İktidar ucuz değil muhalefet lüzumsuz değil

Prof. Dr. Murat Çemrek
22.08.2015

Bir muhalefet partisinin ana muhalefet partisi olma talebi bir sonraki seçimde kesin iktidarız medyumluğu değilse ne olabilir? MHP ana muhalefet partisi olduğunda iktidardaki partinin kesin kaybedeceğinin garantisi nedir? Elbette iktidar ve muhalefet yekdiğerinin rüknüdür ama bu haliyle ana muhalefet olmaya heves etmek ¨beşi aşma altıdan şaşma¨ tembel öğrenci sendromundan başka bir şey değildir.


İktidar ucuz değil muhalefet lüzumsuz değil

7 Haziran Genel Seçimlerinin üzerinden iki aydan fazla geçmesine rağmen hükümet kurma görevini alan AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun CHP, MHP ve HDP (hariç) Genel Başkanlarıyla iki kez görüşmelerine, AK Parti-CHP heyetleri arasındaki otuz saati aşan istikşafi toplantılarına, Davutoğlu-Kılıçdaroğlu arasındaki altı saatten fazla süren liderler düzeyindeki görüşmeye rağmen bir koalisyon hükümeti kurulamadı ve Davutoğlu da görevi Cumhurbaşkanı’na iade etti. Türkiye adeta ‘koalisyon hükümeti nasıl kurulmaz’ın literatüre geçecek bir örneğini verirken ülkenin enerjisi, seçim sonrasındaki artan güvenlik endişeleri ve TL’nin yabancı paralar karşısında değer kaybetmesiyle adeta bir kara delik tarafından emilmeye devam ediyor. 45 günlük sürenin 23 Ağustos’ta sona ereceğini akılda tutarak olağanüstü bir durum gerçekleşmezse ülkenin yeniden genel seçimlere gideceği aşikar.

Kimileri için bu tablo malumun ilanından başka bir şey değil zira seçim gecesi özellikle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ifadelerinden sonra bu resim üç aşağı beş yukarı böyle ortaya çıkmıştı. Benim gibi naiflere gelince tam da Bahçeli’nin ifadelerinden dolayı koalisyon hükümetinin kurulması mukadderdi zira Bahçeli AK Parti-CHP koalisyonu başta olmak üzere çeşitli alternatifleri sıraladıktan sonra yine de hükümet kurulmazsa ülkeyi hükümetsiz bırakmayacaklarını söylemişti.

Dahası seçim gecesi CHP’den gelen açıklamaların tonlaması -ki istikşafi görüşmeler de bunu ispatladı- uzun süredir iktidardan uzak Türkiye solunun en azından koalisyon ortaklığı marifetiyle iktidar açlığını bastırmak için gerekli fedakarlığı yapacağı yönündeydi. Daha da ilginci her iki partiye oy vermeyenler de dahil ilk başlarda oluşan atmosferde AK Parti-MHP koalisyonu yüksek bir beklenti oluşturan durumdu ve TBMM Başkanlığı seçimlerinde MHP’nin AK Parti’nin adayı lehine son turda takındığı tutum adeta bu koalisyonun nişanı gibi bir dalga yarattı. Sonrasında ibre Davutoğlu-Kılıçdaroğlu görüşmelerinin ikinci gününe kalınca bu sefer daha az olmakla beraber kuruyorlar galiba koalisyonu gibi bir beklenti oluştu. Fakat bütün bu beklentilere rağmen bir türlü hükümet kurulamadı.

Masadan kim kalktı?

Yukarıda özetlediğim gelişmeler Bediüzzaman’ın “Cennet ucuz değil cehennem lüzumsuz değil” sözünden mülhem zihnimde sivil siyaset için “İktidar ucuz değil muhalefet lüzumsuz değil” şeklinde bir çağrışım yaptırdı. Muhalefetin normatif olarak lüzumsuz olmaması, fiilen lüzumsuz muhalefetin varlığını engellemediğini de bu süreçte hakk-el-yakin müşahede ettik elhamdulillah.

Peki, Türkiye’de siyaset ne menem bir şeydir? Hangi dönemi ele alırsanız alın Birleşik Krallık’taki Kraliçe’nin varlığı gibi üzerinde kahir ekseriyetin uzlaştığı bir mücessem sembolümüzün eksikliğidir. Elbette İngiltere’de Cumhuriyet taraftarlarının veya Kraliçe başta olmak üzere hanedanın vergi muafiyetinden rahatsız olan vatandaşların varlığından haberdarım. Lakin burada söylemeye çalıştığım Britanya’da “Kraliçe’nin iktidarı” ile “Kraliçenin muhalefeti” kavramlarının izdüşümlerinin Türkiye siyasetinde karşılığının olmamasıdır. Kısacası, her mefhum günlük siyasetin hırgürü içinde buharlaştığından ulvi siyaseti deruhte edebilecek rikkat ve zarafet noksanlığı izahtan varestedir. Carl Schmitt’in başta egemenlik olmak üzere siyasi terminolojinin dinsel kökenli olmasından hareketle partili veya partisiz herhangi bir siyasi görüşün “şeytanlaştırılması” yani dinsel anlamda “münafıklık” ile özdeşleştirilmesi, seküler ulus-devlet siyasetindeki karşılığı “vatana ihanet” olarak tecelli etmektedir. Böylece siyasi taraflar rekabet ortamından düşman kamplara sürüklendikçe sivil siyasetin de imkânları başta şiddetin önce dile sonra fiillere giderek yerleşmesiyle zayıflamaktadır. İşin özü, “düz ovada siyaset yapma” fikri bütün taraflar için güvenlik endişelerinin en aza indirgendiği bir ortamda hüsnü kabul görebilir. Aksine herkesin “kekliği düzovada avlarlar” şüpheciliğiyle av/cı olduğu Hobbesian bir doğa durumu, ben-düşman öteki dikotomisinden dolayı sivil siyaseti en azından örselemektedir.

Örneğin, bir ulus-devlette siyasal coğrafi sınırlar iç siyasetin de sınırlarını belirlemesi gerekirken ister irredentist ister de ayrılıkçı yaklaşımlar bu temel ilkeyi daha rüşeym halde boğmaktadır. Bu minvalde “Suriye iç meselemiz” kadar “Kahire 82, Şam 83, Bağdat 84, Mekke 85, Medine 86?” şeklindeki yüksek dozajda heyecanlı ve hamasi söylemlerin sivil siyasete su taşımadığı da ortadadır. Aynı şekilde yerel seçimler yetmezmiş gibi bir de çifte kavrulmuş olsun gibi özyönetim ilan edilmesi sivil siyaseti fazlasıyla güvenlik cenderesine hapsetmektedir. Lakin güvenlik endişelerinin hükümetin kurulamamasıyla da yoğunlaştığı bu dönemde güvenlikçi siyasetin Türkiye’deki mümessili MHP eğer mevcut durumu daha da kaotikleştirmek istemiyorsa koalisyon görüşmelerinde takındığı “alayına hayır” yaklaşımı başlı başına bir paradokstur. Ontolojisi ve varlığı gereği tabanından tavanına iktidar olmak için kurulmuş bir siyasi parti hangi saikle iktidar ortağı olmak istemez? Bir siyasi parti lideri rakiplerinden birinin kendisine gümüş tepside sunduğu Başbakanlık teklifini elinin tersiyle değil niye tepsiyi devirerek iter? İlkeli duruş gibi bir açıklamayı baştan satın almama sebebim; bu nasıl bir ilkeli duruştur ki kendisine sunulan bütün alternatifleri reddederek kendisinin de seçim gecesi sözleri hilafına ülkeyi hükümetsiz bırakmayı göze alabilir? İşte bu çerçevede seçimlerden bu yana hangi siyasi fikirden olursa olsun herkesin birbirine sorduğu Bahçeli’nin ne yaptığını anlayan varsa beri gelsin şeklindeki sitemdir.

Bahçeli’yi anlamak...

Lisans öğrenciliğimle beraber yaklaşık çeyrek asırdır Türk siyasetini anlamaya çalışmanın sadece dışarıdan yapılan analizler için değil bu topraklarda yaşayanlar için de kolay olmadığının elbette farkındayım. Zira siyasi veya kimyevi bir analiz için takip edilecek yol önce bütünü parçalarına ayırıp parçalar arasındaki ilişkiyi ve her parçanın bütün ile ilişkisini incelemeye yöneliktir. Bunda parçaların kendi içinde tutarlı duruşları ve öngörülebilir hareketleri olması gerekir. Genelde siyaset özelde Türkiye siyasetinde kimyasal bir tutarlılık beklememize rağmen bu demek değildir ki hepimiz bir anda ebleh durumuna düştük ve tüm m/izanımızı, idrakimizi üç otuz paraya elden çıkardık. Anlamaya çalıştığım temel olarak şudur: Seçim sonrası anahtar parti konumuna gelen MHP neden ama neden bunun yerine siyasi bir harakiriyi tercih edip eşzamanlı olarak sistemi kilitlemeyi tercih etmektedir? Mesela, AK Parti’nin koalisyondan içtinap etmesi ve olası bir erken seçimde tek başına iktidar olacak kadar oy alabileceğini varsayması kendi içinde tutarlı bir davranıştır. Kaldı ki AK Parti’nin olası erken seçimde 7 Haziran’da kaç oyla milletvekilliği kaçırdığı illere adam adama markaj yapıp tek başına iktidar olabilmesi için gerekli kabaca yirmi milletvekilin toplamaya çalışması ve başta AK Partili belediyelerin yaz mevsiminden de faydalanarak hummalı bir şekilde bayındırlık hizmetleri yelpazesini genişletmesi bu amaca yönelik okunabilir. Aynı şekilde CHP’nin de sittin senedir iktidar veya parçası olmadığından hareketle istişkafi görüşmelerde masadan kalkmamak için elinden geleni yapması da kendi içinde anlamlıdır. Dikkat ederseniz her iki parti için elimizdeki ilişkiyi parçalarına ayırıp geri topladığımızda bir analizi deruhte edebiliyoruz. Öte yandan Bahçeli’nin şahsında MHP’nin seçim gecesinden itibaren dillendirdiklerine bakınca bir çelişkiler yumağı ortaya çıkıyor. Teslimiyetçi “evet efendimcilik” nasıl irrasyonel bir hal ise “alayına hayır”ın da nasıl bir siyasi rasyoneliteden beslendiği izaha muhtaçtır.

“Demokraside çare tükenmez” ifadesi, sivil siyasetin başta diyalog olmak üzere çeşitli imkânlarını kullanarak sorunlara çareler geliştirebileceğimize yönelik bir temenni ve durum tespitidir. Temennidir çünkü sivil siyaseti berhava etmek isteyecek şiddet bağımlıları istemesek de olacaktır. İşte demokrasinin bizatihi pahalı bir rejim olması sadece kişi başına milli gelirden alınan payın yüksekliğinden değil uzun bir karar verme süreci barındırması ve bu süreçte tüm tarafların etraflıca görüşlerini serdetmesi sayesinde olmaktadır. Oysa bu görüş bildirimi “istemezük” taassubuyla bir kakofoniye dönüşmektedir. Yukarıda ifade ettiğim gibi ivedilikle bir koalisyonun kurulması ihtiyacı güvenlik endişelerinin tavan yapmasıyla belirginleşmiştir. Buradaki mesele Türkiye’nin seçimlerden bu yana istikametinin flulaşmasından kaynaklanmaktadır. Seçimlerden sonra göreve devam eden hükümet istediği kadar atama yapsın istediği kadar hayati kararlar alsın nihayetinde bir işgüder hükümetidir. Bundan dolayı örneğin barış süreci gibi bir konuda bir açıklama yapamaz.

İşte Bahçeli hükümeti kurma konusunda AK Parti ile uzlaşmaya gitseydi başta kendi tabanı olmak üzere seçmene AK Parti’nin özellikle barış sürecine dair son gelişmeler ışığında kendi çizgilerine geldiğini ve zamanın kendilerini haklı çıkarttığını ve bundan dolayı ellerini taşın altına koyduklarını söyleyebilirdi. Ama Bahçeli bunu da elinin tersiyle itti. Bireysel olarak barış sürecini desteklemem ve her şeye rağmen devam edeceğine dair umudumu korumam Bahçeli’nin bu tasarrufu sayesinde mümkün olmuştur. Eleştirilerim yanıltmasın kendisine kalben müteşekkirim. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hükümeti kurulmasını önlemekten sorumlu tutmak cari bir kolaycılık bugünlerde ve zaten herkes de bunu yapıyor. Peki Davutoğlu ile görüşmesinde seçim hükümetinin kuruluşu da dahil masadaki seçeneklerden bir tanesine Bahçeli kabul deseydi acaba Erdoğan bu konuda ne yapabilirdi ki? Hatta diyelim ki Davutoğlu koalisyon kurulmasına ket vursa o zaman bütün maliyet onun ve partisinin omuzları üzerine yıkılmayacak mıydı? Hatta Bahçeli Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelen salvoları ve bazı AK Parti milletvekillerinin kendisine sosyal medya üzerinden sarf ettikleri hakaretleri bu şekilde boşa çıkaramaz mıydı?

Ana muhalefet ideali

Seçim gecesi Bahçeli’nin diğer seçenekler bir yana ana muhalefet partisi olma talebini mütebessim bir şekilde izledim çünkü siyasetin temel öznesi iktidardır ve siyasi partilerin varlık sebeplerinin gereği iktidar veya iktidarın parçası olabilmektir. Zaten iktidarda olmadığın sürece otomatik olarak muhalefettesindir yani halk muhalefet görevi vermez ve hiçbir siyasi parti de iktidarda doğmaz. “Halk bize muhalefet görevi verdi” muzip bir totolojiden daha fazlası değildir. Bu bağlamda bir muhalefet partisinin ana muhalefet partisi olma talebi bir sonraki seçimde kesin iktidarız medyumluğu değilse ne olabilir ki? Şöyle bir zihin jimnastiği yapalım, MHP ana muhalefet partisi olduğunda iktidarın kesin kaybedeceğinin garantisi nedir? MHP’nin şu ana kadarki ana muhalefet olamamış muhalefet derinliği mi? Elbette iktidar ve muhalefet yekdiğerinin rüknüdür ama bu haliyle ana muhalefet olmaya heves etmek ¨beşi aşma altıdan şaşma¨ tembel öğrenci sendromundan başka bir şey değildir.

Sonuç olarak, hükümetin kurulamamasının faturası önümüzdeki seçimlerde siyasi partilerin önüne konacaktır. Bahçeli’nin uzlaşmaz tutumu karşısında afallayan bazı analistlerin öne sürdüğü gibi MHP’nin barajı aşamaması halinde bu oyların gideceği adres ve parlamento aritmetiği açısından da tabanları yakın olması nedeniyle kendisine MHP ile koalisyon yakıştırılan AK Parti bu işten en kârlı çıkacaktır. Burada 15 puanlık bir uzmanlık sorusunun yeri gelmiştir: Eğer MHP barajı aşamayıp HDP -bir de oyunu arttırarak- parlamentoya girerse Bahçeli bunun hesabını nasıl verecektir? Elbette bunun MHP açısından bir kıyamet senaryosu olduğunun farkındayım ve AK Parti’nin dilinin MHP’ninkine yakınlaştığı hatta örtüştüğü bu dönemde Türk milliyetçiliğine ve güvenlikçi politikalara oy vereceklerin bunun mümessili MHP dururken acaba AK Parti’ye oy verirler mi sorusu benimde kafamda dolaşıp duruyor. Sormak istediğim işte tam da bu; MHP neden AK Parti’yi iktidar oyunlarında koalisyona ikna etmek yerine her şeye hayır diyerek kendi varlığına kastetmektedir.

[email protected] (Prof. Dr. Murat Çemrek / Necmettin Erbakan Üniversitesi)