İlk İmralı süreci ve ‘Demokratik Cumhuriyet Projesi’

AYTEKİN YILMAZ / Yazar
16.02.2013

15 Şubat 1999’da Abdullah Öcalan, Kenya’nın başkenti Nairobi’den getirilip İmralı’ya kapatılalı tam 14 yıl olmuş. Eğer bugün devam eden İmralı sürecini anlamak istiyorsak, İmralı’nın ilk dönemlerine bakmak yararlı olacaktır. Bu sürecin yakın takipçilerinden biri olduğumu söyleyebilirim.


İlk İmralı süreci ve ‘Demokratik Cumhuriyet Projesi’


15 Şubat 1999 da Öcalan İmralı’ya getirildiğinde, Bursa hapishanesindeydim. O dönemin, 10 yıllık mahpus yaşamımın en sıkıntılı dönemi olduğunu söylemekle yetineyim. Benzer şeyleri PKK’li tüm mahpuslar için söylemek mümkündür, çünkü Öcalan’ın yakalanmasını protesto eden 44 PKK’li mahpus kendini yaktı. Bunlardan 12’si yaşamını yitirdi. Benzer sıkıntının dışarıda da yaşandığını belirtmek yerinde olur.  O dönemi hatırlayanlar bilir, Öcalan yakalanıp İmralı’ya getirildiğinde, yapmış olduğu açıklamalar nedeniyle, örgüt bir açıklama yaparak Öcalan’a ilaç verildiğini bu nedenle de söylediklerinin örgütü bağlamayacağını duyurdu. Ama bir hafta sonra Öcalan’la iletişim kurulması sonucu bu kaygı giderildi ve örgüt Öcalan’a sahip çıktı. Normalde tutuklanan her PKK’linin yetkileri sonlanırken, bu kural Öcalan’a uygulanmadı. Öcalan dışarıda bıraktığı yerden daha etkili biçimde devam etti görevine. İlginç olan şu ki, Öcalan’ın yeniden örgütün lideri olması için, o dönemin İmralı’dan sorumlu devlet yetkililerinin tüm imkanlarını seferber ettiği anlaşılıyor. Sonraki süreci yakından araştırdığımızda bu gerçek daha iyi anlaşılacaktır. Öcalan’ın savunmasını hatırlayalım. Mahkemede savunmasını, örgütün kabul etmekte zorlandığı, ama İmralı yetkililerinin onay verdiği, adına “Demokratik Cumhuriyet Projesi” dediği, tezler üzerinden yaptı. Birkaç yıl gündemde kalmasına rağmen hayata geçirilemeden gündemden düşürülen bu projenin üzerinde durmakta yarar var, çünkü bugün ‘Demokratik özerklik’ isteyenler, o günkü Demokratik Cumhuriyet Projesi’ni kabul etmişlerdi. Örgütün kabul ettiği, dönemin hükümetlerinin hayata geçirmediği bu proje, radikal talepler içermiyordu. Hatta Kürt eksenli siyasi talebi olmayan bir proje idi. Kürt sorununun siyasi bir sorun olmadığını, Kürtlerin cumhuriyetin asli kurucu üyesi olduğunu, silahlı mücadelelerin tüm dünyada son bulduğunu, PKK’nin de silahlı mücadeleyi terk etmesi gerektiğini söylüyordu. Ayrıca federasyon ve özerklik gibi her türlü modeli dışlayan bir tutumu vardı. Projesinde “Kürt sorunu” kavram olarak bile yer almıyor, adına demokratikleşme sorunu deniliyordu. Daha sonraki dönemlerde Öcalan tarafından değişik projeler sunulsa da (Ekolojik Toplum, Demokratik Konfederasyon, Demokratik Özerklik gibi) hiçbiri devlet ve dönemin hükümetleri tarafından ciddiye alınmadı. Benim İmralı için birinci dönem dediğim 1999-2006 yılları arasındaki dönem, Öcalan tarafından projeler geliştirilen, dönemin hükümetleri tarafından bu projelere ilgisiz kalınan bir dönemdir ve her iki taraf açısından da aydınlatılmayı bekliyor. Örneğin Öcalan İmralı’ya getirildiği günlerde hayatında daha önceden adını bile duymadığı bir kitap verildi kendisine, ABD’li stratejisyen Leslie Lipson’un “Demokratik Uygarlık” isimli kitabıydı bu. Öcalan adına “demokratik cumhuriyet” dediği projesini bu kitap üzerinden hazırladı.

Hapishanelerdeki örgüt kitaplıklarımızda daha önceden görmediğimiz, duymadığımız bu kitap, Öcalan’ın isteğiyle, tüm PKK’lilerin okuması gerek oldu. O dönem merak ettiğimiz sorunun cevabını hala almış değilim. ABD’li uzmanın kitabını Öcalan’a kimler verdi? Eğer dönemin devlet yetkilileri ya da ABD’li yetkililer her kimse, Öcalan’a hazırlatmış oldukları ve hiçbir radikal talep içermeyen ‘Demokratik Cumhuriyet Projesi’ne sonradan neden sahip çıkmamışlardır?

Bir diğer cevap bekleyen soru şu; 1999 yazında Öcalan, örgütüne bir dizi pratik adımlar attırdı. 2 Ağustos 1999’da silahlı güçlerin sınır dışına çekildiği, aynı yılın 1 Ekim ve 29 Ekim’inde ilki dağdan, diğeri Avrupa’dan iki grubun gelip devlete teslim olduğu biliniyor. Teslim olan grup üyelerine, örgüt yöneticisi ve örgüt üyeliğinden hapis cezaları verilmiştir. Bunun yanı sıra PKK sınır dışına çıkarken, “500 kişi içerde kalabilir” diyen askeri yetkilileri, ve “Eğer bir daha teslim olmaya gelen olursa ateş ederiz” diyen Paşaların kim olduklarını hala öğrenmiş değiliz. Düşünebiliyor musunuz, PKK’li silahlı gruplar teslim olmaya gelecekler ama bazı paşalar engel oluyorlar...

Peki Öcalan o dönem bunca adımı tek taraflı neden atıyordu? Bu adımlara karşılık devlet ne gibi sözler vadediyordu? Bu sorunun takipçisi olmuştum, Öcalan, “yakında demokratikleşme yasaları çıkacak” yönünde bir beklenti içindeydi. Hatta kendisi dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu kastederek, çıkması muhtemel ‘Kıvrıkoğlu Yasaları’ndan bahsediyordu. Ama beklediğimiz bu yasaların hiçbiri çıkmadı. Dönemin Genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu 3 Eylül 1999 günü yaptığı açıklamalarda “demokratikleşme sürecinin devam edeceği”nden bahsediyor ama bunların ne gibi adımlar olacağını hiçbir zaman öğrenemedik. Belli ki o dönem Öcalan’ın beklentilerine cevap verilmediğini anlıyoruz.

Yine 1999’da İmralı’ya kapatıldıktan sonra Öcalan’da siyaseten köklü dönüşümler görüldü, Özellikle Atatürk algısı tümden değişti. Eğer o dönem örgüt, Öcalan’ın Atatürk için söylediklerini kabul etmiş olsaydı, PKK şimdi Atatürkçü Düşünce Derneği çizgisinde bir örgüt olurdu. O dönemki avukat görüşmeleri notlarında çok bariz biçimde bunu gözlemlemek mümkündür. Öcalan’ın İmralı’da Atatürkçü kişiler tarafından sorgulandığı anlaşılıyor. İmralı cezaevi jandarmanın denetiminde olduğuna göre, Öcalan’dan sorumlu Paşalar Ergenekon oluşumunun neresindedirler diye bir soru sorabiliriz?

Ergenekon-İmralı görüşmeleri

Özellikle Öcalan’ın İmralı’daki ilk yıllarına ilişkin onlarca soru sorulabilir, cevap verecek muhatapların orta yerde olmaması yeni dönem için dezavantajlı bir durumdur. Ergenekon davasında yargılanan onlarca paşa olmasına rağmen, İmralı’dan sorumlu hiçbir askeri yetkiliye dava açılmamış olması ayrıca düşündürücüdür. Mesela 2004 yılında silahlı mücadele kararının İmralı’dan gittiği söyleniyor. Eğer dikkat edilirse 2004 Haziranına kadar, Öcalan İmralı’da silahlı mücadeleyi reddetmiş bir halde, sivil bir çözüm beklerken, birden silahlı mücadele kararı alıyor. Böylesi bir durumda Öcalan’ın kendi iradesidir demek ne kadar gerçekçi bir yaklaşım olur? Sadece İmralı’nın ilk dönemi için değil, şöyle geçmişe bir baktığımda, devlet- PKK görüşmeleri denilen şeyin, aslında PKK’nin Ergenekoncu devlet çizgisi tarafından etkisizleştirilip, kontrol altında tutulmasından başka bir şey olmadığını söylemek mümkündür. Öcalan üzerinden PKK’yi etkisizleştirme ve kontrol altında tutma konsepti Ergenekoncu çizgi ile örtüşen bir konseptti ve sonuç alınamadı. Bu çizginin en temel amacı, Öcalan üzerinden PKK’yi bölme, güçten düşürme ve kontrolde tutabilmekti. 1993’le başlayan bu taktik İmralı’da doruğa ulaşmış ama sonuca ulaşamamıştır.

Bitmeyen İmralı süreçleri içerisinde Devlet adına hükümet ilk kez 2008’den itibaren sorunun çözümü için PKK’yi muhatap alıp, Oslo sürecini başlatmıştır. Bundan önceki devlet-PKK görüşmeleri denilen süreci ziyan olmuş sayabiliriz. Çünkü sözü edilen o görüşme girişimleri, sorunun çözümüne ilişkin değil, çözümsüzlüğüne ilişkin yapılmış olan girişimlerdir. Umarız Oslo’da yarım kalmış bu yeni süreç Habur gibi olmaz, olmamalıdır. Yeni süreçte İmralı üzerinden müzakere edeceklerin geçmişte denenmiş ve sonuç alınamamış şeyleri yapmaması gerekir. Şiddeti sonlandırma girişiminin, şiddeti ortaya çıkaran nedenlerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabileceği unutulmamalıdır. Özellikle Öcalan üzerinden örgüte her türlü kararı aldırabiliriz tezinin karşılığının olmadığı, olamayacağı bilinerek sürece yaklaşılmalıdır. Eğer sağlam adımlarla çözüm modeli ortaya konulursa, PKK için buradan öteye köy olmayabilir. Yeni dönemde Öcalan’ın projesinin ne olacağını henüz bilmesek de, Demokratik Cumhuriyet çerçevesinde olacağını, radikal talepler içermeyeceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Bu bakımdan İmralı’daki yeni süreç, PKK için de oldukça önemlidir. Her defasında “Önder Apo” diyen PKK yönetici kadrosu, Öcalan’ın yeni projesine ne kadar sahip çıkacaktır? Bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz. Yeni İmralı sürecinin diğerlerinden farklı yanı, BDP’lilerin de bir biçimde sürece dahil olmak istemeleridir. Düne kadar tek muhatap Öcalan’dır diyenler, İmralı’ya kimin gideceğine takılıp bu sürece gölge etmemeli, her türlü kapris ve kompleksten uzak durulmalıdır. Yeni Habur kazalarının olmaması için bu süreçte çok dikkatli olunması gerekmektedir. Eski Habur deneyimi bir akıl tutulmasıydı. Dağdan davul zurna ile inmek, indirilmek isteyen bir zihniyet barışa hazır değildir. Düşünsenize, dağda yıllarını geçirmiş, arkadaşlarının ölümüne tanık olmuş, asker ölümleri, sivil ölümleri yaşamış, nerden baksan acı duyması, “bir daha asla” olmamalı demesi gerekenlerin davul zurna ile inmek ya da indirilmek istenmesi başka nasıl açıklanabilir?

[email protected]