“Ilımlı Türklük” olur mu?

Dr. Celâl Fedai / Şair-yazar
28.10.2017

“IYI”, 15 Temmuz öncesi kurulmuş bir parti. Darbe başarılı olmasaydı kurulmasına gerek kalmayacakmış gibi bir havayı arkasına aldığı da çok açık. O halde “kendi tanıklıkları”na güvenmek bunun neresinde? Aksine bir durum yok mu?


“Ilımlı  Türklük”  olur mu?

İslam ile özdeşleşmiş Türklük’ün en ufak işaretinden rahatsız olan Batı dünyası, Türklük’ün akıllarda en çok yer etmiş sembollerinden birini kendine ad ve amblem seçen çiçeği burnunda-ki yeni siyasî parti “IYI”den nedense hiç rahatsız olmadı. Aksine manidar bir sevinç duydu. Batı basını, 15 Temmuz’dan çok öncesi bir siyasî figür olarak Meral Akşener’i benimsemeye başlamıştı. Partinin kuruluşundan sonra bunun artarak devam edeceğini söylemek yanlış olmaz. “Türk-lük’ün siyaseti” meselesini düşünmek için bir vesile saymak lazım bu durumu. 

Burada iyi kritik edilmeyi bekleyen can alıcı bazı sorular var: Türkiye’de 15 Temmuz’la birlikte bir türlü fark edilemeyen bazı mühim hakikatler apa-çık kendini gösterir oldu. Sözgelimi yeryüzüne yayılmış bir İslamcılık’a zihnen gömülmüş ol-maktan ötürü bir türlü Türkiye’yi fark edemeyen İslamcı entelektüeller, 15 Temmuz ile birlikte, “tarihi bir kader olarak Türklük”ü fark ettiler. Modern zamanların bir ideolojisi olarak İslamcılık, dünya postmo-dern zamanlara geçtiğinde, 150 yıldır bindiği dalda yarattığı ağır yükü anlamaya kendini verebilmiş değildi. Bu nevi İslamcıların cümlesi, 15 Tem-muz’da, önceleri Afgani zihniyetinin enerjisiyle hareket ederek lağvetmek istedikleri ne varsa yanlarında destekçi buldular. Bun-dan sonra sadece kendile-rinin değil tüm Türkiye’nin, Türklük’ü tarihî bir kader olarak benimsemiş geleneksel İslam irfanı ile, evet ancak bunun ile, ayakta kalabileceklerini gördü-ler. Gerçi postmodern popülizm ideolojisinin acentesi olarak iş gören din adamı görünümlü bir zümre, hadisler başta olmak üzere tarihin içinden üzerine titrenilerek gelen her dini um-deyi reddetmeyi sürdürüyor ama “İslamcılık”, modern ve postmodern isin pasın içinden çıkıp Türkiyelileşmeye başladı. Dolayısıyla bir rol olarak Türklük’le barışır oldu. Entelektüellerin bu hali, zaten halkın sahip olduğu bir hal idi. Dolayısıyla İslamcılık, modern ve post-modern aşamalardan geçip 15 Temmuz’u tecrübe ettikten sonra, Türkiye içindeki her kesimi kavrayabilen bir “İslami tefekkür dairesi” haline gelme yoluna girdi denilebilir. Bunu fevkalade mühim bir kavrayış olarak değerlendirmek gerek.

“İslamî tefekkür dairesi”, Türkiye içindeki farklılıkları koruyup kollayarak onlara bir teminat sunarken Türkiye dışı için ise, Türkiye’nin Selçukilerden beri taşıdığı tarihi rolü üstlen-mek anlamına geliyor. Türkiye’nin böylesi bir dış siyaset vazifesi üstlenmesinin yarattığı rahatsızlık esasen kafası karışıklar için gerekli kılavuzu kendiliğinden vermektedir. SSCB sonrası Rusya, vaktiyle devirdikleri Çar sülalesi Romanovların Rus imparatorluğu idealinden bir milim ayrılmış değil. Almanya, 1991’de birleşmiş ve ABD boyunduruğundan kurtulma emareleri gösteriyor. İsrail, siyonizmi Suriye ve Irak’a yayıyor. İran’da her şey Pers kelimesiyle ifade edilir hale gelmiş durumda. Hal böyleyken Türkiye’den istenen şey ise şu: “Tarihi kader”ine bigâne ol… Bu da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni İskoçya ya da biraz daha asabi bir İrlanda olarak farz etmek-tir. Yıllardır böyle gelen bir Türkiye, tarihin şu anından sonra böyle gidebileceğe benzemiyor. Kaderi, kişinin gereğini ya-şamayarak terk ettiği yaşlarının ensesinde yakalaması gibi, Türkiye’yi yakalıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne zihnen bağlı olmak, yeryüzüne yayılmış zulme uğrayan Müslümanlarla hemhal olmanın günümüzde de neredeyse yegâne yolu. Bu noktada yıllardır Türk kimliğine vurgu yapanlar, modern ve postmodern dönem İslamcıları yanlarında pek az bulmuş-lardı. Şimdiyse Türkiye’nin “tarihî kader”i, Suriye ve Irak’ta, İslam ile yüzyıllardır şekillenmiş Kürt kimliğinin içini boşaltıp yeni bir İsrail kurulmak istenirken daha bir belirginleşmiş durumda. Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla İslamcı entelektüeller, Türkiye’yi fark ederek “tarihi bir kader olarak Türklük”ü fark ediyor bugün. İrfan sahibi halkın zaten içinde duyduğu bir şeydi bu… Şimdi bu halin içinden “Türklük”e vurgu yapıp uzaklaşanların durumuysa düşündürücü…

Hakikatle aradaki perde

Can alıcı soruların yeridir burası: İşte tarihin ifade etmeye çalıştığımız bu özel anında, sadece İslamcı entelektüeller değil Türk’ünden Kürt’üne, Arap’ına, Çerkes’ine tüm Türkiye, iç ve dış saldırılara maruz kalan mazlum bir halkı uğradığı saldırı-lara karşı birleştirici bir güç ve tarihi bir kader olarak Türklük’e meyletmişken, nasıl oldu da kahir ekseriyeti MHP içinden çıkan bir kısım “Türkçüler”, bu vakıanın dışına kendilerini çekebiliyorlar? “Ilımlı İslam” diyerek eleştiregeldiği projenin “Ilımlı Türklük” olanına çekildiklerinin niçin farkına varmıyorlar? Üstelik de Türkiye’de pek çok çevre “tarihi kader olarak Türklük”e bu kadar yaklaşmışken… Haklı olarak darlandıklarında, “Türklük”ün yalnızlığıyla övündüklerini unutup şimdi kim oldukları belli olan Batılı çevrelerle kalabalıklaşmaktan mürüvvet beklemeleri nedendir?

Bu soruların cevabını Alexis de Tocquville’in meşhur eseri Amerika’da Demokrasi’nin, Amerikalıların zihin yapısını ifşa ettiği şu cümleleriyle izah edeceğim aklıma gelmezdi: “Amerikalıların uygulamaları, onları kendi yargı standartlarını sa-dece kendilerinde sabitlemeye yönlendirir. Pratik hayatlarının sunduğu bütün küçük zorlukları yardım almadan çözmeyi başardıklarını gördükçe, dünyadaki her şeyin açıklanabileceği ve dünyadaki hiçbir şeyin anlama sınırlarını aramayacağı gibi bir sonuca vardırır. (…) Sadece kendi tanıklıklarına güvenme-ye alıştıkları için, dikkatlerini cezbeden nesneyi büyük bir açıklıkla görmeyi severler; onun için nesneyi her şeyi olabildiğince sıyırırlar; nesneyi daha yakından ve gün ışığından gör-mek için nesneden kendilerini ayıran ne varsa ondan kurtulur, nesneyi görünmekten gizleyen ne varsa onu ortadan kaldı-rırlar. Bu zihinsel eğilim kısa zamanda kendileriyle hakikat arasına yerleşen lüzumsuz ve rahatsız edici perdeler olarak gördükleri formları lanetlemelerine yol açar.” Bu uzun pasajın tamamını aldım çünkü maalesef, Türkiye’de “Türklük”ünü izhar ederek tebarüz etmek isteyenlerin bir siyasi parti kurduklarındaki zihinleri tam da böyle işliyor. Vaktiyle Türklerin yalnız olduğuna dair vehimlerinden tatlı bir ye’se kapılanların böylesine çoğalmayı istemeleri ayrıca düşündürücü. Şimdi-lik o bahsi atlayıp şu tespiti gözden geçirelim:  Öncelikle sadece “kendi tanıklıkları”na güveniyorlar.

Yukarıda 15 Temmuz ile alakalı olarak sıraladı-ğımız hakikatlerin onlara uğramadığı aşikâr. O tecrübe sanki hiç yaşan-mamış. Çünkü “IYI”, 15 Temmuz öncesi kurulmuş bir parti. Darbe başarılı olmasaydı kurulmasına gerek kalmaya-cakmış gibi bir havayı arkasına aldığı da çok açık. O halde “kendi tanıklıkları”na güvenmek bunun neresinde? Aksine bir durum yok mu?

‘Kayı olmadan IYI olmaz’

Evet, var… Tocquville’inki gibi bir kavrayışla Türkiye’de Demokrasi diye bir kitabı kim yazar bilemem ama bildiğim şu ki Türkiye’nin demokrasi serüveni askerî darbeler sonrası ku-rulan pek çok partinin gömütlükteki yerinde dikili bir servinin olmadığını gösteriyor. Askeri darbeler sonrası kurulan siyasî partiler, başarılı darbeler sonrası kurulur ve darbeyi uygula-yanla-rın şok doktrinlerini sonraki günlere taşır. Oysa Türkiye’de askeri darbe başarısız oldu. Lakin postmodern popülizm ideolojisi, Türkiye tarihinde ilk defa tarihi bir kader ve bir rol olarak tüm Türkiye’nin üzerinde uzlaşabileceği bir alanın dışına Türklük’ü çıkarıyor. Bu nedenle de ne yazık ki bu yanıyla “Türklük”, Amerikan zihninin popüler kültür nesnelerinden biri haline geliveriyor: Tarihi rolünden soyunmuş “llımlı bir Türklük” bu. Televizyon dizilerinde, tişörtlerde popüler bir meta olan şeyin bir siyasi partinin söylemlerinin toplamını aşması, geçmiş siyasi tecrübelerimizde yaşanmadı değil. Söz-gelimi Demokrat Parti, “Yeter Söz Milletindir!..” dediğinde ABD’nin, adeta yazılımını vermediği bir silah gibi kullandığı postmodern popülizm ideolojisi içinden bu söylemi geliştirmiyordu. Bunun halka enjekte edilen değil halktan gelen bir karşılığı vardı. IYI’nin televizyon dizileri, tişörtlerin ötesinde bir karşılığı varsa bunun “ılımlı İslam’a” itiraz edenlerin “ılımlı Türklük’e” denk gelmeyecek bir söylem geliştirmeleriyle mümkün olabilmesi gerekir. IYI, böyle bir iddia taşıyor görün-müyor. Aksine onda “Kayı olmadan IYI olmaz” demeye bizi götüren bir Amerika’da demokrasi havası var.

Peki ne idi Kayı? Türklerin içine gayrı müslim unsurları da alan İslamî tefekkür dairesine beden ve ruh veren, tarihte yerini almış “irade”dir. Macerası herkesin bildiği gibidir. Lakin pek az kişi buradan siyasi, toplumsal bir devlet modeline hayat vermenin derdinde oluyor maalesef. İslami tefekkür dairesi, tarihin bu anında, Türkiye’yi her çevreden, meşrepten, ideo-lo-jiden unsuruyla birlikte tutmak iradesi olmak durumunda. Bunun ne kadar güç olduğu ise ortadadır. Postmodern po-pülizm ideolojisi, insanımızı öyle iğdiş etmiş ki mahvına sebep olacak işleri burnunun ucundayken bile göremiyor. Böyle-leri hazları ne isterse onu iyi biliyor. Kimilerinin iyi bildiği ise, tarihin bu kritik anından istifadeyle siyasi ikbal bulmak. Bu uğurda “Türklük” de tarihi bir rol olmaktan kolayca çıkıyor. Rusya, ABD, İsrail, İngiltere… Onlar için normal olan bizim için ütopya oluyor bu yüzden.


@CelaliFedai