İmam'ın şüpheli ölümü tekrar sorgulanmalı

Röportaj: Ahmet Köroğlu / İstanbul Üniv., İLEM Yönetim Kurulu Üyesi
6.10.2019

Afrika’da apartheid rejimine karşı verdiği mücadele ile tanınan ve tutululuk esnasında şüpheli biçimde hayatını kaybeden Abdullah Haron dosyasının tekrar soruşturulması gündemde. Oğlu Muhammed Haron: “Yeni bulgular elde ettik, babamızın ölümünü açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Çünkü devlet eliyle öldürüldüğüne inanıyoruz. ”


İmam'ın şüpheli ölümü tekrar sorgulanmalı

Güney Afrika’daki ırkçı politikalara karşı yürüttüğü mücadele ile adını duyurmuş ve bu mücadele sonunda tutuklanıp hapiste şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmiş aktivist Abdullah Haron’un oğlu Prof. Dr. Muhammed Haron, İlmi Etüdler Derneği’nin (İLEM) her yıl düzenlediği International ILEM Summer School (Uluslararası İLEM Yaz Okulu) kapsamında 29 Temmuz – 04 Ağustos tarihlerinde İstanbul’daydı. 27 Eylül 2019’da Abdullah Haron’un ölümünün 50. yıl dönümünü de vesile kılarak Botswana Üniversitesi’nde akademisyen olan Prof. Dr. Muhammed Haron ile babası İmam Abdullah Haron üzerine bir mülakat gerçekleştirdik. Bu mülakatla, okurun, Haron’un hayatını ve mücadelesini temel noktaları ile okuyabileceği bir biyografi yazısı ortaya çıkmış oldu. Mülakatın son kontrollerini yaparken takdir-i ilahi tecelli etti. Abdullah Haron’un eşi, Prof. Dr. Muhammed Haron’un annesi, Galiema Haron 28 Eylül 2019’da eşinin 50. ölüm yıldönümü anmalarının yapıldığı bu günlerde dar’ı bekaya irtihal eyledi. Bu vesileyle hem kendisine hem eşine rahmet niyazlarımızla mülakatı ilginize sunuyoruz. 

Öncelikle, onu net olarak hatırlayıp hatırlamadığınızı sormak istiyorum. O vefat ettiğinde siz 13-14 yaşlarındaydınız. Bize bir baba olarak Abdullah Haron’dan biraz bahsedebilir misiniz? 

Babamı düşündüğümde, elbette vefatını, 1969’da esaret altında öldürülmesini hatırlıyorum. Ben sadece 13 yaşındaydım. Çok gençtim ama genç yaşıma rağmen, onun bazı eylemleri zihnimde. Ne zaman onunla bir yere gitsem, arabada Kuran okurdu. Kuran’a hakimdi zira kendisi de hafızdı. Bu özelliği ön plandaydı ve yakın zamana kadar Ramazan ayı boyunca kayda alınmış bir kıraatini dinliyordum. Bu bende onunla ilgili hatıraları canlandırdı. Bir şirketin satış elemanıydı, beni de yanında gezdirirdi. Arabasında çok şeker olurdu. Bu şekerleri çocuklarla paylaşırdı. Çocuklar, İmam geldiğinde onlara şeker getireceğini bilirdi. Bu şekilde onunla çocuklar arasında bir bağ oluşmuştu. Çocukların etrafında olmasını severdi. 

Onun hayatında dönüm noktası neydi? Mesela, 1955’te henüz 32 yaşındayken Claremont’daki camide imam olması bence onun hayatında önemli bir adımdı. Öyle değil mi? 

1930’da gittiği bir okul var: Talfalah. En önemli Müslüman okullarından biri bölgede. Dr. Abdullah Abdurrahman adında sosyal reformist bir tıp doktoru tarafından Cape Town’da kurulan bir okul. Özellikle Masjid Al-Jamia’da cemaati olan arkadaşlarının birçoğuyla orada tanıştı. Okuldan sonra iki yıllığına Mekke’ye gitti. Önde gelen Alawi şeyhlerinden olan Malik Alawi’den dersler aldı, onu kendine rehber edindi. İlginçtir daha uzun kalma niyetindeyken bu seyahati kısa sürdü, çünkü İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Dönüşünden önce Şeyh, babamla birlikte tebaasındakilere, döndüklerinde ne yapacaklarını sordu. Babam Şeyhinin öğretilerini onurlandırmak üzere her pazartesi ve perşembe oruç tutacağını söyledi. Zira onun verebilecek bir şeyi yoktu ve sadece bunu verebilirdi. O zamandan beri de ölene kadar her pazartesi ve perşembe oruç tuttu. Yani maneviyatı yüksek birisiydi.   

Müslüman entelektüel veya düşünür için İslami eğitim geçmişi önemli. Nasıl bir İslami eğitim aldı? 

Az önce bahsettiğim gibi Mekke’de bir şeyhe bağlıydı. Onunla yakın bir ilişkisi vardı. Ondan fazlasıyla etkilenmişti. O zamanlar Cape Town’da başka şeyhler de vardı. İçlerinden biri de Şeyh İsmail Ganif’ti. Şeyh İsmail Ganif Edwards El-Ezher Üniversitesinden mezun olmuş ve geri dönmüştü. Yaptığı önemli işlerden biri de Afrika Arapçası olarak bilinen dilde yazılar yazmış olmasıdır. Bunlar çok klasik yazılardır ve bazıları da daha günceldir: Fıkıh, kelam metinleri, teolojik metinler ve ayrıca bazı Arapça dilbilgisi metinleri...  Babam onun derslerine katılmıştı. Yani, o yıllarda babamın yol göstericisi oldu. 1940’lardan 1950’lilerin başına kadar olan dönemden bahsediyoruz. İmam olmadan önce, şeyhine danıştı. Zira mescidin üyeleri tarafından imam olması istenmişti. Aldığı temel eğitim ile bu konuma getirildi. 

Anladığım kadarıyla o zamanlar, şeyhler/alimler, İslami okullar/medreseler ve camiler Güney Afrika İslam topluluğu ve bölgedeki İslam için önemli unsurlar. Bu üçlü yapının Güney Afrika Müslümanları üzerinde nasıl bir etkisi vardı? 

Bence bu tür kurumlar Müslüman kimliğinin bir parçasıdır. Müslüman topluluğu elbette temel olarak sayıca yavaş yavaş büyüdü. Ama bu kimlik medreseler tarafından desteklendi. Mescitler tarafından desteklendi, Dr. Abdurrahman tarafından kurulan Müslüman okulları tarafından desteklendi. Talfalah temel seküler eğitimi almak için iyi bir yoldu. Böylece, bu eğitime aşina oluyorlar ama aynı zamanda öğleden sonraları da İslami bilgiyi edindikleri bir medreseye gidiyorlardı. Böylece bu ikisi birbiriyle kaynaştı. İmam, bu arka plan ve az önce bahsettiğim iki şeyhin de etkisi ile kendini yetiştirdi.    

Etkilendiği başka isimler hakkında bilginiz var mı? Mesela o dönemde bütün Müslüman dünyasında popüler olan Orta Doğu (Müslüman Kardeşler) veya Güney Asya (Cemaati İslami) temelli düşünürler de var mıydı? 

Bir bakıma evet. Bahsetmiş olduğunuz bütün bu havuzlar kesinlikle onu etkiledi. Güney Afrika toplumu o zamanlar fazlasıyla ırkçı bir toplumdu. Irkçı bir toplum olarak beyaz bir azınlık, insanların çoğunluğuna hükmediyordu ve toplumu farklı ırksal kategorilere ayırıyordu. Müslümanların büyük çoğunluğunu colored toplum dedikleri bir kısım ve Hint topluluğu oluşturuyordu ve colored toplulukta Malaylar da vardı. Yani, babam be elbette bizim topluluğumuz bu gruptandı. Bu ırksal kategoriler nedeniyle, toplumlar kendi ırksal topluluklarında ve kendi coğrafi bölgelerinde yaşıyorlardı. Diğerleriyle etkileşimler ve karışımlar olsa da bunlar belli bir derecede şehrin iç kısımlarında oldukça sınırlı oluyordu. Bu iki şeyh de bu topluluktan geliyordu. Yani, her ne inşa ediliyorsa bu belirli toplulukta inşa ediliyordu. Hal böyle olunca, İmam’ın kendisi de bu topluluğun içindeydi, hükümet karşıtı olan gruplarla beraberdi. Oluşturulan bu ırkçı hükümeti desteklemiyorlardı. Doktor Abdurrahman bunlardan biriydi. Sosyal reformcular sadece okulları inşa etmediler, aynı zamanda siyasi olarak da aktiftiler. Bu bağlamda Güney Afrika Öğretmenler Birliği adında bir organizasyon kurulmuştu. Bu öğretmen birliği, Cape Town’da apartheid’a karşı başkaldıran ve sesini yükselten en önemli öğretmen birliklerinden biri oldu. Yani şeyhlerle birlikte İmam’ı etkileyen bir düzlem de onlardı. Üçüncü düzlem de daha önce bahsetmiş olduğum Mekke’deki yıllarıydı… Burada, Müslüman Kardeşler’in ve o dönemdeki diğer alimlerin fikirleri ile ilişkileri ve etkilenmelerinden bahsedebiliriz. Bunun sonucu olarak, onların bazı eserlerini Cape Town’a getirme fırsatı buldu, onları tercüme ettirdi. Seyyid Kutub, Hasan El Benna... Özellikle Seyyid Kutub önemli bir etkiye sahipti. İmam’ın ırkçı bir toplulukta İslam’ın nasıl uygulaması gerektiğini anlamaya çalıştığı bir dönemdi. Kutub’un tecrübeleri onun için önemliydi. Neticede sosyal değişim sağlamak için Pan Afrikan Kongresi ve Afrika Ulusal Kongresi gibi anti-apartheid organizasyonları desteklemenin bir gereklilik olduğu sonucuna vardı.        

Pan-Afrikanist Kongresi ve Afrika Ulusal Kongresi nasıl bir mücadele verdi?  

Güney Afrika tarafında kuvvetli ırksal ayrımlar vardı. Ve bu durum 1948 yılında yasallaştı. Beyaz topluluktan bir grup iktidara geldiğinde hükümet, tamamen İncil’e dayalı bir perspektiften Tanrı’nın siyah halkı yönetmesi için onları seçtiğini iddia ediyordu. Onların anlayışına göre her şey ırksal sınırlara ayrılmalıydı. Bunun sonucu olarak, apartheid kavramı gündeme geldi. Afrika topluluğundan birisi beyaz topluluktan biriyle evlendiğinde bu illegal olarak görülüyordu. Colored birisi Afrikalı bir beyazla evlendiğinde de aynı şey geçerliydi. Bu bağlamda İmam, fikirleri ile ortaya çıktı ve İslam’ın ırksal ayrımlara müsaade etmediğini açıkça ilan etti. Diğer taraftan bu bağlamda mücadele yürüten diğer bazı organizasyonlar vardı, Afrika Ulusal Kongresi gibi. Çünkü Pan-Afrikanist Kongresi daha 1959’da ortaya çıktı. Afrika Ulusal Kongresi 1912’den beri vardı. Pan-Afrikanist Kongresine göre oldukça eski bir organizasyondu. İmam da kendisini bu gruplarla özdeşleştirdi çünkü apartheid ırkçı sisteme karşı yükselen sesi duyuyordu. Müslümanlar olarak apartheid konusunda onların da söyleyecekleri vardı. 

İmam Abdullah Harun’un bu tür girişimlerle irtibatlı olması ve apartheid’a karşı bir tutum içinde olmasından dolayı tutuklandığını söyleyebilir miyiz? 

Terörizm Yasası olarak bilinen, 1960’ların sonlarında yürürlüğe konan bir yasa vardı. Terörizm Yasası, yasaklanan herhangi bir siyasi organizasyonu destekleyen, sempati duyan ve aktif olan herkesi durdurmak için yasal bir enstrümandı.  Yasaklanan iki organizasyon Afrika Ulusal Kongresi ve Pan-Afrikanis Kongresiydi. İslami düşüncesinden dolayı İmam Cape Town’daki Pan-Afrikanist Kongresi’ndeki en aktif grubu destekleme ihtiyacı hissetti. Afrika Kongresine karşı değildi; daha çok Cape’de bulunan Pan Afrikanist komünist hareketi ile beraber çalışıyordu. Bunun sonucu olarak, İslam’ın nasıl görünmesi ve nasıl uygulanması gerektiği hakkında farklı bir anlayış ortaya koydu. Bir diğer sebep de aile reisinin tutuklandığı veya öldürüldüğü ailelere yardım ediyordu. Böylece, apartheid hükümetinin gizli servisinin hedefi haline geldi. Bu yardım eylemlerin sonucu olarak, 8 Mayıs 1969’da tutuklandı. 

Bugün tüm dünyada göçmen krizi var. Sizce İmam Abdullah Haron bugün yaşasaydı bu politikalara karşı tutumu nasıl olurdu?  

Anti-apartheid mücadeleye katılmasının sebebi herkes için sosyal adalete ulaşma arzusuydu. Bu amaca ulaşmak için kendi hayatını hemen hemen her gün ortaya koydu. Yaşasaydı neredeyse doksan yaşında olacaktı. İşin özü herhangi bir gruptan gelen adaletsizliğe karşı sesini yükseltirdi. Zulmetmeye çalışan herhangi bir grup, İslam’ı kötüye kullanan Boko Haram ve DEAŞ grubunda olduğu gibi… Kesinlikle bunlara karşı çıkardı çünkü onun için orta yol İslam’dı. Bunlar İslami anlayışa, Kuran’ın yorumuna ve peygamberi uygulamalara zarar veriyor. O, Kuran ve hadislerden nasıl yararlanılacağına dair güzel bir anlayışa sahipti ve bu anlayışı cemaatine veriyordu. Küresel bağlamda da aynı şeyi yapmak isteyeceğini rahatlıkla ifade edebiliriz. 

Esaret altında iken öldü. Ölüm sebebi üzerine hala şüpheler var. Güney Afrika’da herhangi bir resmi makamdan veya otoriteden şimdiye kadar herhangi bir özür geldi mi? 

İmam 27 Eylül 1969’da öldürüldü. O öldürüldüğünde, hükümet bir resmi soruşturmayı bastırmaya çalışıyordu. Bu yasal bir durumdu. Ama soruşturmanın sonucunda ne gizli servis ne de başka birisi suçlu bulundu. Rapora göre merdivenden düşüp kendini öldürmüştü. Bir anlamda hükümet suçu onun üstüne yıktı. Yani, kimsenin suçu yoktu. 

Ama apartheid sonrası dönemde, Mandela önderliğinde Güney Afrika Demokratik Hükümeti  İmam ve onun gibi insanların ırkçılığa karşı mücadelesini tanıdı. 1995’te kendisi de Müslüman olan Adalet Bakanı Abdullah Omar bu konuda ciddi yol aldı. TRC (Doğruluk ve Uzlaşma Komisyonu) olarak bilinen bir komisyon kurdu. Bu 1995’te başladı ve 1997’de sona erdi. Bunun yapılma sebebi, özellikle aile bireyleri öldürülmüş olanların yaşadıkları travmaları paylaşmalarını sağlamaktı. Biz aile olarak bunu yapmadık. Annem ciddi bir travma yaşamıştı. Kuşkusuz o dönemde kocasını kaybeden bir kadın, bununla yüzleşmekte zorluk yaşardı. Toplum önüne çıkmak ve yaşadıklarını paylaşmak istemedi. Biz sadece soruşturmanın tekrar açılmasını talep ettik. Maalesef, o zamanlar hükümet ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyordu ve bugüne kadar da bir şey yapılmadı. 

Bu yıl 8 Mayıs’ta hükümete aile olarak İmam Abdullah Haron Vakfını (IHF) kurduğumuzu bildirdik. Bunu yapmamızın sebebi, hükümeti soruşturmayı yeniden açmak konusunda ikna etmekti. Oluşturduğumuz komite bu konu hakkında hükümetin yetkili birimlerine ulaşmaya çalışmakta. Biz bunu sadece ailemiz için yapmadık. Tutukluluk sırasında yakını öldürülen ama soruşturma açılmayan diğer ailelerle de bağlantıya geçtik. Kolektif bir çaba ortaya koymak amacındayız.    

Bugüne baktığımızda, Güney Afrika’daki Müslümanlar için ya da daha geniş bir bağlamda bütün Güney Afrika için Abdullah Haron ne anlam ifade ediyor?  Mirası ne durumda, yaşatılıyor mu? 

Öncelikle sorunuzla bağlantılandırarak bu yeni kurduğumuz vakfı kısaca anlatayım. Öncelikle soruşturmanın tekrar açıldığını görmek istiyoruz. Yeni bulgular elde ettik, bunları da paylaşmak istiyoruz ve babamızın ölümünü açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Bu birincisi. Bir diğeri ise bu yapı ile İmam gibi bireylerin hatıralarını toplumda canlı tutmak. Onun adaletli bir toplum için mücadelesini, zorlu bir dönemde nasıl yaşadığını, nasıl önderlik ettiğini anlatmak istiyoruz. IHF kültürel ve dini aktivitelerde bulundu. Bugün biz konuşurken annem Halima Haron onurlandırılıyor çünkü o bu dönemin sessiz tarafıydı. İnsanlar onun “isimsiz kahraman” olduğunu söylüyor. İçinde bulunduğu siyasi durumu çok bilmese de babama sonsuz bir destek sağladı. Bu kültürel aktivitelerle beraber babamın da ilgi duyduğu rugby ve kriket gibi spor faaliyetlerimiz bulunuyor. Onun hatırasını yaşatmak adına spor müsabakaları düzenliyoruz, onun adına bir kupa veriyoruz.   

Ben yayınlanan ve Türkçeye tercüme edilen The Killing of the Imam (İmamın Öldürülüşü) kitabına ek olarak bir biyografi üzerinde de çalışıyorum. Umarım onun ayrı bir biyografisini yayınlamış olacağız. Ayrıca babamın bazı yazılarını da bir araya getirmeye çalıştık. Çok fazla yazısı yok ama küçük hacimli de olsa her tür yazısını insanların okuyabilmesini ve fikirlerinin nasıl şekillendiğini görmesini umut ediyoruz. 

[email protected]