İlk yılın sonunda 4+4+4: Felaket senaryoları gerçekleşti mi?

Dr. Sedat Gümüş - Mustafa Kemal Üniversitesi
17.08.2013

Geçen yıl yürürlüğe giren yeni sistemle ilgili bazı küçük sorunlar olsa da ne iddia edildiği gibi sistem faciaya dönüşüp eğitim-öğretim yarıda kalmış, ne sınıf mevcutları 70-80’lere çıkmış, ne de okula yeni başlayan çocuklar hayati tehlikeler atlatmışlardır.


İlk yılın sonunda 4+4+4: Felaket senaryoları gerçekleşti mi?

Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmanın yanısıra, eğitim sistemimizde birçok köklü yapısal değişiklik meydana getiren ve kamuoyunda 4+4+4 adıyla bilinen yasal düzenlemeler, geçtiğimiz eğitim öğretim yılında ilk kez uygulandı. Büyük tartışmalar sonucunda yasalaşan ve içeriği ile ilgili birçok kaygının dile getirildiği bu düzenlemelerin sonuçlarının şimdilerde çok fazla tartışılmaması dikkat çekicidir. Özellikle de bu düzenlemelere ciddi eleştiriler getiren kesimlerin, düzenlemelerin olumlu ya da olumsuz sonuçları konusunda ciddi bir analiz yapmadığını görüyoruz. Herkesin pedagog ve çocuk psikoloğu edasıyla büyük tespit ve analizler yaptıkları bir konunun, bu kadar çabuk gözden düşmesi gerçekten ilginçtir. Peki, uygulamanın ilk yılının sonundaki gerçek durum nasıl? Yasal düzenlemeler gerçekleşmeden önce dillendirilen felaket senaryoları veya endişeler ne ölçüde gerçekleşti? Yapılan yasal düzenlemelerden birebir etkilenen öğretmenler, okul yöneticileri ve veliler uygulamayı nasıl değerlendiriyorlar? 

Tespitler ve aşılması gerekenler 

Bu sorulara bağımsız bir akademisyen grubu olarak yaptığımız ve Eğitim-Bir-Sen tarafından yayımlanan “4+4+4 Eğitim Reformunu İzleme Raporu” çerçevesinde cevap vermeye çalışacağım. Bu araştırma kapsamında Türkiye’nin her bölgesinden ve farklı okul türlerinden öğretmen, yönetici ve velilerle derinlemesine görüşmeler yaparak ilk yılın genel bir değerlendirmesi yapılmıştır. Öncelikle şunu açıkça ifade edelim: Bazı siyasetçi, eğitimci ve akademisyenler tarafından öngörülen ve dillendirilen felaket senaryoları gerçekleşmemiştir. Ne iddia edildiği gibi sistem bir faciaya dönüşüp eğitim-öğretim yarıda kalmış, ne sınıf mevcutları 70-80’lere çıkmış, ne de okula yeni başlayan çocuklar hayati tehlikeler atlatmışlardır. İddiaların aksine, sınıf öğretmenlerinin norm fazlalığı nedeni ile yeni sınıflar açılmış ve böylece birinci sınıf mevcutları düşmüştür. Benzer şekilde, bağımsız ilkokul olan okullarda küçük yaşlardaki öğrencilerin fiziksel ortamları daha rahat kullanabildikleri ortaya çıkmıştır.

Felaket senaryolarının gerçekleşmemiş olması tabii ki hiç bir sorun yaşanmadığı ve her şeyin mükemmel bir şekilde işlediği anlamına gelmiyor. Genel olarak bağımsız ilk ve ortaokulların oluşturulması, hem eğitimciler hem de veliler tarafından çok olumlu karşılanmışsa da alt yapı eksiklikleri veya Milli Eğitim bürokrasisinin aldığı bazı yanlış kararlardan dolayı ayrışmaların yeterince hızlı bir şekilde gerçekleşememesi önemli bir sorun olarak vurgulanmaktadır. Ayrışmanın yeterince hızlı bir şekilde tamamlanamadığı ve ilk ve ortaokul yaş grubu çocukların halen aynı binalarda eğitim gördükleri şeklindeki eleştiriler, aslında bu konuda bir yasal düzenleme için ne kadar geç kalındığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, öğretmen ve okul yöneticilerini mağdur etmemek koşulu ile ilk ve ortaokulların ayrışma işlemlerinin ivedilikle tamamlanması gerekliliği açıktır.

İlk ve ortaokulların yeterince hızlı bir şekilde ayrışamamaları sorununa benzer bir şekilde alandan gelen en ciddi eleştiriler; haftalık ders saatlerinin arttırılması ve okula başlama yaşının düşürülmesi konularındadır. Haftalık ders saatlerinin artırılması özellikle ikili eğitim yapan ve taşımalı öğrencisi bulunan okullarda çok ciddi sorunlara neden olmuştur. Benzer şekilde 69 aydan küçük öğrencilerin, özellikle de 60-66 ay arasında olup okula başlayanların, ciddi zorluklar yaşadıkları hem öğretmenler hem de veliler tarafından sıklıkla dile getirilmiştir. Aslında her iki sorun da ilgili kanundan kaynaklanmamış olup MEB tarafından yasalaşma süreci sonrasında yapılan bazı ek düzenlemelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 

Seçmeli dersler konusunda ise genel olarak olumlu tepkiler alınmıştır. Başta “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Muhammed’in Hayatı” olmak üzere yeni seçmeli derslerin müfredata eklenmesi öğretmenler, okul müdürleri ve velilerin birçoğu tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Din eğitimine yönelik dersleri seçmeyen öğrencilerin baskı göreceği ya da bu derslerin çocuklara zorla seçtirileceği gibi uygulama öncesi sıklıkla dile getirilen eleştirileri destekleyen hiç bir bulgu ya da iddia ise görülmemektedir. Zira “Matematik Uygulamaları” ve “Yabancı Dil” gibi derslerin en çok seçilen seçmeli dersler arasında olması da bu eleştirileri çürütmektedir. Seçmeli dersler konusundaki tek eleştiri ise sınıf ve öğretmen eksikliği ile ilgilidir. Çok talep olan seçmeli derslerde sınıf mevcutları yükselmekte, öğretmen açığı ise genellikle sözleşmeli öğretmen istihdam edilmesi yolu ile çözülmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla, müfredata eklenen seçmeli derslerden kaynaklanan öğretmen açığının bir an önce yeni öğretmen atamaları ile giderilmesi sistemin başarısı açısından hayati önem taşımaktadır.

Seçmeli dersler memnun etti

Özet olarak, 4+4+4 ile ilgili ortaya atılan felaket senaryolarının gerçekleşmediğini, ancak uygulamada bazı önemli sorunların ortaya çıktığını belirtmek gerekiyor. Okula başlama yaşı ve haftalık ders saatlerinin artırılması gibi uygulamaların, 4+4+4’ün genel yaklaşımından farklı olarak, ciddi bir toplumsal talep veya pedogojik gerekçeye dayanmadığı anlaşılmıştır. Kısa bir süre önce MEB haftalık ders saatlerini 35 saate indirmiş sonrasında da 66-69 aylık çocukların okula başlamalarının velilerinin isteği ile bir yıl ertelenebilmesinin önünü açmıştır. Yapılan bu değişiklikler toplumsal taleplerin dikkate alınması açısından önem arz etmektedir. Uygulamadaki aksaklıkların veya toplumsal memnuniyetsizliklerin geçte olsa tespit edilerek düzeltilmesi olumlu bir durumdur. Zaten siviller eliyle yapılan 4+4+4 eğitim reformunun en anlamlı tarafı, toplumdan gelen talep ve eleştirilerin özgürce ifade edilebilmesidir. Askeri vesayet korkusu olmaksızın artık eğitime ilişkin her konu rahatlıkla müzakere edilebilmekte ve her düzenleme toplumsal taleplerle değiştirilebilmektedir!

[email protected]