İhvan'ı sistem dışına itmek mümkün mü?

Araş. Gör. NURİ SALIK Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
12.10.2013

Mısır’daki askeri vesayet sistemi, hiç şüphesiz geçici bir niteliktedir ve siyasal liderliğin üçüncü tarihsel döngüsü artık başlamış bulunmaktadır. Dolayısıyla, ilerleyen yıllarda askeri rejimin son bulmasıyla birlikte İhvan’ın yeniden iktidara gelmesi kuvvetle muhtemeldir.


İhvan'ı sistem dışına itmek mümkün mü?

Arap Baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmaları sonucu Tunus, Mısır ve Libya’da meydana gelen iktidar değişiklikleri, hiç şüphesiz modern Ortadoğu tarihinin en önemli kırılmalarından birini oluşturmaktadır. Arap halklarının meşruiyetlerini büyük ölçüde yitirmiş diktatörlüklere karşı verdiği mücadele neticesinde siyasal İslamcı aktörler, Tunus ve Mısır’da demokratik seçimler yoluyla ilk kez iktidara gelmiştir. Yine İslamcı aktörler, Suriye’de Baas rejimine karşı iktidarın en güçlü adaylarından biri konumunda bulunmaktadır. İslamcıların iktidar yürüyüşü, Arap Baharı’nın Ortadoğu’da ‘‘siyasal liderliğin dönüşümü’’ açısından üçüncü ve yeni bir tarihsel döngünün başlangıcı olduğunu göstermektedir. 

Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’dan çekilmesiyle başlayan birinci tarihsel döngünün ilk kuşak siyasal liderliği, hanedanlar ve toprak sahibi üst sınıflardı. Birinci kuşak yönetici elitlerin 1948’de Filistin’de aldığı utanç verici yenilgi ve İsrail’in kuruluşu, Ortadoğu’da siyasal liderliğin ikinci tarihsel döngüsünü başlatmıştır. Geleneksel rejimlerin, Siyonizm ve Batı emperyalizmi karşısında varlık gösterememesi, onların 1950’ler boyunca Suriye, Mısır ve Irak’ta bir dizi askeri darbe sonucu yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu yıllarda, alt-orta sınıflardan gelen seküler-milliyetçi subayların darbeler yoluyla iktidara yükselişi, ikinci tarihsel döngünün yeni elitlerinin tarih sahnesine çıkışı anlamına geliyordu. 

2010 yılının sonunda başlayan Arap Baharı, Ortadoğu’da siyasal liderliğin dönüşümü açısından, üçüncü tarihsel döngünün miladı olmuş ve seküler-milliyetçi askeri elitlerin bölgedeki pozisyonunu sarsmıştır. Arap Baharı sürecinin Tunus’ta Nahda Partisi’ni, Mısır’da İhvan’ı iktidara taşıması, gözlerin bu yeni ve üçüncü siyasal liderliğe çevrilmesine neden olmuştur.  Bu yazıda Mısır’da siyasal liderliğin dönüşümü üç tarihsel döngü üzerinden ele alınacaktır.

Hanedanlık dönemi

Mısır’ın ilk kuşak siyasal liderliği: Hanedan ve toprak sahibi elitler: Osmanlı Devleti’nin 1918’de Ortadoğu’dan çekilmesiyle başlayan birinci tarihsel döngü içerisinde, Mehmet Ali Paşa hanedanı ve bir grup toprak sahibi elit tarafından kurulan liberal Vefd Partisi, Mısır’ın ilk kuşak siyasal liderliğini oluşturuyordu. Mısır’ın 19. yüzyılda dünya kapitalist sistemine periferik bir ülke olarak eklemlenmesi ile başlayan ekonomik çöküş, ülkenin uzun süre İngiliz sömürgeciliğinde kalmasıyla birleşince Mısır, Arap milliyetçiliğinin Ortadoğu’daki ilk merkezlerinden biri haline gelmiştir. 1920’li ve 1930’lu yıllarda, anti-emperyalist/milliyetçi duygularla meydana gelen toplumsal gerilimlerin doğurduğu Vefd Partisi ve Mehmet Ali hanedanının ülkenin yaşadığı sosyo-ekonomik bunalımlara çözüm üretememesi ve İngiliz sömürgeciliğine karşı tam bağımsızlığı bir türlü kazanamaması toplumu mevcut rejime yabancılaştırmıştır. 

1928 yılında kurulan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler), rejimin yetersiz kaldığı sosyal alanlarda geniş kapsamlı hayır/yardımlaşma projeleri geliştirerek, özellikle kırsal kesime ve şehirli alt-orta sınıflara ulaşmıştır. İhvan’ın İslami sosyal adalet söylemiyle toplumun hem maddi hem manevi ihtiyaçlarını karşılaması, İngiliz sömürgeciliğine karşı tam bağımsızlıkçı bir çizgiyi savunması ve İslam ülkelerini birleştirmeyi hedefleyen pan-İslamist bir söylem benimsemesi, örgüte ciddi bir toplumsal taban kazandırmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkenin yaşadığı sosyo-ekonomik bunalımın artması ve Vefd’in İngiliz politikalarının oyuncağı haline gelmesi, ilk kuşak siyasal liderliğin ciddi bir meşruiyet krizine girmesine neden olmuştur.

Bu ortamda, Mısır ordusunun henüz yeni kurulan İsrail karşısında 1948 yılında aldığı küçük düşürücü yenilgi, ilk kuşak siyasal elitlere karşı biriken öfke bardağını taşıran son damla olmuştur. Filistin hezimeti ve İsrail’in kuruluşu, Ortadoğu’da siyasal liderliğin dönüşümü açısından ikinci tarihsel döngüyü başlatmıştır. Fakat Mısır’ın ilk kuşak yönetici elitlerinin yerine, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail’e karşı tutumu nedeniyle daha da güçlenen İhvan değil, alt-orta sınıflardan gelen kırsal tabanlı genç subaylar 1952’de askeri darbe yoluyla iktidarı ele geçirmiştir. 

Arap milliyetçiliği

İkinci kuşak siyasal liderlik: Seküler-milliyetçi subaylar: İsrail’in kurulmasıyla başlayan ikinci tarihsel döngü içerisinde, Albay Cemal Abdül Nasır öncülüğünde iktidara yükselen ikinci kuşak siyasal liderliğin en temel hedefleri, İngiliz sömürgeciliğine karşı Mısır’ın tam bağımsızlığını kazanmak, Mısırlılara bekledikleri onuru geri vermek ve eski rejimin biriktirdiği sosyo-ekonomik sorunları reform yoluyla çözmekti. Ortadoğu’da Nasır’ı ve onun temsil ettiği ikinci kuşak siyasal liderliği öne çıkaran unsur onların iç reformlarından ziyade dış politika anlayışları olmuştur. Pan-Arabizm’i temel dış politika parametresi olarak benimseyen Nasır, Mısır öncülüğünde Filistin’i Siyonizm’in işgalinden kurtarmayı ve bütün Arap haklarını tek bir millet olarak birleştirmeyi hedefliyordu. Birinci kuşak siyasal liderliğin gerçekleştiremediği bu hedefler, Mısır’da ikinci kuşak siyasal liderliğin teleolojisini oluşturuyordu. Nasır’ın Mısır’da kurduğu rejim, bir telos olarak Ortadoğu’da pan-Arabizm’in nüvesini oluşturacaktı. 

Nasır, 1955 yılından itibaren Bağlantısızlar Hareketi’nin öncülerinden biri olmuş ve Sovyetler Birliği’nin yardımlarıyla ABD’den ve Avrupa’dan bağımsız politikalar izlemeye başlamıştır. Nasır’ın izlediği bağımsız dış politika, Mısırlılar ve Arap halkları tarafından Batı sömürgeciliğine karşı yeni siyasal liderliğin zaferi olarak kutlanmıştır. 1958 yılında Suriye ve Mısır’ın birleşmesi ile kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC), modern Ortadoğu tarihindeki ilk birleşik Arap devleti olmuştur. Nasır, iki Arap ülkesini birleştirerek pan-Arabizm adına ilk adımı atmış ve Ortadoğu’da gücünün zirvesine çıkmıştır.

Her ne kadar Nasır’ın kazandığı dış politika zaferleri onu pan-Arabizm’in bir kahraman haline getirse de, 1961 yılında BAC’ın Suriye’de meydana gelen ayrılıkçı darbe sonucu dağılması ve Mısır’ın 1962 yılından itibaren Yemen’de patlak veren iç savaşa müdahil olması, Araplar arasındaki ihtilafları artırmıştır. Bu iki olay, Nasır rejiminin Arapları tek millet haline getireceğini öne süren teleolojisine ciddi zarar vermiştir. Nasır’a ve pan-Arabizm telosuna en büyük darbeyi ise İsrail, 1967’de Mısır, Suriye ve Ürdün ordularını altı gün içinde yendiği savaş ile vurmuştur. Altı Gün Savaşları olarak adlandırılan bu savaş, Arap halkları nezdinde ikinci kuşak siyasal liderliğin oluşturduğu umut ortamını yok etmiştir. 

1967 savaşının en önemli sonuçlarından biri radikal ve ılımlı siyasal İslamcı aktörlerin Ortadoğu politikasında ve Mısır’da yeniden yükselişe geçmesi olmuştur. Seküler-milliyetçi subayların vaat ettiği reformların Mısır’daki sosyo-ekonomik problemlere çözüm üretememesi, İsrail karşısındaki hezimetle birleşince, tıpkı ilk kuşak elitler gibi, askeri elitler de halkın gözünden düşmeye başlamıştır. Nasır tarafından yasaklanan İhvan hareketi, siyasal arenada olmasa da toplumsal alanda güçlenmeye devam etmiştir. 

Nasır’ın 1970 yılında ani ölümünden sonra yerine, Hür Subaylar grubundan arkadaşı Enver Sedat gelmiştir. Enver Sedat döneminin en önemli gelişmesi, Mısır ile İsrail arasında 1979 yılında imzalanan Camp David Anlaşmasıdır. Bu anlaşmayla Mısır, İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi olmuş, ABD’den ciddi anlamda askeri ve mali yardım almaya başlamıştır. Sedat’ın İsrail’i tanıması ve ABD ile işbirliğine gitmesi,  pan-Arabizm’in on yıl önce öncülüğünü yapan Mısır’ın Arap Birliği’nden atılması ile sonuçlanmıştır. 

Camp David Anlaşması, Filistin meselesinin bayraktarlığını yapacağı iddiasıyla iktidara gelen ve Arapları tek bir çatı altında birleştirmeyi vadeden seküler-milliyetçi ikinci kuşak siyasal liderliğin meşruiyetine ve teleolojisine vurulan son darbe olmuştur. Dış politikada emperyalizme boyun eğen bu başarısızlık, Sedat’ın infitah adını verdiği, gelir dağılımı adaletsizliğini ve yoksulluğu artıran liberal ekonomik açılım politikalarıyla birleşince, Mısır toplumunda umutsuzluk ve gerilimler artmıştır. Sedat döneminin toplumsal umutsuzluk ortamında İhvan,  Camp David’e karşıtlık, Batı’dan tam bağımsızlık, sosyal adalet ve dini düzen sloganıyla, Mısır’ın genç üniversite kuşağını ve alt-orta sınıflarını İslami muhalefete eklemlemeyi başarmıştır. 1981’de Enver Sedat’ın suikasta uğramasıyla yerine geçen Hüsnü Mübarek döneminde de İhvan yükselişini sürdürmüştür. 1981-2011 yılları arasında başkanlık görevini yürüten Mübarek, küresel güçlerin Ortadoğu’da kurduğu statükonun koruyuculuğunu üstlenmiş, buna karşılık toplumsal alan devlet tarafından ağır bir biçimde baskı altına alınmıştır.

Askeri restorasyon dönemi

Arap Baharı: İhvan’ın gecikmiş iktidarı ve askeri restorasyon süreci: Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan devrim sürecinde, Ordu ile muhalif halk kitleleri el ele vererek Hüsnü Mübarek’in devrilmesini sağlamıştır. Devrim sürecinde kontrollü geçişi sağlamak üzere 13 Şubat 2011’de yönetime el koyan Mareşal Tantavi öncülüğündeki Yüksek Askeri Konsey, 30 Haziran 2012’de İhvan’ın temsilcisi olan Muhammed Mursi’nin devlet başkanı seçilmesine kadar geçen sürede askeri bir yönetim kurmuştur. Mısır tarihinde ilk kez demokratik seçimler yoluyla İhvan üyesi bir kişinin devlet başkanı olarak seçilmesi, Arap Baharı ile başlayan üçüncü tarihsel döngünün yeni siyasal liderliğinin iktidara gelmesi anlamını taşıyordu. Mursi ve İhvan, iktidara geldikten sonra ‘‘eski rejim’’in temel parçaları olan ordu ve yüksek yargının gücünü kısıtlamak üzere bir dizi girişimde bulunmuştur. Fakat Mursi’nin bu politikası ordu, yüksek yargı ve medyanın büyük tepkisine yol açmıştır. Geleneksel rejimin Mursi’ye direnişi, seküler, liberal, sol ve radikal grupların İhvan muhalefetiyle birleşince sistem kilitlenmiş ve Ordu, General Abdülfettah el-Sisi öncülüğünde 3 Temmuz 2013 tarihinde yönetime tekrar el koyarak bir yıllık İhvan iktidarını sonlandırmıştır.  

3 Temmuz darbesiyle askeri vesayetin restorasyonu sonucu, Mısır’da siyasal liderliğin dönüşümü açısından, ikinci ve üçüncü tarihsel döngünün sancılı bir biçimde iç içe geçtiğini söyleyebiliriz. Sisi yönetiminin, İhvan’ın darbeye karşı sivil direnişine katliamlarla karşılık vermesi ve İhvan’ı kapatarak Nasır dönemine geri dönüş yapması, devrimin demokratik kazanımlarının geri alınması anlamına gelmektedir. Mısır’daki askeri vesayet sistemi, hiç şüphesiz geçici bir niteliktedir ve siyasal liderliğin üçüncü tarihsel döngüsü artık başlamış bulunmaktadır. Dolayısıyla, ilerleyen yıllarda askeri rejimin son bulmasıyla birlikte İhvan’ın yeniden iktidara gelmesi kuvvetle muhtemeldir.

Peki, Mısır’da üçüncü tarihsel döngünün siyasal liderliğini oluşturan ve sadece bir yıl iktidarda kalabilen İhvan’ın ikinci kuşak seküler-milliyetçi subaylar gibi bir teleolojisi var mı? Varsa, yeni siyasal liderlik iktidardaki bir yıl içerisinde kendi telosuna uygun olarak hareket edebildi mi? Bu sorulara verilecek cevaplar Mısır’ın bugünü ve geleceğini anlamamız açısından hayati öneme sahiptir. Mısır’ın üçüncü siyasal liderliğini oluşturan İhvan’ın, ikinci kuşak siyasal liderlik gibi, bir teleolojisi olduğu öne sürülebilir. Tarihsel süreç içerisinde İhvan, Mısır’ı emperyalizmden kurtarmayı, Siyonizm’e karşı Filistin’i özgürleştirmeyi ve ümmet fikrinden yola çıkarak Müslümanları pan-İslamist bir dünya düzeninde birleştirmeyi hedefliyordu. Seküler milliyetçi subayların pan-Arabizm telosuna karşı İhvan, pan-İslamizm’i telos olarak benimsemişti. Fakat İhvan’ın bir yıllık iktidarı boyunca kendi telosuna yönelik politikalar izlediğini söylemek bir hayli zordur. 

İhvan’ın küresel sistemin kurallarına uygun oynamayı kabul etmesi, İsrail’e karşı Camp David düzenini bozmayacağını açıkça deklare etmesi ve Hamas’a sadece kısmi destek vermesine rağmen başta ABD olmak üzere AB ülkelerinin İhvan’ı deviren 3 Temmuz darbesine ve takip eden kanlı sürece ses çıkarmayıp destekler tavır takınması ne anlama gelmektedir? Kanaatimce, ikinci siyasal döngü içerisinde, Nasır’ın iç reformları gerçekleştirdikten sonra pan-Arabizm’i telos olarak benimsemesi, İsrail’in varlığını tehdit eden politikalar izlemesi ve Ortadoğu’da Batı kampından bağımsız adımlar atması, Batılı ülkelerin önemli dersler çıkardığı bir dönem olmuştur. Batı, Arap Baharı’yla iktidara gelen İhvan’ın pan-İslamist telosuna yönelik politikalar izlemesinden ve Batı hegemonyasına karşı yükselen ülkelerle ittifak sağlayarak Ortadoğu’da statükoyu sona erdirmesinden endişelenmiştir. Bu bağlamda, ABD ve AB’nin üstü örtük destekleriyle ‘‘eski rejim’’in 3 Temmuz’da restore edilmesi, Mısır’ın yeni siyasal liderliğine ve Ortadoğu’nun İslamcı aktörlerine daha baştan verilmiş bir ders olarak okunabilir. 

Her ne kadar Batı, üçüncü dönem siyasal liderliğin yükselişini baştan engelleme politikası izlese de, ileride iktidara gelmeleri durumunda İhvan’ı ve diğer İslamcı aktörleri ciddi yapısal sorunlar beklemektedir. Tıpkı kendisinden önceki iki kuşak gibi Mısır’ın asırlık sorunlarıyla başa çıkma becerisi İhvan’ın da siyasal geleceğini belirleyecektir. İhvan’ın başarısızlığı durumunda ise yeni siyasal liderliği kimin oluşturacağı meselesi daha şimdiden üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olarak karşımızda durmaktadır.  

[email protected]