İki kadın iki gelenek

Prof. Dr. Ergün Yıldırım - Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
22.06.2013

Madam Bovary adlı eser, modernliğin ev algılayışı ve kadının ondan firarını anlatan çarpıcı bir yapıttır. İnsanlığı, modernliğin kadın yazgısı üzerine düşünmeye çağrıdır. Huzur’da ise konak aristokrasinin modernliğe geçme sürecinde yaşadıkları “huzursuzluklar” anlatılır. Geleneğin huzursuzluğu, ailelerin huzursuzluğu ve gençlerin huzursuzluğu... Belki de bir medeniyetin huzursuzluğu...


İki kadın iki gelenek

Fransız Edebiyat dehası Flaubert, Madam Bovary adlı romanıyla modern kadınının trajedisini anlatır. Modernliğin kadını baştan çıkarışının hikâyesidir roman. Avrupa kadının modern zaman düşüşüdür. 

Can sıkıntısı, Emma Bovary’in peşini bırakmayan bir hastalıktır. Bundan kurtulmak için Kiliseye gider, ancak artık kilisenin de bir cevabı yoktur. Çünkü kilise de modernliğin dünya görüşüyle beraber ruhaniyetini kaybetmiş ve madde üzerinden cevaplar yetiştirmektedir hastalara. “Emma gökten kendisi için birden bire bir karar inivereceğini umarak dua etmeye çalışıyordu... Kilisenin içindeki sessizliğe kulak kabartıyordu ama bu sessizlik onun yüreğindeki kargaşalığı artırmaktan başka işe yaramıyordu”. Kilisede papaz ile yaşadığı diyalog, sanki iki ayrı dünyada yaşayan ve birbirlerine sağır ve dilsiz olan iki varlık arasında geçmektedir. Kilisenin insana, özellikle kadına söyleyebileceği bir şeyi yoktur.  

Bu hastalığın evlilikle başladığını söyler Emma Bovary: “Benimki evlendikten sonra başladı”. Hatta ormanda köpeğiyle gezerken yüksek sesle, “Neden evlendim sanki, tanrım!” diye bağırır. Modern kadının gözünde evliliğin ilk düşüşüdür belki de bu.  Ev, Emma’yı sinirlendiren ve hayallerine ulaşmayı engelleyen varlıktır. “Çok dar bir eve tıkılıp oturduğu için sızlanıyordu” der Flaubert Emma’yı anlatırken. Modern kadın imgesi olarak Emma Bovary, evi can sıkıntısının ana nedeni olarak görmeye başlar. Ev dardır, kızı ve kocası onu sinirlendirmektedir. Ev, ruhunu adeta hapsetmiştir; boğucu, hayalleri engelleyen, aşkı sunamayan, kasvetli ve rutin özelliklerle donanan bir ortamdır. Bundan dolayı Bovary’in ruhu evden kaçar. Teni, ruhu, lüks arayışı, düşlere kavuşma çabası onu evden firari yapar. Kocasının onun için borçlanması ve bütün gün çalışmasına karşın yine de onu evde tutmaya yetmez. Oysa yarı doktor dul kocası, dar baba çevresinden kurtulmak için ona bir Hızır gibi yetişmiştir. Evliliği bundan dolayı istemişti.  Evliliğin ilk yıllarında konak teşrifatı, düzenlenen partiler ve kazanılmaya çalışılan geniş çevre, yüklü miktarda borçlarla gerçekleşebilmişti. Bütün bunlar ona kontes edasıyla hareket etme umudunu vermişti. Oysa yarı-doktor kocasının mali imkanları da sosyal çevresi de oldukça sınırlıydı. Bir süre sonra ne evi ne de kocası ona yetiyordu.

Emma, daraldığı ve bunaldığı evinde,  yarım yamalak okuduğu romanları kendine bir kaçış sığınağı haline getirir. Kocasını aldatmaya, “evden uzaklara” sarkmaya başlar. Evin dışına kaçar gözleri. Malikane sahibi bir adamla düşüp kalkar. Bunlar da can sıkıntısını gidermeye yetmez.

Emma’nın hikayesinde 19. Yüzyıl Paris kırsalında yaşayan bir kadının modern dünya hülyalarına kapılarak nasıl baştan çıktığını görürüz. Küçük ve dar kırsal hayatın sosyal çevresi Madam Bovary’in canını sıkar. Sıkıntıyı yenmek için denediği birçok yoldan sonra Paris’in peşine düşer. Onun için Paris, bütün hülyalarını tatmin edeceği, can sıkıntısını gidereceği yerdir. Artık “evden çıkmıştır”. Ne kocası ne de çocuğu umurundadır. Paris, modernliğin baştan çıkarıcı şehvetli ateşidir. Madam Bovary için de öyle olur. Aileleri baştan çıkaran, evleri dağıtan ve sonunda Madam Bovary’i fahişeye çeviren bir kent olur. Can sıkıntısı, en önemli hastalıktır. Tatminsizlik hastalığı, bütün varlığı yok etme pahasına yine de şifa bulmaz. 

‘Ev’den firar eden kadın...

Emma, evden bunalıp firari kadın haline gelirken “düşmüştür”. Evin kasvetinden, darlığından ve mutsuzluğundan kurtulurken yine de mutlu olamamıştır. Çünkü evin dışında mutluluk yoktur. Mutluluğun ev dışında aranması sadece bir halüsinasyondur. Sevgililer, aşklar, oteller, lüks hayat, para ve tenin ateşli çığlıkları sadece daha fazla mutsuzluğa yol açmaktadır. Kadını evden firari hale getirerek dağıtmaktadır. Evsiz kadın, kadın değil düşen bir varlıktır.

Madam Bovary adlı eser, modernliğin ev algılayışı ve kadının ondan firarını anlatan çarpıcı bir yapıttır. İnsanlığı, modernliğin kadın yazgısı üzerine düşünmeye çağrıdır. Yazarı Flaubert, bu eserinden dolayı yargılanır. Kötü kadını olumlu gösterdiği suçlamasıyla (gayri ahlaki bulunur kitabı) mahkemede savunma yapmak zorunda kalır. Ancak kötü olan yazarın kafasındaki kadın değil, kötü olan evden kaçarak firari duruma düşen kadın gerçekliğidir. Yazarın amacı da buna dikkat çekmektir.

Ahmet Hamdi Tanpınar, başka bir dünyanın başka bir edebiyat dehası. Onun en önemli eserinden biri, Huzur. Huzur, İstanbul’da yaşanan bir hikayedir. Konak aristokrasinin modernliğe geçme sürecinde yaşadıkları “huzursuzlukları” anlatılır. İstanbul, modernleşmeyle beraber huzursuzdur. Geleneğin huzursuzluğu, ailelerin huzursuzluğu ve gençlerin huzursuzluğu... Belki de bir medeniyetin huzursuzluğu...

‘Ev’e dönen kadın...

Tanpınar, Fransa’da bulunmuş ve de Flaubert’i de okumuş bir aydın. Romanı Huzur, Madam Bovary’in imgeleriyle önemli paralellikler taşır. Emma, Paris’i düşler ve kötü kadındır. Ferit’i baştan çıkararak Nuran’dan uzaklaştıran Emma da bir gün Paris’e gitmek ister. Madam Bovary’de Emma evden firariyken, Huzur’da Ferit firaridedir. Madam Bovary’de eczacı ve ilaçları kırsaldaki modernliği sembolize ederken, Huzur’da da Yaşar ilaçlarla kendine bir dünya kurmuştur.

Huzurun, ana kahramanlarından Nuran da ailede huzursuzdur. Kocası onu terk etmiştir ve yalnızdır. Mümtaz’la tanışır, ona aşık olur. Onunla dolaşmaya ve yaşamaya başlar. Ancak onların gezilerinde İstanbul’un bütün görkemli varlığı geçit törenine durur. Aşkın içinde geçtiği geziler, irfani yolculuktan geçirir insanı. Aşkın seyr-ü sülüğünü İstanbul’da Nuran ve Mümtaz’la yaşarsınız. Kent aristokrasinin modern tutumlarıyla paralel bir biçimde herkes onları bir birine yakıştırmaktadır. Bir kişi hariç. O da Nuran’ın kız çocuğudur. O, annesini kimseyle paylaşmak istemez. Mümtaz onun gözünde annesini ondan koparan kişidir.

Nuran, İstanbul’da canı sıkılan bir kadın; Madam Bovary de Paris kırsalında. Madam Bovary’in kocasını aldatan birkaç sevgilisi var. Nuran, sadece Mümtaz’ı sevmektedir. Madam Bovary’nin aşıkları ne irfan ne kültür ne de romantik dünyalara sahip. Madam Bovary bundan dolayı zaman zaman şikayetçidir. Kiliseye gider ve papazla konuşur, ancak ne kilisede ne de papazda bir çare bulur. Çünkü modernlik ruhaniyet kaybına uğramıştır ve kadını sadece tenle baş başa bırakmaktadır. Kilise de böyle bakar dünyaya artık.

 Oysa Nuran’ın aşık olduğu Mümtaz, bir entelektüeldir. Yaşadığı dönemin modernlik sorunlarıyla kafası meşgul olan ve arayış içinde olan bir İstanbul entelektüelidir. Aşkı da bu zaviyededir. İçinde musikinin, irfanın, Boğaziçi’nin ve irfanın olduğu bir aşk! Bol bol meşklerin, entelektüel toplantıların, irfani konuşmaların geçtiği diyaloglarla karşılaşırız. Nuran’ın peşinde olduğu açlık, tenle tini birleştiren aşktır. Evinin sahibi olan erkek, kocadır. Hasretini çektiği ana duygu budur. Varoluşsal arayışında tenin tek başına yeri yoktur. Nuran, Tanpınar’ın asırlarca sürüp gelen geleneksel varlığın modern zamanlara düşen kadın kişiliğidir. Aşk, ev dışı arayış ve Mümtaz ile buluşması bu gelenekten bütünüyle kopuk değildir. Ancak bir kopuş denemesi de vardır. Bu kopuş onu rahatsız eder. Ancak Nuran’ın huzursuzluğu giderme çabası, evin dışına çıkarak ve firari duruma düşerek değildir. Mümtaz ile yeni bir ev kurarak cevap vermektedir buna.

Nuran firari kadın değildir. Evden düşmemiştir. Huzursuzluğu evden kaçarak değil, yeni bir ev kurarak gidermeye çalışır. Sükuneti ten de değil, ev de bulma arayışındadır. Çocuğunu hep sevmektedir. Ona sinirlenmez, ona kızmaz. Mümtaz ile aralarını bulmak ister. Onu terk etmeyi aklından bile geçirmez. Evsiz yaşamak Nuran’ın “geleneğinde” yoktur. Aile, sadece kızı, kendisi ve Mümtaz ile de sınırlı bir yaşam alanı değildir. Nuran için aile tahayyülü, oldukça geniş bir alanı kapsar. Akrabalar ve komşular da buna dahildir.

Nuran, bir tarafıyla Leyla’dır, Şirindir, Aslıdır. Modern İstanbul zamanlarında yaşayan Leylalar, Aslılar ve Şirinlerdir. Nuran, aynı zamanda annedir. Sadece bir sevgili değil. Anneliği bırakmayan, ona söz söyletmek istemeyen ve annelik için bütün aşkından feragat edebilen bir kadındır.

Nuran, sonunda Mümtaz’ı bırakarak çocuğunun olduğu eve döner. Yeni bir ev kurmanın zorluğu karşısında ve çocuğunu bu eve ikna edememenin sonucunda bu dönüşe başvurur. Nuran, eve dönen kadındır. 

[email protected]