İletişim Başkanlığı neden hedefte?

Doç. Dr. Turgay Yerlikaya / İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
9.09.2022

2009 yılındaki eksen kayması tartışmaları ile başlayan ve süreç içerisinde tematik farklılıklarla muhtelif alanlarda görülen Türkiye karşıtlığının, İletişim Başkanlığını hedef alarak yola devam ediyor olması, Türkiye'nin özellikle son zamanlardaki kritik tercihleriyle yakından ilgilidir.


İletişim Başkanlığı neden hedefte?

15 Temmuz sonrası süreçte yürütülen operasyonlar sonucunda FETÖ'ye bağlı basın-yayın organlarının kapatılmasının Türkiye'de medya alnında bir otoriterleşme yarattığını söylemek, Türkiye'nin güvenlik kaygıları ve meşru mücadelesini yok sayan bir tutumdur.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile birlikte, güçlü yürütme ve hızlı karar alma mekanizmasının tamamlayıcı adımlarından birisi olan İletişim Başkanlığı, kurumsal anlamda gösterdiği reaksiyon ve proaktif adımlarla, yeni sistemin ne denli işlevsel olduğunu gösteren önemli bir örnektir.

Bütünlüklü iletişim modeli

2018'den bu güne hem yurtiçi hem de yurtdışında yürütülen çalışmalarla Türkiye markasını güçlendirmeye çalışan Başkanlık, kritik zamanlarda etkili görevler icra etmektedir. Önemli bir birikimi tevarüs etmesinin yanı sıra bu alanda farklı bir iletişim stratejisi belirleyen Başkanlık, yeni bir kurumsal akılla, muhtelif kurumlar arasındaki parçalılığı ortadan kaldırarak bütünlüklü bir iletişim modeli ile hareket etmektedir. Türkiye'nin başta dış politika olmak üzere birçok alanda benimsediği yeni politikaların Batı'daki karşılığı ise oldukça negatif bir çerçeve üzerinden şekillenmektedir. Türkiye'nin attığı kararlı adımlar ve takip ettiği stratejinin negatif bir dil üzerinden haberleştirilmesi, bir süredir Türkiye'yi hedef alan bir tutuma evrilmiştir. Önceleri sadece haber ve söylem üzerinden karşımıza çıkan bu olumsuz yaklaşım zamanla bir karşıtlık haline gelmiş ve Türkiye ile ilgili içeriklerde yönlendirici ve gerçekçi olmayan iddialar baskın hale gelmiştir.

Sorunlu bir perspektif

Türkiye'ye karşı ciddi manipülasyonlara imza atan İngiliz Basını, son dönemde Türkiye'nin önemli kurumlarını hedef almaktadır. 31 Ağustos Çarşamba günü Londra merkezli haber ajansı Reuters, "Insiders reveal how Erdogan tamed Turkey's newsrooms" başlığını taşıyan analizle doğrudan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nı hedef almış ve gerçekçi olmayan iddialar üzerinden Türkiye'deki medya ortamını hedef alan ciddi bir manipülasyona imza atmıştır.

Söz konusu analiz, 2000'li yıllardan itibaren homojen olan medya yapısındaki dönüşümü bir çeşitlenme ve zenginlik olarak sunma yerine medyanın iktidar tarafından kontrol edildiği iddiasını ortaya atarak oldukça sorunlu bir perspektif ortaya koymaktadır. Analizde farklı tarihlere atıfla verilen medyanın iktidar tarafından yönlendirildiği iddiaları, gerçekliği betimlemek ya da kamuoyuna aktarmak yerine belirli bir kurguyu amaçlamaktadır. Örneğin 2006'da Orhan Pamuk'un kazandığı Nobel Ödülü'nün ardından, herhangi bir açıklama yapmak için Erdoğan'ın beklendiği gibi bir iddianın eski bir medya çalışanına atfen dile getirilmesi bunu göstermektedir. Benzer biçimde hükümetin Başkanlık üzerinden medyaya talimatlar verdiği, haber ve manşetlere müdahale ettiği gibi bir iddiayı herhangi bir somut içerik ve kaynak paylaşmadan ortaya koymak, gazetecilik etiği açısından tartışmalıdır. Zaman zaman RTÜK zaman zaman da Basın İlan Kurumu üzerinden yürütülen tartışmalarda muhalif kimlik ve gazetecilerden alıntılarla analizin argümanını destekleyen yazar, birbiriyle ilgisi olmayan parçaları kendi kurgusu için araçsallaştırmakta ve söz konusu kurumları denetim yerine bir sansür mekanizması olarak ele alan yaklaşımları desteklemektedir.

Otoriterleşme iddiası

Analizin bir diğer sorunu da 15 Temmuz ve FETÖ'ye ilişkin kullanılan ifadelerdir. Analizde, 15 Temmuz sonrası süreçte yürütülen operasyonlar sonucunda FETÖ'ye bağlı basın-yayın organlarının kapatılmasının Türkiye'de medya alnında bir otoriterleşme yarattığını söylemek, Türkiye'nin güvenlik kaygıları ve meşru mücadelesini yok sayan bir tutumdur. FETÖ'ye ilişkin ısrarla kullanılan bu dilin, birçok alanda yürütülen terör operasyonlarında da tercih ediliyor olması, Türkiye'nin terörle mücadelesi açısından da bir risk taşımaktadır. Benzer bir yaklaşımı Türkiye'nin PKK/YPG ile mücadelesinde de sergileyen İngiliz Basını, özelikle Suriye'nin Kuzeyinde yapılan operasyonlarda da ciddi manipülasyonlara imza atmıştır. Örneğin güvenlik gerekçesiyle Suriye'de yürütülen bir operasyonda, Türkiye'nin bölgede okulları ve su depolarını hedef aldığını iddia eden Reuters, hiçbir gerçekliği olmayan haberlere imza atmaktan imtina etmemiştir.

Analizde Türkiye'nin medya alanını regüle etmesi ve özellikle sosyal medya konusundaki adımları da ciddi ithamlara maruz kalmaktadır. Örneğin, geçtiğimiz yasama döneminde Adalet Komisyonunda kabul edilen ve Ekim ayında parlamentonun önüne gelecek olan "Dezenformasyonla Mücadele Yasası" hedef alınmakta ve ilgili yasanın bir tür sansür ortamı oluşturacağı iddia edilmektedir. Türkiye'nin maruz kaldığı yalan haber ve manipülatif içerikleri engellemeyi hedefleyen ve Avrupa ülkelerindeki ilgili yasalarla ciddi benzerlikler taşıyan bu yasa teklifini başka bir bağlama taşıyarak sorunsallaştırmak, Türkiye'nin bu alandaki kararlı mücadelesini hedef almaktadır. Kaldı ki ilgili yasa teklifi ile, sahte isim ve hesaplarla yasaya engel teşkil eden içerik paylaşmanın önüne geçilmeye çalışılmakta ve "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçu tanımlanarak bununla ilgili belirli bir ceza öngörülmektedir. İnternet ve sosyal medya platformlarından gelebilecek anti-demokratik müdahaleleri etkisizleştirme noktasındaki hemen her adımın bağlamından kopartılarak sunulması, Türkiye'nin bu alandaki haklı mücadelesini de görmezden gelmektedir.

Kritik tercihler

2009 yılındaki eksen kayması tartışmaları ile başlayan ve süreç içerisinde tematik farklılıklarla muhtelif alanlarda görülen Türkiye karşıtlığının, İletişim Başkanlığını hedef alarak yola devam ediyor olması, Türkiye'nin özellikle son zamanlardaki kritik tercihleriyle yakından ilgilidir. Bu bağlamda, Türkiye'nin küresel düzlemde haklı taleplerini dile getiren ve Türkiye'ye karşı gelişen negatif söylemi etkisiz kılarak, uluslararası kamuoyunu doğru biçimde enforme eden İletişim Başkanlığının hedef alınması, güçlü yürütme tercihinin ne denli anlamlı olduğunu da göstermektedir. Nitekim İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un "Bölgede ve dünyada söz sahibi olan ülkemizin yükselişine yakışır nitelikte ve değerde çalışmalar gerçekleştirmek, milletimizin sesini, devletimizin haklı mücadelesini bütün dünyaya duyurmak" olarak ifade ettiği iletişim stratejisi her yönüyle kararlı biçimde işlemektedir. 2018'den bu yana Kaşıkçı Cinayeti, Türkiye'nin sınır ötesi operasyonları, 1915 tehciri ile ilgili diasporada üretilen sözde soykırım ithamları ve Dağlık Karabağ'ın özgürleştirilmesi sürecinde Başkanlığın ortaya koyduğu iletişim stratejisi, Altun'un da ısrarla altını çizdiği, Türkiye'nin haklı mücadelesi noktasındaki önemli kilometre taşlarıdır. Son dönemde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile başlayan süreçte Türkiye'nin arabulucu rolünde sağladığı katkı sonucunda açılan tahıl koridoru ve bu başarının küresel düzlemde anlatılması da yine Başkanlık ve hariciye alanındaki aktörlerin senkronize çalışmalarının eseridir. Ege ve Akdeniz'de enerji üzerinden yükselen gerilimde de Türkiye'nin haklı pozisyonunu ısrarla biçimde dünya kamuoyuna anlatan İletişim Başkanlığı, kritik anlarda üstlendiği misyonlarla, bir rol model olarak tartışılmaktadır. Tıpkı savunma sanayisindeki kararlı adımlarda olduğu gibi Türkiye'nin enformasyon alanındaki ciddi mücadelesi de Türkiye'nin bağımsızlığı ve geleceği açısından hayati öneme sahiptir.