İnşa sürecine muhafazakârlık harcı

Dr. Hatem Ete - SETA Vakfı Siyaset Direktörü
16.11.2013

Son zamanlarda Başbakan’ın birçok konuşmasında yer alan içerik ve üslup -tarih ve medeniyet perspektifine, kimlik referanslarına, kültürel-geleneksel değerlere yapılan vurgu ve bu vurgunun meydan okuyucu bir özgüvenle sunumu, öncelikle muhafazakâr kimliğin Batıcı kimlik karşısında hiyerarşik bir konumlandırmaya tabi tutulduğu neredeyse iki yüzyıllık tarihsel tecrübeyi telafi etmeye; kimlikler arasındaki uçurumu-mesafeyi kısa sürede kapatmaya; muhafazakâr yenilmişlik duygusunu Batıcı özgüven ve kibirle eşitlemeye yönelik bir işlev görüyor.


İnşa sürecine muhafazakârlık  harcı

Başbakan Erdoğan’ın Denizli’de yeterli yurt bulunmaması nedeniyle üniversite öğrencilerinin kiralık ev ve apartlarda kız-erkek birlikte kalmalarının yol açtığı sorunları aktaran ilin milletvekiline verdiği cevabın medyaya yansıması üzerinden başlayan tartışma nihayet duruldu. Konuşmada özel hayata müdahaleye yol açacak bir yasal düzenleme teşebbüsünü ima eden pozisyondan vazgeçilmesiyle tartışma geride kaldı denilebilir. 

Tartışmaya konu olan mesele pratik olarak bitti ama sürdürülen tartışma birçok şeyi konuşmaya imkân veriyor. Epeyce bir süredir, farklı tarihlerde farklı konu başlıkları üzerinden aynı aktörlerle tek bir meseleyi konuşuyoruz: Yeni Türkiye kim eliyle ve hangi paradigma üzerinden inşa edilecek? Bu soruya ilişkin en güçlü cevabın, “AK Parti-Erdoğan eliyle ve muhafazakâr-demokrat değerler üzerinden” şeklinde belirme olasılığı, epeyce sert bir cepheleşmeye yol açmış durumda. Son tartışma da, konu başlığının gerektirdiği ayrıntılardan arındırıldığında, vesayet sonrası yeni Türkiye’nin inşa sürecinde etkili olabilecek aktör ve paradigma ile planlı ve yoğun bir hesaplaşmanın varlığını teyit etti. 

Bu hesaplaşma, neredeyse her gelişmeyi, tartışmayı kendi mecrasına çekip yuttuğu için daha yapısal-sağlıklı-üretken bir diyalog, arayış veya eleştiriyi imkânsız kılıyor. Bu son tartışmada da görüldüğü üzere, iktidara yönelik eleştirilerin demokratik bir kaygıdan öte sınıfsal-hiyerarşik-dışlayıcı beyaz Türk refleksini yansıtması, AK Parti içine yönelik bir mühendisliğe evrilmesi ve bir adım sonrasında, muhafazakâr toplumsal değerleri mahkûm etmeye yönelmesi, muhafazakâr değerlerin kamusal düzene yansımasının olası parametrelerine yönelik normatif bir sağlıklı tartışmanın gerçekleşme zeminini de ortadan kaldırıyor. 

Sağlıklı bir tartışmayı zorlaştıran bu mücadelenin arka planını ve hedefini deşmeye yönelik bir çaba da anlamlı olabilir elbette. Ancak, bu mücadeleyi ve tahrip edici etkilerini paranteze alarak, Başbakan’ın tartışmaya yol açan sözleri üzerinden ama bu son tartışmaya da bağlı kalmadan muhafazakâr-dindar kesimin Cumhuriyet tecrübesini ve bu tecrübenin bugüne bıraktığı tortuları tartışmakta yarar var. Bu tecrübenin irdelenmesi, Başbakan’ın zaman zaman yoğun tartışmalara yol açan üslubunu farklı bir açıdan ele almamıza yardımcı olabilir. 

Bastırılan muhafazakârlık

AK Parti kendisini ‘muhafazakâr demokrat’ bir parti olarak tanımlıyor. Toplumsal taban itibariyle de muhafazakâr ve muhafazakârlığı yeterli bir şemsiye olarak görmeyen dindar kesimlere yaslanıyor. Cumhuriyet tarihi boyunca, muhafazakâr-dindar kesim, kimlik krizine yol açan iki önemli tecrübe yaşadı. İlk tecrübe, Cumhuriyetin laiklik üzerinden bir toplumsal inşa projesine girişmesi oldu. Laikliğin bir ahlak ve yaşam tarzı vazederek inşa projesinin merkezinde konumlandırılması, muhafazakâr-dindar kimlik bileşenlerinin baskı altına alınmasına yol açtı. Laik-dindar karşıtlığı üzerinden dindarlık aşağılanıp siyasal-toplumsal alanın dışına itildikçe, içe kapanarak varlığını muhafaza etti. Kültürel mühendislik, sekülerleşme ihtimalini ortadan kaldırdı ancak dindar kimliği de savunmacı bir pozisyona itti. İkinci tecrübe, kendi özgün kimlik bileşenleriyle siyaset yapma imkânı bulamayan dindar kesimin merkez-sağ siyaset şemsiyesi altında yer almak durumunda kalmasıyla yaşandı. Merkez-sağ siyaset zemini, dindar kesimi yabancılaştırıcı araçsal söylem ve pratiklere mahkûm ettiği ölçüde kimlik bunalımını derinleştirdi. 

Bu iki tecrübe üzerinden, muhafazakârlık-dindarlık fiili düzenleme ve adımlar ve/ya söylemsel operasyonlar aracılığıyla tehlikeli ve arkaik bulunarak baskı altında tutuldu, aşağılandı ve dönüşüme zorlandı. Bu durum, muhafazakârlık-dindarlık tasavvurunda doğal ve meşru olan birçok kavram ve pratiğin muhafazakârlar-dindarlar tarafından da benimsenmemesine, meşru görülmemesine ve tabu haline gelmesine yol açtı. Çağdaş yaşam üzerinden tedavüle sokulan yüzyıllık endoktrinasyon dolayısıyla, kimi muhafazakâr-dindar söylem ve pratikler, halen kamusal alanda dışa vurulamadığı gibi utanç vesilesi kılınabiliyor. Dolayısıyla, bugün muhafazakârlık-dindarlık üzerine yürütülen tartışmaların, hem muhafazakârlığın-dindarlığın yüzyıl boyunca maruz kaldığı inkâr ve asimilasyon sürecini hem de bu deneyimlerin yol açtığı tarihsel hafızayı ve kimlik bunalımını hesaba katması gerekir. 

Son zamanlarda Başbakan’ın birçok konuşmasında yer alan içerik ve üslup -tarih ve medeniyet perspektifine, kimlik referanslarına, kültürel-geleneksel değerlere yapılan vurgu ve bu vurgunun meydan okuyucu bir özgüvenle sunumu- böyle bir yapısal zemine dayandırılabilir. Bu içerik ve üslup, öncelikle, muhafazakâr kimliğin Batıcı kimlik karşısında hiyerarşik bir konumlandırmaya tabi tutulduğu neredeyse iki yüzyıllık tarihsel tecrübeyi telafi etmeye; kimlikler arasındaki uçurumu-mesafeyi kısa sürede kapatmaya; muhafazakâr yenilmişlik duygusunu Batıcı özgüven ve kibirle eşitlemeye yönelik bir işlev görüyor. Başbakan, bu üslup ve içerikle, muhafazakâr kesimin kimliğinden, değerlerinden ve bunların kamusal alanda dışavurumundan utanmamasını, kimliğiyle barışmasını, değerlerine sahip çıkmasını sağlamayı amaçlıyor olabilir.

Son tartışmayı da kapsayan bu üslup ve içeriğin bir diğer hedefi, dindar-muhafazakâr kesimin sekülerleşme temayülü olabilir. Yüzyıllık baskı süresince, laiklik adına dindarlığa yaşam alanı tanımayan politikalar, öngörmediği bir sonuca yol açtı: baskıcı politikalar nasıl asimilasyon ihtimalini azaltıyorsa, laik politikalar da dindarlığı sekülerleşmeye karşı korudu. Şimdi, AK Parti iktidarında, siyasal sistemin vesayetten arındırılması, dindarlığın kamusal görünürlüğüne yönelik baskıların azaltılması, dindarlığa doğal bir yaşam alanı açtığı ölçüde, dindarlığın sekülerleşme trendini de hızlandırıyor. Başbakan, muhafazakâr-dindar kimliğiyle liderliğini üstlendiği kesimi kimlik dönüşümüne-erozyonuna karşı uyarma ihtiyacı hissediyor olabilir. 

“Değerlerinize sahip çıkın”

Bu çerçevede, Başbakan’ın tartışmaya yol açan sözlerini, seçim hesaplarına ve tabanı konsolide etme hedefine dayandırmak yerine farklı toplumsal kesimler arasındaki değersel hiyerarşiyi ortadan kaldırmaya ve/ya sekülerleşme eğilimine karşı direnç oluşturmaya yönelik bir müdahale olarak okumak daha doğru olur. 

Öte taraftan, yerinde bir kaygıya ve doğru bir hedefe yaslanmasına karşın, bu stratejinin hayata geçirilme biçimi iki önemli handikapa yol açıyor. Bu strateji, ilk olarak, muhafazakâr-dindar kesimin iki yüzyıllık dezavantajlarını gidermeye yönelik yapısal dönüşüm dinamiklerine harcanacak enerjinin popülist-geçici-yüzeysel adımlara akıtılması, bununla ilişkili ikinci bir ihtimal olarak da, toplumsal normalleşmenin kimlik siyasetine kurban edilmesi riskini doğuruyor. Bu çerçevede, toplumsal barışın inşası ve yeni Türkiye’nin organik-sahici toplumsal dinamikler üzerinden inşa edilmesi için, muhafazakâr-dindar kesimin kimlik bunalımını gidermeye yönelik ihtiyacın, daha kalıcı ve az maliyetli bir stratejiyle giderilmesine yönelik arayışı sürdürmekte yarar var.

Dolayısıyla, Başbakan’ın tartışmaya yol açan konuşmasını Batılı-seküler yaşam tarzına müdahale niyeti olarak değil, muhafazakâr-dindar değerlere ve yaşam tarzına bir meşruiyet ve özgüven aşılama teşebbüsü olarak okumak daha doğru olur. Kanaatimce, Başbakan Erdoğan, muhafazakâr değerler üzerinden farklı yaşam tarzlarına müdahale etmek yerine muhafazakâr değerlere sahip toplumsal kesimleri kendi değerlerine sahip çıkmaya davet ediyor. Farklı kesimlere ahlak dayatmak yerine, muhafazakâr-dindar değerlerin hayat bulacağı bir habitus yaratmayı, bu habitusun inşası önündeki yüzyıllık maddi ve manevi engelleri ortadan kaldırmayı, dindar-muhafazakâr kesime özgüven aşılamayı amaçlıyor.

[email protected]