İlahiyat fakültelerinin seküler kimliği

Doç. Dr. Aliye Çınar Köysüren - Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Felsefe Bölümü
14.09.2013

İlahiyat fakülteleri, seküler bir Türkiye’nin, dinî görünümlü fakat seküler kimlikli, dini ilimler fakültesinin adıdır. Çünkü sadece bu kurumlarda değil, diğer eğitim kurumlarında üretilen bilgiler de, yaşadığımız dünyaya hâkim olan seküler düzlemden yükselmektedir.


İlahiyat fakültelerinin  seküler kimliği

Doç. Dr. Aliye Çınar Köysüren - Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Felsefe Bölümü

Son günlerde, ilahiyat fakültelerinin programlarında mevcut olan felsefe grubu derslerinde sınırlamaya gidilmesibir takım tartışmaları başlattı. Ancak bu tartışmalar, büyük ölçüde ilahiyat fakültelerinin kuruluş amacını yok sayarak devam ediyor gibi gözükmektedir. Bu konudaki temel soruyu cevaplarsak, kuruluş amacı açığa çıktığı gibi, üzerinde yapılan manipülasyonlarda daha anlaşılır olacaktır. Peki, asıl soru ne olmalı? Cevabını arayacağımız soru şu: İlahiyat fakülteleri gerçekte, seküler bir kimliğe sahip değil midir? Evet, ilahiyat fakülteleri, seküler bir Türkiye’nin, dinî görünümlü fakat seküler kimlikli, dini ilimler fakültesinin adıdır. Çünkü sadece bu kurumlarda değil, diğer eğitim kurumlarında üretilen bilgiler de, yaşadığımız dünyaya hâkim olan seküler düzlemden yükselmektedir. Modernleşme serencamımız, büyük ölçüde, dinle göbek bağını zayıflatarak, mümkünse kopararak boy vermeye başladı. Ancak bu devrimvari yenileşmenin öyle kolay olacağı elbette düşünülemezdi. Pek çok bakımdan sorunları beraberinde getirdi. Din de bu sorunlardan biriydi. Çünkü yeni cumhuriyetin çocukları, Osmanlının torunlarıydı. Bu nedenle, legal açıdan din tasfiye edilse de, gönül bağı ve kodlar açısından dinle derin bağlar koparılıp atılamazdı. Toy cumhuriyetin, “yarım elma, gönül alma” kabilinden dini kurumları olmalıydı.

Ateist din felsefecileri yetişirse...

Yeni Türkiye’nin seküler kimliğiyle birlikte, din eğitimi veren kurumları da açılmalıydı. Ancak bunlar seküler olmaktan ne kadar bigâne olabilirdi. Zira büyük silindirin öğüttüğü değirmenden yani sistemden, sisteme muhalif olabilen bir kuruma izin çıkarmıydı? Elbette hayır, çıkmazdı; çıkmadı da. İlahiyatlar böyle göründü sahnede. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlık sebebi bundan başkası değildi. O da modern Türkiye Cumhuriyet’inin kontrollü bir kurumu olarak kuruldu; öyle ki bina olarak da başlangıçta Genelkurmay başkanlığının tam karşına inşa edildi. 

Hal böyle olduğu için de, bir yandan gerçek manada dinî olmayacak, öte yandan da adı üstünde din eğitimi veren bir kurum olduğundan, stres topu işlevi görecektir. Bu haliyle, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilirdi. Sanki yeni müfredat değişimiyle ilahiyat fakültelerinin sözünü ettiğimiz çelişkili gerçek yapısı ifşa olmuştur. Bir kere, bugün verdiği öğrenci kalitesinin sorunlu olduğu açıktır. Teşhis tam olarak konulamasa da, bir yerler de sorun vardır. Çok boyutlu ve karmaşık sorunların üstesinden gelmek kolay olmayacağı için, mevcut kurumlar, en azından halkla barışık din görevlileri yetiştirmeliydi. Dolayısıyla görünüşte daha şeffaf bir öneridir bu; oyunsuz, düzensiz. Çünkü ilk yapılanmada, toplum,  seküler bir değirmenden, dini nitelikli un öğütüleceğini sandı. Şimdi yeni düzenleme, bu müesseselerin gerçek mahiyeti ve eşkalini saklamadan itiraf etmektedir. Hedef, İslami ilimler dersini artırarak, pragmatist yoldan, çerçevesi belli olan asgari din adamı yetiştirmektir. 

Ancak, ikinci temel soru: Temel İslam bilimleri derslerinin mahiyeti, sekülerizimden ne kadar uzaktır? Bir kere, İslami ilimlerin de oldukça akılcı veya modernist süzgeçten geçerek verildiğini inkâr edemeyiz. Bunu da gariptir ki, iyi bir felsefîformasyon alan ilahiyatçılar farkedebilmiştir. Belki de onlar konuya biraz dışardan bakmayı deneyimledikleri için, daha iyi nüfuz edebilmişlerdir. Tıpkı Türkiye’yi dışardan okumanın kolay olması gibi, sosyal bilimler gözlüğüyle, içeriye yönelmişlerdir ve aradaki mesafe, görüş eşiğini keskinleştirmiştir. Ancak sonuçta sosyal bilim ve ilahiyat senteziyle öne çıkan bilim adamları,  mutsuz bir melez hüviyetine mahkûm olmuşlardır: Öte yandan İslami ilimlerde ise, durum çok farklı değildir. Onlar da seküler bilgiyle, sözde İslami formasyonda, Donkişot’luk yapar gibi görünmektedirler.

Mesele sadece bizde böyle değildir. Örneğin Antony Flew “Ateist bir din felsefecisi olabilir mi” başlıklı makalesinde teolojinin kimliğini de dışa vurmaktadır. Bu ve benzeri tezahürlerden dolayı, Anadolu’nun masum!imamı, çocuğunu ilahiyata gönderince, bir din âlimi döneceğini sanmış; ancak bir yıl sonra oğulcanın da kafası karışarak, ergen oğul diklenmesinden, bilimci hoyratlığa evrilivermiştir. Gönlü diyor ki babası haklı; kafası diyor ki okulu haklı.  Şimdi gelinen noktada, bu fakültelerin müfredatı değiştirilirken, çok basit bir gerekçeyle, biraz da ironik bir biçimde, ilahiyat fakülteleri din adamı yetiştirsin, kafaları karışmasın denirken, gerçekte şu söylenmektedir. İslami İlimler ile dini ilimler iki ayrı çatı altında varlık göstersin. Nitekim yeni açılan fakültelerin adı, İslami İlimler. Komisyondan geçen ve kurulacak olan din bilimleri ise, farklı dinleri tedris edecek. Belki buralarda felsefe kısıtlaması olmayacak..kim bilir.

Yeni açılan fakültelerin İslamî ilimler olarak isimlendirilmesi de gerçekçi bir değişimdir. Çünkü ilahiyat fakültelerine çoğu kişi, imam hatip okulundan sonra ya da bu mantaliteyle, dini değil; İslami ilimler tedris etmek üzere gitmektedir. İlahiyat ya da teoloji, dinleri incelemeyi, hatta bu çalışmasını da seküler bir bağlamda gerçekleştirmeyi çağrıştıyor. Ülkenin çelişkili dramını, bu kurumlarda da rahatlıkla görebiliriz; seküler kimlikli fakültede, dini kimlikli âlimlerin yetişmesi/yetişe-me-me-si. Bu nedenle de, fakülte öğrencileri de kendi içinde ikiye ayrılmıştır; modernistler ve gelenekçiler. Bunun izahı ise şöyle yapılabilir. Moderinstler: Seküler yapıyla örtüşerek bilgilenenler; gelenekçiler; kurumla kavga ederek, onun içinde var olacağını sananlar! 

İlahiyat eğitiminin işlevi ne?

Dolayısıyla çoğu zamanülkedeki seküler dalgadan kaynaklanıyor olmalı ki, gelenekçi taife, savunucu bir din eğitimini öne çıkarmıştır. Hatta bu gerilim öyle ileriye gitmiştir ki, selefi yapı geri gelsin diyenler, kendilerini büyük günahtan korumak için, felsefeyi gözü kapalı reddetmişlerdir. Kurumun kendi içindeki kutuplaşması bile, bizim şimdilerdeki tartışmalarımızdan daha basiretlidir. Elbette onların ironik çelişkisi ise çok karmaşık olduğundan, yüzeyde gözükmüyor. Çünkü gelenekçiler, bir yandan geleneğe tutunurken, bir başka açıdan oldukça akılcı kalarak ve farkında olmaksızınsekülerizmeeklemlenmişlerdir. Biz de benzer şekilde, seküler bir teolojiye biraz ahlak felsefesi ekleyince işin değişeceğini sanıyorsak, turşuya biraz şeker pancarı ilave ederek tatlı yapacağımızı varsayar gibiyiz. Sosyal bilim derslerinin öğrenciyi seküler dine kaydırdığı varsayılarak, temel İslam bilimlerine yönlendirmeyle,meselenin çözüleceği varsayılıyorsa, bu da bambaşka bir sorundur. 

Çok garip uygulamalar, temeldeki garabeti gösterir gerçekte. Tuhaflık şimdiye ait değildir. Sanki burada, nasıl başladıysa, öyle gider gibi bir durum söz konusu. İster istemezçoğumuz, hangisi normal sorusunu sormadan edemiyoruz? Ancak başlangıçtaki bu tedbirlere rağmen, ülkenin genel eğitim çıtası düşünüldüğünde, nitelikli elemanların da yetiştiğini inkâr edemeyiz. Belki de aykırı ruhlar için, bahsettiğimiz düzenek, oldukça etkili ve verimli bir muhit işlevi gördü. Dahası tartıştığımız şablonu bütün boyutlarıyla görebilenler, çatışmaya girmeden, farkındalıklı; güçleri ölçüsünde eleştirel ve kısmen alternatif paradigmaları kavrayabildiler. 

[email protected]