İktidarın iki ucu: Siyaset ve kültür

Ercan Yıldırım / YAZAR
7.05.2016

İslam tarihini beğenmeyen İslamcılık, Gazali sonrasını gerileme görür, aradaki deneyimleri yok sayıp doğrudan Asr-ı Saadet’e dönmeyi savunurdu. Aydınlardan, çocuk ve gençlere kadar pek çok kişinin “efsunlanarak” izlediği Ertuğrul, İslamcılığın asli kanalına oturduğunu, temel kaynakların Türk yorumlarının esas alındığını göstermesi açısından giriş niteliğindedir.


İktidarın iki ucu: Siyaset ve kültür

Sinema ve dizi endüstrisindeki büyüme tarih ve dönem dizilerine olan ilgiyi artırdı. Diriliş Ertuğrul, Filinta, Yunus Emre ve bir nebze olsun Yamak Ahmet gibi “atmosfer” dizileri Türkiye’de hakim sosyolojinin beklentilerini karşılayacak, bunun da ötesinde doyurucu söylemleriyle siyasal açlığı ve arzuları “tatmin” edecek boyutta ilgi gördü.

Türkiye’de tarih her zaman sattırır. Sinemada, dizilerde ve matbuatta tarih ilgisini seküler odaklar, Türkiye’yi Osmanlı’dan kopuş olarak sunma ısrarını sürdürdükleri için milliyetçilik gösterisi olarak almaya devam etse de esasında milli hafızada, ortalama Türk ailesi “imperium” hayalleriyle büyür. 

Siyasetin hususen hamaset yaparak tarih vurgusunda bulunmasına hiç gerek yok; Türk sosyolojisi İslamsız Tarkan’a da gaza ideolojisinin yürütücüsü Kara Murat’a da aynı duyguyla yaklaşır. Devleti yöneten elitlerin sağ ve sol kavgalarında, milliyetçi, İslamcı ve sosyalist tezlerin kuvvetlendiği dönemlerde İslamsız putperest Tarkan’ı ya da İlayı Kelimetullah’ın temsilcisi Kara Murat’ı, enternasyonalist fikirlerin hakim olduğu dönemlerde Anadolu’nun İslamlaşmasının temsilcilerinden Battal Gazi’yi kahramanlaştırarak sinemaya aktarması otoritenin zor ve rıza merkezli tarih taktiği olarak görülmeli. Fakat millet hayatında tarih, hep bir gelecek hayaliyle süslü olduğu için Muhteşem Yüzyıl’a kısık seslerin haricinde hiçbir tepki gelmedi. Diriliş Ertuğrul’un potansiyel dindar-muhafazakar izleyicisi bile Muhteşem Yüzyıl’ın “dejenerasyon” yaptığını söylese de; Padişah Efendimiz’in, devletimizin ve haliyle tarihimizin “ihtişamı”yla gururlanmak için izlemeyi sürdürdü.

Kemalist-seküler elitlerin Diriliş Ertuğrul üzerinden Türk milletine getirdikleri eleştiriler ile 14 yıllık AK Parti iktidarını izah ederken oy veren kitlelere yönelttikleri ithamlar birbirinin benzeridir.

Elitlerin gözden kaçırdıkları nokta “tarihe bakış açısında” düğümlenir. Türk milleti Tarkan’ı da Kara Murat’ı da izlerken, tüm hamasetin, teknik hataların, bir adamın yüzlerce gavuru aynı anda öldürmesinin imkansızlığını son derece realist biçimde “saçma” bulur zaten; ama aynı diziyi elli kere izlemeyi de sürdürür. Mesele tarihte olanın “bir daha niçin olmasın” fikrinde yattığı için millet hayatı modernleşmiş kapitalist toplum sosyolojisinde bile Türkiye’nin adı Osmanlı ya da Selçuklu olmasına gerek olmadan büyüyüp “nizam verme” iştahındaki artıştadır.

Dizilerden rövanşizme

Kemalistler millet hayatındaki “nizam verme” açlığının büyüdüğünü örtmek istese bunu yalnızca siyasal alana aktarıp neo-Osmanlıcı politikalar diyerek yaftalasa da bir şekilde millet hayatı ana tarihi akslardan ilerlemek istiyor. Ulus devletin sınırları ve hacmi içinde kalarak büyük devlet olma isteği hala siyasal bir düğüm, hatta kördüğüm halinde çözmemiz gereken bir meseleye dönüşüyor. Belki bu bakımdan Kemalist elit sinema ve dizi sektöründeki yönelimlerin karşısına “rövanşizm” tezleriyle çıkma basitliğine ve kolaycılığına kaçıyor.

Tayfun Atay’ın Cumhuriyet’te yazdıklarının, dönem dizileri üzerinden siyasete yaptığı vurguların, dizilerin siyasal olanı tahkim etmedeki rolünü esasında yüceltmeyle ilgili. Son yıllardaki tarih vurgusu Türkiye’nin sosyolojik kodlarını siyasi proje olarak dönüştürmeye zorladığı biçiminde algılanıyor. İslami kesimdeki muhaliflerin de bu diziler üzerinden milletin “uyuşturulduğu”, “gözlerinin boyandığı” fikri, Kemalistlerin gelenek ve tarih icadı yani inşası “endişe”lerinin bir devamı. Halbuki diziler üzerinden uyuşturma fikri İslamcılığın televizyonlar ve stadyumlar için yaptığı genel eleştiriler arasındadır. Fakat gerek Filinta’da gerek Diriliş Ertuğrul’daki temaların büyük oranda “entrika” ve “ihanet” üzerine yoğunlaşması uyuşukluktan ziyade bir diriliğin ortaya çıkmasını sağladığı da gözlerden kaçmamalı. Belki buna Kurtlar Vadisi’ni de eklemek gerek.

Kurtlar Vadisi’nin yaşı AK Parti iktidarıyla denk neredeyse. Vadi’de işlenen konuların aydınlar tarafından “komplo” olarak değerlendirilmesine karşı izleyicilerin “gerçek hayatı” izlediklerini düşünmesi ile mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç ve dış odaklar vurgusu örtüşebiliyor. Filinta ve Diriliş Ertuğrul’da kardeşler arasındaki fitneler ve iktidar mücadeleleri küçük bir Türkiye, Türk-İslam tarihi göndermesi de içerir. İşte bu dizilerin nirengi noktası, kahramanların hep “büyük resmi” görmesi, tefrikaları ve küçük hesapları aşarak Moğol, Haçlı, Batı, Şiilik gibi “büyük oyun”lara odaklanmasında yatar. Dolayısıyla Kemalist elitlerin rövanşist açıklamaları bu dizilerin genel yönelimleriyle örtüşmez; haliyle endişe etmeleri de yersiz.

Kemalizmin tarih telakkisi ve bununla paralel sinema-dizi endüstrisine bakışı Vurun Kahpeye ile Kahpe Bizans arasında bir yerdedir. Kemalist elitin tarih ufku Vurun Kahpeye’deki gibi Diriliş Ertuğrul ve Filinta’da vurgulanan fitneleri aşma temasını çoğaltmaya yöneliktir. Düşman, millet ve inancıdır. Kahpe Bizans ise seküler cenahın güya tarih filmleri üzerinden tarihi küçültme çabasının, en alt seviyedeki güldürü öğeleriyle beslenmiş halidir.

Radyo Türkiye’ye geldiğinde Mustafa Kemal’e gösterirler; Gazi radyoyu açar açmaz Rusların sesini duyar. Sovyet propagandasıyla karşılaşınca, bu yeni aletin kitle yönlendirmesine ne kadar yakışacağını düşündüğü için hemen getirilmesini ister. Terry Eagleton’ın kültür endüstrisinin bütünüyle “öteki”ne yönelik olduğu teziyle yakından ilgili.

Türkiye’de son yıllarda özellikle İslami kesimde “kültürel iktidar” tartışmaları yaşanıyor. Matbuatta, gazete ve dergiler üzerinden, şiir şölenleri vasıtasıyla yapılan etkinliklerin farklı cenahlardaki dağılımıyla ilgili meseleler, tam da Diriliş Ertuğrul’da gözlenen tefrika mevzuuna yatkın hal almış durumda. Siyasi iktidarın en önemli boyutunu kültürel iktidar ya da özerklik sağlar. Uzun yıllar kültürel iktidarı elinde bulunduran seküler güçlerin matbuat, bilhassa dergi, edebiyat ve yayıncılıkla ilgili kaygıları çok bulunmuyor. Fakat iş dizi ve sinema endüstrisine geldiğinde fay hatları hareketlenmeler gösteriyor. Kültürel özerklik, kültür endüstrisinin yönünü belirlemeyle ilgili sert çatışmanın bir göstergesi esasında. Bilhassa TRT dizileri bu çatışmanın, meydanlardan ekranlara taşınmasının da sonucu.

Gezi’nin açtığı yol

TRT’nin Gezi sonrasında yaptığı atak 2011 yılında sol-liberallerle olan ayrılık ve 2013 sürecindeki darbe girişimleriyle sıkı bağlantılı. Absürdü absürtleştiren Leyla ve Mecnun, Komedi Dükkanı gibi yapımlardan Diriliş Ertuğrul, Filinta’ya geçen TRT zihni, İslami kesimin özel yayıncılığına, Kültür Bakanlığı’nın desteklerine ufuk olarak da fark atmış durumda. İslamcı kariyeristlerin erken dönemlerindeki sahiciliğini anlatan Yedi Güzel Adam’ın verdiği cesaret Sevda Kuşun Kanadında’ya da sıçradı.

Gezi’deki gençliğin “köksüz”lüğü, mensubiyet alanlarındaki daralma dizi endüstrisine bir biçimde yansıdı; patika açtı. “Batıyı kendi özelliklerimize doğru aşmadan bize kurtuluş yok” diyen Kemal Tahir, sinemayı bunun için en önemli araç olarak görür.

Kültür endüstrisi sinema ve dizi sektörü yaşamı değil iktidarı devam ettirir.  Türkiye’de uzun AK Parti iktidarının 2013 sonrasında girişebildiği dizi endüstrisi sahası güçlü iktidara muhtaç görünüyor; bununla bağlantılı olarak Gezi gibi hadiseler de iktidarın devamının kültürel özerkliğin özneleşmesine endeksli olduğunu belirginleştiriyor. Mesele sadece kültür köklerine dönme, rövanşizm değil kültürel ve siyasi mensubiyet alanlarının kontrol edilmesidir.

Kemalistlerin Kut’ül Amare rahatsızlığının arka planında yine Kut’un Cumhuriyet öncesi kimliğe ve özgüvene yaptığı atıf var. Seküler güçlerin dizi-sinema rahatsızlığıyla Kut’ül Amare endişelerini birlikte okumak gerek.

Her iktidar bu bakımdan tarihiyle vardır. Siyasi iktidarların kendilerine uzun kökler bulması iktidarın geleceği ve ömrüyle bağlantılıdır. Seküler güçlerin tarih algısıyla AK Parti iktidarının uzunluğundan duydukları endişe biraz da buradan ileri gelir.

TRT dizileri bir yanıyla kültürel özerklik için imkanlar sağlarken öte taraftan İslamcılığın dönüşümünde de önemli ayaklardan birini oluşturur. İslam tarihini beğenmeyen İslamcılık, Gazali sonrasını gerileme görür, aradaki deneyimleri yok sayıp doğrudan Asr-ı Saadet’e dönmeyi savunurdu. Aydınlardan, çocuk ve gençlere kadar pek çok kişinin “efsunlanarak” izlediği Ertuğrul, İslamcılığın asli kanalına oturduğunu, temel kaynakların Türk yorumlarının esas alındığını göstermesi açısından giriş niteliğindedir.

[email protected]