İkircikli bir uzlaşı anlatısı, Doğduğun Ev Kaderindir

Dr. Mesut Bostan / Marmara Üniversitesi
15.02.2020

Doğduğun Ev Kaderindir isminin ifade ettiği yargı uyarınca kişinin toplumsal kökeninin davranışları üzerindeki belirleyiciliğini vurgular. Eğitim yoluyla modernleşme kişinin ailesinden tevarüs ettiği habitusun tamamen dönüştürülmesini sağlamaz. Bir yerde bir noktada tekrar uyanmak için bekleyen bir duygu gibidir toplumsal köken.


İkircikli bir uzlaşı anlatısı, Doğduğun Ev Kaderindir

Doğduğun Ev Kaderindir farklı bir Türk dizisi. Senaryosuna kaynaklık eden metin Gülseren Budayıcıoğlu’na ait. Daha önce yine kendisinin bir metninden uyarlanmış olan İstanbullu Gelin geçtiğimiz yıllarda ekranlara gelmişti. İki dizi de Türk dizilerine hakim olan melodramatik söylemden çeşitli yerlerde ayrışıyor. İstanbullu Gelin modernleşmiş Türk bireyini geleneksel Türk ailesinin içerisine sokarak oradan dramatik durumlar devşiriyordu. (Bu noktada “modernliğin” Türkiye’de devlet eliyle gerçekleştirilen “modernleşmenin” tekelinde olmadığını akılda tutmak lazım. Modernlik bir şekilde kendisiyle karşılaşan herkesi, farklı şekillerde olsa da, etkileyen ve modern hale getiren bir olgu. Modernleşme ise özellikle Türkiye’de devlet eliyle ve temelde eğitim yoluyla gerçekleştirilen, dıştan içe işleyen iradi bir süreç.) İstanbullu Gelin, Asmalı Konak gibi töre dizilerini devam ettirirken bir yandan da yarattığı dramatik durumlara dair bir bilinç geliştirmeye çalışıyordu. Bu bilinç modernleşmiş bireyin sınıfsal ve kültürel karşıtlıkların ötesine geçerek geleneksellikle ilişki kurmasını temel alıyordu. Diğer yandan dizi geleneksel olanın da modernleşmişle karşılaşmalarını uzlaşma temelinde yeniden kurmaya gayret ediyordu. Bu açıdan İstanbullu Gelin iki yönlü bir pedagojik bakışın ürünüydü. Bu bakış Türk dizilerinin ateşli ve ağrılı melodramatik söylemini soğutan ve ağrısını hafifleten bir söyleme sahipti. Doğduğun Ev Kaderindir de geleneksellik ile modernleşmişlik arasındaki karşıtlığı ana akım Türk dizilerinden daha serinkanlı bir biçimde anlatmaya gayret ediyor.

Modernin zaafı ve gücü

Doğduğun Ev Kaderindir bir bakıma yine merkezine konak metaforunu alıyor. Ancak İstanbullu Gelin’de ve onun öncesindeki töre dizilerinde ekonomik ve toplumsal güç atfedilen aşiret konağından farklı bir biçimde yoksul mahallenin güngörmüş ama miadını doldurmuş konağıdır artık anlatılan. Dizinin kahramanı Zeynep İstanbullu Gelin’in Süreyya’sı gibi konağa dışarıdan gelin olarak gelir. Süreyya anne babası öldükten sonra tek başına ailesini temsil eden teyzesini konağa beraberinde getirirken Zeynep ise “işlevsiz” anne babasını getirir. İkisi de konağın içini dolduran ve bütün zorluklara birlikte göğüs geren ailelerinin karşısında toplumsal açıdan güçsüz karakterlerdir. Dizilerin modernleşmiş karakterleri ailevi bağları zayıf ya da bunlardan tamamen kopmak zorunda kalmış şekilde resmetmesi dikkate değerdir. Modernleşme bir bakıma isteyerek ya da istemeyerek aileden bağımsızlaşmakla mümkünmüş gibidir. Ya da tersinden söylersek ailevi bağları muhafaza etmek modernleşmeye manidir. Dolayısıyla modernleşmiş Türk bireyi modernleştiği ölçüde toplumsal sermaye açısından güç kaybetmek zorunda kalır. Dizilerin temel meselesi biraz da budur. Yani modernleşmeyle toplumsal açıdan zayıflamış Türk bireyine aile ile ve onun üzerinden cemaatle yeniden bağ kurma imkanı sağlamak. Süreyya İstanbullu Gelin’de zengin ailenin geleneklerini öğrenerek ama bir yandan da geleneklerin zafiyete uğradığı noktada aile bireylerini reforma ikna ederek aile içerisinde muteber bir yer edinir. Doğduğun Ev Kaderindir’in Zeynep’i de ailesiyle birlikte sığınmak zorunda kaldığı konakta ev sahibi ailenin gelenekleriyle benzer bir pazarlık sürecindedir.

Modernleşmiş karakterler her iki dizide de başta aile karşısında güçsüz gösterilmelerine rağmen tamamen çaresiz de değillerdir. İkisi de eğitim yoluyla modernleşmiş olmaları hasebiyle konakta bir statüye sahiptir. Süreyya aldığı konservatuar eğitimini şarkı söylemekte kullanamasa da bir müzik okulu açıp “kendi ayakları üzerinde” durabilir. Zeynep ise henüz mezun olamamış olsa da aldığı hukuk eğitiminin sağladığı imkanları hikaye içerisinde sıkça kullanır ve bu eğitimin ona gelecekte sağlayacağı kariyeri bir kredi olarak hareketlerine dayanak noktası kılar. İki karakter için de sahip oldukları statü onlara konak içerisinde tartışmalarda etkin bir güç sağlar. Bunun da ötesinde iki karakter de bu gücü başkalarının hayatında olumlu değişiklikler yaratmak için kullanacak kadar yüce gönüllüdür. Süreyya konağın hizmetlileri arasındaki bir kızı, kızın ailenin oğluyla yasak bir aşk yaşaması üzerine aile kızı sürgün etmeye karar verdiğinde, kendi koruması altına alır.

Toplumsal iktidar

Daha sonra Süreyya’nın koruması ve yönlendirmesiyle bu aşk ailenin de sindirmek zorunda kaldığı bir evliliğe dönüşür. Zeynep de konağın himayesinde yaşayan kimsesiz bir kıza (bu himayenin yasal olmadığına hükmeden devletin kızı ellerinden alması durumu karşısında) yasal olarak hamilik yapma girişiminde bulunur. Ailenin kıza gayrı resmi şekilde sunduğu koruyuculuğu Zeynep eşi Mehdi ile birlikte koruyucu aile şeklinde resmi ve daha kapsayıcı bir biçimde sunar. Her iki durumda da konağın temsil ettiği “toplumsal iktidarın” gerektiğinde kıyıcı da olabilen hiyerarşik himaye ilişkisine karşı modernleşmiş birey rasyonaliteyi ve yasallığı temsilen daha müşfik ve eşitlikçi bir ilişki önerir. Ancak bu ilişki zayıf olanı toplumsal iktidarın alanından çekip çıkarmak (onu konaktan uzaklaştırmak ya da devletin himayesine terk etmek gibi) yerine evlilik ve koruyucu ailelik gibi devletin garantisi altındaki ilişki biçimleri içerisinde bu alanda muhafaza etmeye yönelir. Böylelikle toplumsal iktidar ile siyasi iktidar uzlaştırılmış olur. Bunu mümkün kılan da gelenekle olumlu ilişki kurmayı başaran modernleşmiş Türk bireyidir.

Doğduğun Ev Kaderindir’in hikayesinin çekirdeğini oluşturan olay Zeynep’in yoksul bir ailede doğmuş olmasına rağmen ilkokul çağında çok zengin bir aile tarafından (gayrı resmi olarak ve temelde okutulmak üzere) evlat edinilmesidir. Üniversiteyi bitirmek ve zengin biriyle evlenmek üzereyken Zeynep yoksul annesinin “annelik hakkı” çağrısıyla eski mahallesine geri döner ve kendini mahallenin gariban babası tamirci ustası Mehdi ile evlenirken bulur. Zeynep’in mahalleye geri dönüşü hikayenin de başlangıç noktasıdır. Mahalleye geri döndüğünde gelin olarak gireceği yoksul konağın karşısında, İstanbullu Gelin’den farklı olarak, yeni bir odak vardır. Burası zengin ailenin, daha doğrusu karı kocanın (Çocuk sahibi olamadıkları ima edilir.) kalabalık ve sürekli sofra başında bir araya gelinen renkli konağa karşı ıssız bir beyazlıkla resmedilen yalısıdır. Zeynep bir yandan içinde yetiştiği yalının değer yargıları ile konağın gelenekleri arasında kendi yolunu bulmaya çalışırken bir yandan da zengin ailenin konak ve yoksul mahalle hakkındaki ön yargıları ile uğraşmak zorunda kalır. Bu ön yargılar çoğu zaman asılsız çıksa da nihayetinde pratik düzlemde haklı çıkar. Zeynep’in zengin ailesi tarafından mantıksızlıkla damgalanan mahalleye dönme kararı her ne kadar dizi tarafından karakterin motivasyonları açısından temellendirilse ve psikolojik açıdan bir mantığa oturtulsa da dizide hikayeyi paranteze alan terapi sahnelerinin sağladığı ön sezi bu karar hakkında zengin ailenin ön yargısını doğrular. Bu da dizinin terapi sahneleri dışındaki akışını oluşturan melodramatik uzlaşının temelini oyar.

Doğa ve siyasi kültür

Doğduğun Ev Kaderindir isminin ifade ettiği yargı uyarınca kişinin toplumsal kökeninin davranışları üzerindeki belirleyiciliğini vurgular. Eğitim yoluyla modernleşme kişinin ailesinden tevarüs ettiği habitusun tamamen dönüştürülmesini sağlamaz. Bir yerde bir noktada tekrar uyanmak için bekleyen bir duygu gibidir toplumsal köken. Yeşilçam filmlerinin ve onun geleneğini devam ettiren Türk dizilerinin melodramatik modernleşme anlatısına muhalif olarak dizi tam bir uzlaşının bir toplumsal bütünlük hayalinin imkanının temelsiz olduğunu sezdirir. Modernleşmiş Türk bireyi gelenekle çatışsa da ya da uzlaşı anlatılarının vazettiği gibi onunla olumlu ilişki kurma çabasına girse de sonuç değişmeyecektir. Gelenekten ne tamamen kopabilir ne de onunla tam olarak hemhal olabilir. Türk modernleşmesi bu açıdan toplumsal doğa ile siyasi kültür arasındaki giderilemez bir uyumsuzlukla maluldür.

@mesut_bostan