İnsan merkezlilikten doğa merkezli varoluşa

Ercan Yıldırım / Yazar
6.08.2021

Doğa doğurganlığını sürdürüyor, her gün yeniden aynı dinamizmle yenileniyor ama insan kısırlaştı. Doğayı işleyerek değil pazarlayarak, tüketerek yaşamaya çalıştık; kapitalistleştirilmiş tabiat bu sürece adeta isyan etti. Küresel ısınmadan sel ve yangınlara tüm tepkimeler tabiatın intikamından ibaret.


İnsan merkezlilikten doğa merkezli varoluşa

Uzun Ortaçağ'da dünya soğuktu; üretim faaliyetlerinin tekdüze yapısı nedeniyle soğuk iklime Avrupa'da umutsuzluk, çaresizlik eklenmişti. At nalları, kılıç şakırtıları, dünyayı yatay ve dikey yönlü fethetme arzularının yükselttiği hararetle Müslümanlar Ortaçağ karanlığı ve soğuğunu kendileri için aydınlatmışlardı. Keşifler, burjuva ekonomisi, Ortaçağı karanlık kılan başta kilise ve feodal yapılarla savaş Avrupa'yı da iyiden iyiye hararetlendirdi. Sanayi Devrimi ile beraber kıta Avrupası'nda atmosfer iki derece ısınmıştı bile. Kömür ve petrolün enerji olarak kullanılmasıyla dünya ısındı fakat artık dijital devrime gelindiğinde ısınma Avrupa kıtasını aştı küreselleşti; 1980'lerden itibaren iklim ve çevreyi tanımlamada küresel ısınma temellere yerleşti.

Tabiata tahakküm

Keşiflerin ısıttığı ve ışıttığı Avrupa, insanı merkeze yerleştiren bir felsefeye geçti; insan dışındaki canlıları acı çekmeyen ruhsuz makine gibi telakki eden Descartes, determinist, pozitivist ve Kartezyen felsefeciler yanında Fichte gibi idealistler "rasyonel öznenin doğal dünyayı, tabiatı kendine tabi kılma" mecburiyetini, doğaya tahakküm ederek yenme güdüsüne kadar götürdüler. Hegel ve Schelling gibi idealistler "tabi kılma yerine uyum"u savunsalar da öznenin arzuları kabarmış, harareti yükselmiş, gözü kimseyi göremeyecek bir hırsa bürünmüştü bir kere. 20. yüzyılda bile tüm ulaşım ve iletişim imkanlarına karşın insan doğaya galip gelemedi; hala ulaşılamayan orman içleri, buzul zirveleri, okyanus dipleri bulunuyordu. Sayısız flora ve fauna türü keşfedilmeyi bekliyordu. Hususi olarak doğayı tamamen kılcallarına kadar öğrenip ele geçirmek gerektiğini izhar eden bir dünyadan kapitalizmin neoliberal yorumuna geçildi; bulduğu her şeyi tüketim nesnesi kılan zihniyet, ormanı, denizi, sahilleri, gölleri, nehirleri ticari meta yaptı, yeni yeni maden türleriyle, taş-kum-mermer ocaklarıyla, HES'lerle, altın aramalarıyla tabiatın her bir zerresinden faydalanmaya, kazancını artırmaya girişti. Yalnız burjuva değil köylüler bile "memleketlerinin ne zaman gelişeceğini, keşfedileceğini" kendilerinin ne zaman "yırtacaklarını" hesap ediyordu artık.

Türkiye'nin ötesinde dünyanın tamamında elverişli her saha üretim alanına dönüştü; Amazon'da tarla açmak için ormanları yakanlar daha çok üretim için ilaçlamalar yapanlar enternasyonal bir kazanma hırsını getirdi. Bu kapitalist bakışın insanı sarması, insan merkezli yok edici bakış, doğayı nesne görme zamanla küresel ısınma başlığı altında doğanın tepkimesiyle, dengesinin bozulup "yan etkileri" artırmasıyla karşılaştı. Küresel ısınma ilkin kloroflorokarbon gazlarının etkisine, ozon tabakasının delinmesine bağlandı, etkileri çok zayıftı, dünyada gelişmek, kalkınmak isteyen milyarlarca insan çevrenin tahribini önemsemiyordu. Neoliberal burjuva kazancı katlamak için tüketimi, haliyle üretimi artırdı. O sürecin sonuçları yeni yeni kendini gösteriyor.

Doğayı tahribin sonuçları

Küresel ısınma, dijital tekno-medeniyetin doğaya verdiği zararlar, çatışmanın şiddeti kapsamlı, derin ve çok büyük. Isı kubbeleri, kutupların erimesi, kutup kuşağının ısınması, okyanusların yok olması, sel-heyelan-erozyon ve çölleşme, yeraltı su kaynaklarının azalması, göllerin kuruması, biyoçeşitliliğin sınırlanması, sulardaki asit yükü, su kirliliğine bağlı müsilaj, temiz su kaynaklarının yok olması, Karadeniz gibi büyük su kütlelerinin ısınması, deniz ekosisteminin bozulması, Yukon deltasında gerçekleştiği gibi buzul yerine çalıların yayılması, obrukların çoğalması belli başlı sorunlardan. Karbon ekonomisi ve salınımı yorgan etkisi yüzünden asıl sebeplerden biri. Enerji ve hammadde adına doğanın tahribi de ciddi meseleler arasında. Göllerin, ırmakların turizme açılması, yerleşimlere bağlı kirlilikler, yaylalarda karbon salınımları, HES'ler nedeniyle ağaçların kesilmesi, su yataklarındaki ekosistemin bozulması, doğa ıslahı adı altında dere yataklarının daraltılması, derelerden kum alınması, akışı engelleyen menfez, köprü, kanalların yapılıp selleri tetiklemesi, yatakları yerleşim için değiştirme, insan ve hayvanların temiz su, dere ve göllerle bağlantılarının kesilmesi, doğanın "kin birikimi"ni artırdı. "Su akar yatağını bulur" sözü toplumsal ilişkileri açıklamada kullanılıyor ama artık doğayla münasebetlerimizde unutuluyor; esasında olan biten doğanın kendisini hatırlatmasından öte değil!

Ne yapılabilir?

Küresel ısınma, doğanın insanla kavgaya tutuşması, yaşam hakkını ve yaşam alanlarını geri kazanma girişimi bireysel, toplumsal, küresel işbirliği ve sorumluluk gerektiriyor fakat öncelikle insan ve kazanç merkezli dünya yerine doğa merkezli yeryüzü anlayışına geçmeyi... İşe arabayla gitmek kimyasallardan uzak durmak gibi şahsî yapılacakların ötesinde mesele devletleri ilgilendiriyor. Kalkınma, büyüme olmadan kazancı çoğaltarak zenginleşme güdüsünden, yaşam alanlarımızı kapitalistleştirme tutumundan vazgeçmek gerek. Bu da küresel işbirliği ve yaptırım manasına gelir. Adeta iklim için küresel olağanüstü hal ilan etmeliyiz! Çünkü küresel ısınma tüm dünyayı kapsadığı için ülkeler tek tek bunları halledemez, işbirliği gerektirir. Bu, yalnızca "başkasının başına gelen bizim de başımıza gelir" manasında değil, doğa felsefesinin müstakil kılınamayacak kadar günümüzde evrenselleşmesiyle ilgilidir.

"Amazon'dan bana ne", "korona beni ilgilendirmiyor Çinliler düşünsün" "Ozon Tabakası bizde delinmedi ya" gibi yaklaşımlar tek atmosfere sahip yeryüzü için geçersiz. Hastalıklar, çevre felaketleri artık kültür gibi, o toplumun sınırları içinde kalmıyor, anında küreselleşiyor. Buradaki meselenin Eskimoların geleneksel köpekli kızak yerine motorluya geçmesiyle ilgisi yok; işini kolaylaştırırken doğaya da büyük zararı dokunmaz, üstelik modernize çalışması çevreyle "uyum"ludur. Uyum kavramı Hegel ve erken dönem Romantiklerden sonra Batı'da dirilmiş gözüküyor; dünyayı mahvetmelerinin diyeti olarak sathi bir ekolojizm de geliştiriyorlar, ekolojizmlerindeki doğayla uyum yaklaşımları bizdeki Vahdet-i Vücud anlayışının düz okumasından ibaret. Yeni çevreci hareketler bu felsefi derinliği de ihtiva etmiyorlar.

Küresel güçler, küresel şirketler bu uyum mantığını bile neredeyse reddediyorlar, Trump ABD'si Kyoto Protokolü ve Paris İklim Anlaşması'na karşı sert ifadelerde bulunuyordu. Halbuki doğayı uyumlu yaşamanın ötesinde serbest bırakmak gerekir; yapılan araştırmalar tabiatı kendi haline bırakınca beş yılda kendi kendini onarıp eskiye dönebileceğini gösteriyor. Yerleşik dünya görüşü de yeni tür ekolojizm de doğayı kendi haline bırakmayı içermiyor. Cari kanaat doğayı insana tabi açık kaynak gibi görüyor, yeni çevrecilik ise uyumu, türlerin eşitliğini öne çıkarıyor; yerleşik dünya görüşü, büyüme güçlenme fetişizmiyle hareket ederken ekolojizm temel ihtiyaçların karşılanmasını, minimalizmi hedefliyor. Hala klasik iktisattaki gibi bol, sınırsız kaynak ve rezervlerin bulunduğu inancına karşın çevreci düşünce kaynaklarımızın sınırlılığını öne çıkarıyor. Teknolojiyi sonuna kadar kullanma, mutlak ilerleme ve bol tüketim esasına dayalı günümüz zihniyetine mukabil ekoloji taraftarları ihtiyaçları giderecek kadar tüketim, teknoloji ve dijital kullanımını savunuyor.

Hali hazır doğa felsefesi de yerine ikame edilmesi teklif edilen zihniyet de bir şekilde doğayı araçsallaştırıyor. Tabiatla uyumlu yaşam onu insana düşmanlaştırmayacak boyutta kullanımını öngörüyor; halbuki "kötüye kullanım"ın azı çoğu olmaz, olumlu kötülük, olumsuz iyilik kavramları da varoluşa ters. İnsanlar varoluşlarını kurarlarken bir şeyden beslenerek, bir şey sayesinde var kalmayı ayırt edecek salahiyete, anlayış zenginliğine sahiptir. Hayatta kalma içgüdüsüyle hareket ettiğinde doğadan ne koparabilirse kâr fikrine ulaşır; gelişme ve kalkınma fetişizmine sahip ülkelerin temel çıkmazı da bu zaten. Doğa bittiğinde kalkınmanın mantığı kalmayacak. Hiçbir ütopyada, fütüristik film ve anlatıda teknoloji, insan hatta yapay zeka atmosfer oluşturamıyor, insan hafsalası Yaratıcı dışında su buharı husule getiremeyeceğinin farkında. Haliyle doğa asıl, insan dahil geri kalanı fürudur.

Kim ıslaha muhtaç?

Küresel ısınma, seller, yangınlar, depremler, afetler bizi son sürat felakete yaklaştırırken muhalif ya da muvafık evren tasavvurumuzu küresel manada tadil etmek zorundayız. Fichte'ci doğayı rasyonel özneye tabi kılma, tahakküm ve sömürü geliştirme kadar yerleşik sentezci uyum felsefesi de ilerlemeciliği, mutlak faydalanmayı, araçsallaştırmayı ortadan kaldırmıyor. İnsan-lık, "insan merkezli varoluştan doğa merkezli varoluşa" geçmezse yalnız yaşam alanlarını kaybetmekle kalmayacak ihtirasları, rakipleriyle mücadelesi, sahip olma takıntısı peşinde kendi kendiyle de savaşacak. Harplerin en kötüsü aynı bedendeki iki egonun kavgasıdır. Doğayı istediği gibi sömüren insan, bu yüksek güç ve otoritenin karşısında yine kendisini egale etmeye ayarlamış görünüyor vaziyetini. Doğanın "ıslah edilmesi" bile başlı başına bir başarı ve üstünlük belirtisidir. Enteresan olan doğa devlet gibi insanın kendisini kullanmasına müsaade etmesine rağmen bir varolma-yokolma durumuna gelince intikam almada acımasız davranabiliyor. Gelinen aşamada tabiat ıslahlarının yerine zihniyetlerin ıslah edilmesi gerekiyor. Hala doğayla uyum kavramı tabiatı insana uydurmaya yatkın işliyor, halbuki doğa merkezli varoluşta ana aksı doğa oluşturur. Doğa merkezli varoluşun temel dinamiklerinden birini insanın tabiattan ayrı bir varoluş ortaya koyduğu felsefesini aşmak oluşturur. İnsan doğaya içkindir; insan tabiatla varolur, haliyle tabiatla da yok olur. Bu düalizmin ötesine geçerek doğa ile varoluşsal bütünlük kurmak dünyanın da insanın da ömrünü uzatmaya yeter.

Doğanın dışında ve fakat doğanın parçası olan insan, onu tahakküm altına almaktan, sınırlandırmaktan vazgeçmeli, çünkü her çerçeveleme aslında insan-oluşu çevreleme demektir. İnsan doğadan beslenerek ama aynı zamanda onun sayesinde hayatta kalır. İnsan merkezli varoluşun temel sorunu insan olmadan dünyanın da yok olacağı, anlamsızlaşacağı kanaati hatta propagandasıdır. Evet, anlamlandıran özne insan olduğundan doğa insanın yokluğunda anlamsızlaşır fakat insan olmadan tabiat varlığını sürdürebilir. İnsan merkezli bakışın temel hatası şu: Doğanın insana ihtiyacı yok, insanın doğaya ihtiyacı var; insansız doğa varolmaya devam eder ama tabiat olmadan insan yaşamı süremez! Doğa tarih boyunca insan eliyle dizayn edildi; insan için hammadde deposu işlevi gördü. Siyasal alanın kurulduğu, doğal hukukun ekseninde yasanın yapıldığı, devlet ve toplum düzeninin, ahlakın ikame edildiği, varlığın tözünü açık ettiği, toplumların ahitleşip sözleştiği, savaşların ve barışların gerçekleştiği, zaman ve uzam algısını belirleyen, içsel devinimi ve nizamıyla mükemmeliyeti gösteren ana öğretici, uygulayıcı, ontolojik saha fonksiyonunu icra etti. Ucubeler, yamyamlar, vampirler, gulyabaniler, caniler, devlet başkanları, çiftçiler derken siberg-oluşa kadar insan-olmanın türlü hallerini tecrübe etti. Hayvanı evcilleştiren, toprağı işleyerek ehlîleştiren insan, terbiye etme, kontrol, ıslah, yakma-yıkma, inşa, denetim, gözetim, öğretim, eğitim aşamalarını, natura'yı doğal hukukun ve tabiatın kendisinde pratiğe geçirdi. Doğa doğurganlığını sürdürüyor, her gün yeniden aynı dinamizmle yenilerini üretiyor ama insan kısırlaştı. Doğayı işleyerek değil pazarlayarak, tüketerek yaşamaya çalıştık; kapitalistleştirilmiş tabiat bu sürece adeta isyan etti. Küresel ısınmadan sel ve yangınlara tüm tepkimeler tabiatın intikamından ibaret. Tabiatla uyumlu yaşamak da kapitalistleştirilmiş doğa zihniyetinin bir unsuru; ihtimamlı, sorumlu, basiretli davranmanın ötesinde doğa merkezli varoluşa geçmediğimiz sürece tabiat insan olmadan ya da az sayıda insanı yanına alarak hayatiyetini devam ettirecek!

[email protected]