İnsani yardımın merkezine ‘insan’ı koyabilmek

Dr. Serdar Çam / TİKA Başkanı
14.11.2015

İnsani diplomasi teorik bir çabanın değil, milletçe sahip olduğumuz bir anlayışın ürünü olarak kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Türk insanının idrakinde zerreden küreye bütün varlığa tek bir nazarla bakmak, gönüller yapmak, karıncayı dahi incitmemek, komşusu aç iken tok yatmamak, ekmeğini bölmek, bir hastayı sormak, yetim başı okşamak, garibin fukaranın yanında olmak ibadet değeri kazanmış toplumsal sorumluluklardır.


İnsani yardımın merkezine  ‘insan’ı koyabilmek

İnsani değerler üzerinde yükselen daha adil ve barışçıl bir küresel sistem büyük güçlerin ve uluslararası sermayenin menfaatlerine hizmet eden değil ancak hedefine ve merkezine insanı koyan bir anlayışla mümkündür.

Bugün Suriye’de yaşanan kaos, yaşadığımız çağın içinde bulunduğu büyük insani krizin bir yansımasıdır. İnsanoğlunun değersizleştiği, çocukların ölü balıklar gibi sahile vurduğu bir dünya düzeni her yönüyle artık iflas etmiştir. Herkesin yersiz yurtsuzlaştığı bir dünyada artık herkes biraz göçebe, biraz mültecidir. Ontolojik bir güvensizliğin hâkim olduğu küresel bir sistem acilen kendini hesaba çekmelidir. Yardımlar sathi kalmakta, vaatler ve tumturaklı nutuklar insanların gerçek, yakıcı dertlerine deva olamamaktadır.

BM ve diğer uluslararası teşkilatların, insani yardıma odaklanmış STK’ların, tek tek ulus devlet yapılarının çabaları popüler diskurlar üretmenin ötesine geçememiş; hakikaten her türlü etnik, kültürel ve dini elbiseden soyunmuş merkezine sadece insanı koyan ve somut sonuçlar üreten bir seviyeye ulaşamamıştır. İnsani ve teknik yardım; günümüzde adeta rekabetçi, sektörleşmiş bir endüstriye dönüşmekte, yardımda bulunan aktörlerin politik menfaatlerinin gölgesinde kalmakta ve bütün insanlık için “ortak bir iyi”nin üretimine bir türlü terfi edememektedir.

Sistemi tamir etmek

Batı-kuzey merkezli geleneksel donörler, küresel trendlere dâhil olmayı son yıllarda başarmış güney ve çevresinin yeni aktörlerinin  her biri kendi bireysel önceliklerinden hareketle kendi insani yardım alanlarını kurarken, bütüncül bir şekilde insanlığı- evreni- içtenlikle kuşatan bir yardım alanı inşa edilememektedir. Toplantılar, konferanslar, tumturaklı nutukların ve vaatlerin dünyasında Suriyeli mülteciler krizinde de tecrübe edildiği üzere insani ses kısılmakta, hakikaten sonuçlara yönelmiş fiili çabalar ise cılızlaşmaktadır.

Bu başarısızlık en temelde iki sebebe dayanmaktadır: İşbirliği ve koordinasyonun ve işleyen verimli bir insani yardım alanını hedefleyen sivil ve resmi kapasitelerin eksikliği. Bir başka deyişle insani müdahaleler için küresel inisiyatif başlatan temel aktörler kendi aralarında bir türlü yeknesaklığı ve ahengi sağlayamamakta ve yeterli desteği elde edebilecek bir ilgiyi  uyandırmakta başarısız olmaktadırlar.

İnsani yardım sisteminin ciddi bir tamire ve yeniden yapılandırmaya ihtiyacı bulunmaktadır. Bu haliyle sarf edilen emek, zaman ve kaynakla ne yazık ki dünyanın değişik coğrafyalarındaki mazlumların ve madunların dertlerine derman olunamamaktadır.

Ciddi bir onarıma muhtaç olan mevcut insani yardım alanındaki verili sistem, değişik coğrafyalardaki mazlumların derdine deva olamamaktadır.  Sadece mevcut yapılara, finansman kaynaklarına ve kapasitelere odaklanmak müesses düzeni tamir ve ihya etmek için yeterli değildir. Farklı coğrafyalardan yeni aktörlerin sisteme dâhil olmasına rağmen mevcut insani yardım alanı her geçen gün daralmaktadır. Daha fazla geç kalmadan küresel sistemi insan merkezli kılmanın vakti gelmiştir. Tarih boyunca  medeniyetlerin ve diğer bütün insani- ortak iyiye yönelmiş- unsurların tecrübelerinden yola çıkarak insanı merkeze alan ve O’nun bir özne olduğunu hatırda tutarak insan merkezli bir dili ve yaklaşımı küresel anlamda hâkim kılmanın yollarını aramalıyız.

TİKA’nın başarısı            

İnsani yardım paradigmamızda bütünsel bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Tek tek devletlerin ve küresel sermayenin menfaatlerinin ötesinde insanı merkeze alan yeni bir yardım konseptini kurabilmeliyiz. Bütün varlığın büyük birlik içinde toplandığını, farklı tezahürlerin, varoluş biçimlerinin ve kimliklerin ancak yüzeyden ibaret olduğunu akılda tutarak, yardımda bulunurken en başta kendi kendimize yardım ettiğimizi idrak ederek işe başlayabiliriz. Yardımın merkezine insanı koyarken; bitkiler, hayvanlar ve çevreyi bir bütün olarak kuşatmalı, insanı bu büyük bütünün bir parçası olarak düşünmeliyiz. Böylece değil toplumsal, politik kimlikler ve grup aidiyeti temelinde siyasi, ekonomik ve sosyolojik sınıflar, statüler ve ayrımlar yaratmayı, kâinatın aynası olarak kavradığımız insanı diğer insan kardeşleriyle bir tarağın dişleri gibi eşit görerek, yardımı iktisadi paradigmanın içinden çıkarabilecek yeni bir mecra açabiliriz. İnsani yardımlar konusu politik, stratejik hesapların uzun vadeli planların bir enstrümanı, bir kar zarar hesabı olarak değil; kaynakları çoğaltan, verimli kılan, insanı madden ve manen zenginleştiren bir bereket ekonomisinin kaynağı olarak anlaşılırsa sahici sonuçlar doğurabilecektir.

TİKA hem insani yardım, hem de kalkınma yardımı alanlarında faaliyet gösteren küresel bir teşkilattır. Faaliyette bulunduğu ülkelerde bir yandan sürdürülebilir bir kalkınmayı planlayarak istikrarlı bir gelecek inşasına çabalarken, öte yandan büyük acıların sağaltılmasına, yaraların sarılmasına yönelikte çok boyutlu faaliyetlerde bulunmayı hedefleyen bütünsel kapsayıcı bir yaklaşımı merkezine almaktadır.

20 yılı aşkın tecrübesinin ardından bugün kalkınma yardımları ve İnsani yardım alanında TİKA,  “Türk tipi kalkınma yaklaşımı” diyebileceğimiz yeni bir model ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım başta samimiyet ilkesiyle ve muhataplarıyla empati (duygudaşlık) kurarak, şeffaf yönetim anlayışı ve ortak akıl temelinde ortaya çıkmaktadır. Görünür olma derdine düşmeden, didaktik ve buyurgan bir dil yerine karşılıklı öğrenmeye dayanan bir iletişim modelini benimseyen, ülkelerin ihtiyaç ve önceliklerini gündemine alarak, esnek ve hızlı bir yardım stratejisini ortaya koymaktadır. TİKA örneğinde olduğu gibi değişen koşullar ve ihtiyaçlar doğrultusunda bu nevi yeni arayış ve yaklaşımları cesaretlendirmek, teşvik etmek daha da önemlisi kalkınma yardımları ve İnsani yardım alanındaki sorunları çözmek için dikkate almak gerekmektedir. Bu tür yeni yaklaşımların arkasında uluslararası sisteme hâkim olan İnsani idealler ve menfaatler çatışması şeklindeki ikiliklere mesafeli durarak insanı merkezine alan insani bir diplomasi yaklaşımı yatmaktadır. Burada bir başka örnek olarak Hindistan’ı ve onun insani yardım ve kalkınma yardımı alanlarında insani zemini muhafaza etmeyi amaçlayan olumlu yaklaşımını bir diğer başarılı model olarak ifade etmek gerekir. İnsani yardım sahnesinde yaşanan acziyet karşısında bu tarz çabaları; daha yoğun ve gerçek bir yardım kapasitesi kısacası umutvadeden büyük bir imkân olarak görmekteyiz.               

İnsani diplomasi

Bahsettiğimiz insani diplomasi teorik bir çabanın değil, milletçe sahip olduğumuz bir anlayışın ürünü olarak kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Türk insanının idrakinde zerreden küreye bütün varlığa tek bir nazarla bakmak, gönüller yapmak, karıncayı dahi incitmemek, komşusu aç iken tok yatmamak, ekmeğini bölmek, bir hastayı sormak, yetim başı okşamak, garibin fukaranın yanında olmak ibadet değeri kazanmış toplumsal sorumluluklardır. Ait olduğu medeniyet dünyasının içinde hava gibi, su gibi doğal olarak tevarüs edilmiş böylesi bir idrakin diplomasimize yansımasıyla Türkiye 2 milyon Suriyeli mülteci kardeşini kucaklamakta bir an dahi tereddüt etmedi. Genişleyen dış politika ufkumuza müvazi olarak Türkiye aynı yaklaşımı;  Afrika, Asya ve Latin Amerika’da yeni coğrafyalara açılarak, bu coğrafyalarda yaşayan insanlara kalkınma yardımı ve insani yardım götürmek suretiyle de sergiledi. Türkiye insani yardım alanlarını genişletirken kişisel, politik menfaatler doğrultusunda değil ait olduğu medeniyet dünyasının samimi sınırları çerçevesinde hareket ediyordu. 

İnsani yardım sahnesinde kendine yer bulacak benzer bir perspektif, giderek kötüye giden insani durumun iyileşmesine mutlaka katkı sunacak ve bu bağlamda küresel bir şuuru yeniden inşa edecektir. İnsani yardım alanındaki çalışmalar insan olmak idrakini merkezine aldıkları andan itibaren politik-ticari menfaatler üzerine kurulu paradigma zeminini yitirecek, böylece samimi bir şekilde, somut olarak insanoğlunun küresel acılarının dindirilmesi için, teatral ve temsili değil sahici mekanizmaların üretilmesi mümkün olabilecektir. Ancak böylece dili, etnik kökeni, dini, kültürel kimliği, cinsiyeti her ne olursa olsun sadece insan olmak paydasında buluşan bütün kürenin sığabileceği bir büyük “BİZ” kavramını yeniden keşfedebiliriz.