek, hakkında yargı kararlarına dayanmayan bir şekilde suç isnadında bulunmak, lekelenmeme hakkını gözardı etmek, özgürlükçü devletin koruması altında bulunan ifade özgürlüğünü, zararlandırıcı sonuç doğuracak şekilde kullanarak hukukun idesi olan birey özgürlüğünü doğrudan ve en ağır bir biçimde ihlal etmek anlamına gelir. Bu durumda idari yaptırımlarla karşılaşmak kaçınılmaz olur.

Yine Cumhuriyet gazetesinde yapıldığı gibi, TSK’nın Suriye’nin kuzeyinde yürütmüş olduğu Barış Pınarı Harekâtı için bir köşe yazısının başlığında “dışkının” argo dildeki karşılığını kullanıp, askeri operasyonun haklılığına ve saygınlığına gölge düşürmeye çalışan beyanlarda bulunmak, Cumhurbaşkanının şahsını hedef alan aşağılayıcı ifadeler dile getirmek, yıkıcı ifade etme biçimleriyle anti-özgürlük alanı oluşturmak sonucunu doğurur.

Ülke itibarına zarar

Uluslararası arenada, küresel ve bölgesel güvenlik konularında Türkiye’nin en iddialı olduğu tezlerin başında terörün her türlüsüne karşı tavizsiz ilkeli duruş gelmektedir. Aykırı beyanlar, haksız ithamlar ve küçük düşürücü ifadeler üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütleri arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin gerçekleştirdiği kesintisiz, kararlı ve topyekûn mücadeleyi çarpıtmak, bir köşe yazısında asılsız ve doğru olmayan bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütleriyle birlikte hareket ettiğini belirtmek, Türkiye’nin uluslararası itibarına zarar vermek kastıyla hareket etmek aynı şekilde yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimlerine örnek olup bunların idari yaptırıma uğramaları gerekli ve makuldür.

Bunlar ve bu yazının sınırları içinde yer veremediğimiz diğer örneklerde, ifade özgürlüğünün ardına sığınarak yapılan özel hayatın mahremiyetinin ihlali; kişilere, temsil kurumlarına ve devlete yönelik aşağılama; hakaret içeren ifade etme biçimleri, tam da Türkiye’de ifade özgürlüğünü etkin kullanmak için yaptırıma tutulmalıdır. Bir ideal olarak hukukun ifade özgürlüğünden maksadı yalnızca bir kişi, grup ya da kesimin beklentilerine imkan veren bir özgürlük değildir. Böylesi bir durum herkes için olması gereken özgürlük alanını ortadan kaldırır. Hiçbir şekilde özgürlükçü bir devlette ifade özgürlüğü bir kişi, grup ya da kesimin sınırsız, yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimlerine feda edilmez. Bu açıdan bakıldığında BİK’in verdiği ilan kesme cezalarının, ifade özgürlüğünün sınırlarını herkes için güvence altına almak amacına yönelik olması bakımından işlevsel ve makul olduğu sonucuna varmak gerekir. İdarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabi olduğundan elbette amacı aşan ya da takdir hatası olan yaptırımların yargı kararlarıyla her zaman düzeltilmesi de mümkündür.

Koruyucu yaptırım

Sonuç olarak özgürlükçü devletin yıkıcı ve zararlandırıcı ifade biçimleri ve içerikleriyle ilgili; somut, ölçülü, caydırıcı ve ivedili adli-idari tedbirler alma zorunluluğu açıktır. Devletin bu konudaki sorumluluğunun gereklerini yerine getirmemesi durumunda, ifade özgürlüğü ile kişi/kamu güvenliğini koruma altına alacak bir hukuk düzeninin varlığından da söz edilemez. Bu sebeple bahse konu tedbirlerin bazı kesimler tarafından iddia edildiği gibi ifade özgürlüğünü engellemeye yönelik değil, sınırlarını belirlemeye ve ifade özgürlüğünü herkesin kullanımına açık tutmaya yönelik koruyucu yaptırımlar olduğu ifade edilebilir.

@mehmetucum