İngiliz işgali ve 15 Temmuz

Koray Şerbetçi / Tarihçi-yazar
14.07.2018

2016’daki kalkışmada 1807’deki İngiliz işgalciden farkı olmayan FETÖ mensupları, aslında iradesine sahip çıkan ahalideki ruhun da aynı olduğunu hesap edememişti…


İngiliz işgali ve 15 Temmuz

Takvimler 15 Temmuz 2016’yı gösterdiğinde Türkiye yakın tarihinin en uğursuz olayını yaşadı. Resmi söylemde 15 Temmuz darbe girişimi olarak geçen bu hadise aslında düpedüz bir işgal girişimiydi. Aslında Türk insanı 1876 yılında Sultan Abdülaziz’i deviren darbeden başlayarak 27 Nisan e-muhtırasına kadar silahlı kuvvetlerin sivil yönetime karşı pek çok müdahalesine tanık olmuştu. Hepsinin gerçekleşme yöntemleri türlü türlü olsa da özünde hepsi aynıydı; millî iradeyi gasp etmek.

Fakat 15 Temmuz birkaç noktadan diğer askerî darbelerden farklılık gösteriyordu. Birincisi bu girişim sadece rejimin kontrolden çıktığını düşünen askerî vesayetin anti-demokratik hamlesi olmaktan öte küresel güçlerin Türkiye’deki piyonu olan bir terör örgütünün hamlesiydi. Bu nedenle TSK’ya sızmış FETÖ mensupları düpedüz küresel güçler adına Türkiye’ye el koymak üzere yola çıkmıştı. Bunun en büyük kanıtı da darbe girişiminin başarısız olacağını anlayan darbecilerin hiç acımadan ve duraksamadan kendi halkını katletmeye başlamasıydı. Tıpkı Türkiye’yi işgal etmek isteyen herhangi bir yabancı işgalci gücün yapabileceği gibi.

Bir diğer noktaysa darbeye karşı millî iradenin direnişiydi. Dediğimiz gibi yakın tarihte Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar pek çok askerî darbe yaşanmıştı ama ilk kez bu denli kararlı bir direnme iradesi ortaya konuluyordu. Bu irade, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere hükûmet ve TBMM tarafından ortaya konulduğu gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkı kendi iradesini korumak için meydanlara davet etmesiyle millet tarafından da konuldu.

Türkler ve sivil direniş

Bu noktada Türk milleti öngörülmezliğiyle kendisini Batılı şemalarla okuyan tüm sosyal bilimcileri ve siyaset bilimcileri tabiri uygunsa ters köşe yaptı. Zira inanılan oydu ki Türklerin tarihleri boyunca politik akışa yön verebilecek sivil hamlelerde bulunma kabiliyetleri gelişmemişti. O sebeple herhangi bir askerî darbeye tepki göstermeleri mümkün değildi. Ama öngörü yanlış çıktı. Zira bu tespiti yapanların hesap edemedikleri nokta Türklerin konar-göçer kökene sahip bir toplum olduğuydu. Konar-göçer toplumlar zaman içerisinde yerleşik toplumlara dönüşseler de sosyal psikolojilerinde hayatiyetlerini tehdit eden “zor anlar” kavramı müthiş bir irade ortaya koymalarını sağlayan itici bir güçtü. Tıpkı Çanakkale Muharebelerinde ve Millî Mücadele yıllarında olduğu gibi.

Diğer bir husus Türkiye’nin sosyal kimliğini oluşturan denklemin en önemli ayağının İslam kimliği olmasıydı. Her ne kadar Türk modernleşmesi inancı bireyin vicdanına hapsetmeye çalışsa da ortalama Türk insanı inanç eksenli bir karakterdi. Türkiye sosyolojisinde din, Avrupa’da olduğu gibi ibadethane sınırlarından dışarı adım atmayan bir öğreti değil bizzat günlük hayatta yön verici bir etkendi. Türk insanının tarihî kimliği olan iman ve aksiyon, 15 Temmuz destanının oluşmasının sosyal psikoloji boyutundaki temel dayanaklardı.

Ölüm-kalım hali

Bir diğer nokta da aslında Türk insanının tarih kitaplarında pek fazla anlatılmayan tarihi bir tecrübeye sahip olmasıydı. Nasıl mı?

Miladi takvimlerin 1807 yılını gösterdiği bir Şubat ayında İstanbul ahalisi İngiliz donanmasının karabasan gibi üzerlerine çöktüğüne şahit oldu. Hilafetin merkezi İstanbul, ilk kez yabancı bir askeri kuvvetin nefesini bu kadar yakından hissediyordu. İngiliz donanması ince bir kurnazlıkla gidiyormuş gibi yaparak henüz onarılmaya çalışılan Çanakkale savunma hatlarını geçmiş, ters rüzgar sebebiyle karaya oturan Osmanlı donanmasını da atlatarak İstanbul önlerine gelmişti. Kral III. George’un kibirli amirali Dukvorth, Rus–İngiliz işbirliğine karşı Fransa’ya yakın duran Osmanlı Devleti’ne dersini vermek (!) için bu hamleyi yapmıştı.

Tıpkı uşağına alış veriş listesi veren kibirli bir efendinin kendinden eminliği ile Osmanlı’ya isteklerini sıraladı: “Osmanlı donanması bize teslim edilecek, Rusya ile barış imzalanacak, İngilizlerle yapılan barış anlaşması yenilenecek, Fransız elçisi Sebastiyan kovulacak!”

Bir anlık afallamadan sonra halk arasındaki felaket tellallarının “ Ahir zaman geldi, Bizans gibi bizim de vaktimiz doldu” söylentilerini yaydığı ortam bir hayli karışıktı.

Ama bir ölüm-kalım haliyle karşılaştığını fark eden ahalide yukarıda dile getirdiğimiz tarihsel ruh birden harekete geçti. “Sarı derililerin ortalığa hükmedeceği söylenen kıyamet gününe alamet işte! Eyvah! Demek ki kıyamet bizim başımıza koptu; bizden, İstanbul’dan başladı!” diyen felaket tellalarına kulak asmayan askerler ve İstanbul halkı olayın gidişatını değiştirmeye başladı.

Devlet adamları bir danışma meclisi yani bugünün tabiriyle kriz masası kurup durumu ve tedbirleri müzakere ederken İstanbul halkı kıyıları toplarla donatmaya başlamışlardı bile. Bu hengamede Yeniçeriler de yatağanlarını ve tüfeklerini omuzlayıp kıyıya koşmuşlar, medrese öğrencileri de silahlanmışlardı. Tüm bunları gören İstanbul halkı da gayrete gelip İngiliz istilasına karşı kendini savunacak silah namına ne varsa kuşanmaya başlamıştı.

Bu sırada sanatkar ruhu sebebiyle naif ve derin bir karaktere sahip olan Sultan III. Selim de İstanbul halkının bu gayretini görünce hemen danışma meclisini toplamıştı. Sultan Selim kararlılığını gören devlet adamları da silkinip kendilerine gelmişler ve İngiliz tehditlerine pabuç bırakmama kararı almışlardı.

Evet artık rüzgar tersine esmeye başlamıştı. Saray-Hükümet-İstanbul halkı ve ordu tam bir uyum ve cesaret içinde burunlarının dibine demirlemiş ve kahredici toplarını kendilerine doğrultmuş İngiliz donanmasının gözünün içine korkusuzca bakarak İngilizlere meydan okuyordu.

7 bin sivil, milis oldu

Bir süre sonra işler o hale geldi ki; bir gecede yedi bin sivil orduya milis olarak gönüllü yazıldı. İstanbul’un tehdit altında olduğunu duyan çevre beldeler tabyalara savunmaya koştu. Şimdi panik sırası İngilizlerdeydi. Güya taleplerini yumuşatarak ve müzakere süresini uzatarak yerlere serilen o kibirli duruşlarını kurtarmaya çalışıyorlardı ama nafile! Ordu ve silahlanan halk o kadar insiyatifi ele almıştı ki kayıklara binen askerler ve ahali İngiliz gemilerinin etrafını sarmıştı.

Ahaliden bir kısmı da adalara çıktı ve İngilizlerin su almasını önledi. Şimdi kıyılar asker ve gönüllü halk tarafından tutulmuştu. Gemilerin etrafları da halk ve askerlerle dolu kayıklarla sarılmıştı. Kısacası İngiliz donanması kapana kısılmıştı.

Tam bu sırada Cezayirli Seydi Ali Bey komutasında Osmanlı deniz kuvvetlerinin yetişmekte olduğunu duyan İngilizler, poyraz rüzgarını arkalarına alarak Çanakkale’ye doğru kaçmaya başladı. İngilizler giderken, İstanbul kıyılarından halkın sevinç çığlıkları ve yuhalamaları birbirine karışıyordu.

2016’daki kalkışmada 1807’deki İngiliz işgalciden farkı olmayan FETÖ mensupları, aslında iradesine sahip çıkan ahalideki ruhun da aynı olduğunu hesap edememişti.

Tarih bize gösteriyor ki Türk milleti sakin tavrına karşın daima bilinçli ve tüm olan bitenin farkında olarak yaşayan bir kitledir. Hele hele devletinin ve vatanının varlığını tehlikeye atacak bir dış müdahale ve kriz sezdiği anda ne pahasına olursa olsun devletinin yanında saf tutup olaya el koyucu bir irade sergileyecek kadar canlı bir organizmadır adeta.

@koray_serbetci