İnternet ve linç kültürü arasında masumiyet karinesi

Cüneyd Altıparmak / Hukukçu
29.07.2022

Suçlu ilan etmek, yargının mı, internetin mi görevidir? Merhametin bizi bir arada tutacak en kıymetli şey olduğunu unutmayalım. Bu çarkın, dönüşüne dur demezsek, Strawdog filminin etiketindeki "Her korkağın gözünde bir samandan köpek yanar" şeklindeki ifadenin gerçekleşme ve yayılma enflasyonunun altında bir lince maruz kalacağız.


İnternet ve linç kültürü arasında masumiyet karinesi

"Neye inanıp inanmadığımı bilmiyorum. On bir oy suçlu diyordu. Elimi kaldırdım. Bir çocuğu ölüme göndermek kolay değil. Önce tartışmak istedim. Hepsi bu." (12 Kızgın Adam)

Sosyal medya farkında olman bir bilinç inşa ediyor. İstesek de istemesek da "algı ve manipülasyon" dalgalarında sörf yapmaktan kaçamıyoruz. Kimi zaman gerçeği sonradan öğreniyor ve telafi etme imkânı buluyoruz. Çoğu zaman ise gerçeği öğrendiğimizde iş işten geçmiş oluyor. Bu yeni durum bize "kişisel verilerin korunması", "unutulma hakkı" gibi yeni kurumları armağan etse de en büyük darbeyi hukukun temeli olan "in dubio pro reo"( Masumiyet Karinesi) ilkesine vuruyor. Bu yazımızda, masumiyet karinesini birçok yönden ihlal eden sorunlara değinmek istiyorum...

Masumiyet mi?

İspat edilinceye kadar masum muyuz? Sosyal medya gündemine girmişse, hayır! Sosyal medyadaki "ekosistem" "masumiyeti öğütme makinesi" oldu sayılır. Bu karine en çok "ceza hukuku" açısından ele alınan bir kavram olarak görünse de hukukun bütünlüğü içinde, "borçsuzluk ilkesi", "iddia eden ispat yükü", "davacını davasını kanıtlaması" olarak karşımıza çıkan şekilleri var. Mecelle'de "beraet-i zimmet asıldır" şeklinde ifade edilmiş. AİHM tarafından daha detaylı biçimde ele alınıyor. Hatta "aleyhe olma ihtimali olan bir ifadenin bile" hak ihlali olduğu kabul ediliyor. Misal, AİHM, "kesinleşmiş yargı kararı olmaksızın bir bakanın sanığı suçlayıcı nitelikte basın açıklaması yapılmasına"( Sekanina-Avusturya); "parlamento sözcüsünün başvuran hakkındaki 'rüşvetçi yakalandı'"(Ismoilov/Rusya) ifadesine masumiyet karinesinin ihlali demiştir.

Kamu birimleri, polis amirinin, yargı mensubunun, bir politikacının bu meyanda yaptığı açıklamaları pek tabii bir ihlal olarak değerlendirmek mümkün. Ancak artık daha önemli bir sorun var: Sosyal medya yargılamalarının "delile dayanmaya gerek görmeyen" "bir beyan veya görüntüyü esas alan" ve "savunma hakkına ihtiyaç duymayan", "son sözü bile sormayan" niteliği sayesinde artık herkes potansiyel suçlu... "Kin" filmindeki Komiser Harun'un dediği "masumiyeti ispatlanana kadar herkes suçludur" şeklindeki eski polis uygulamalarını eleştirmek üzere kullandığımız bu replik, #hashtag'ler ile bina edilen sosyal medya karakollarının enstrümanı artık!

Devlet unutur, Google unutmaz!

Bilindiği üzere birisine suç nedeniyle verilen ceza veya yaptırımın "adli sicil kaydına işlenebilmesi için" mahkeme kararının kesinleşmiş olması gerekir. Kesin olmayan mahkûmiyet adli sicil kaydında yer almaz. Kural olarak adli sicil kaydı, cezanın infaz edilmesinden sonra silinerek arşiv kaydına aktarılır. Arşiv kaydı da belli koşulların gerçekleşmesi halinde silinmektedir... Ancak durum Google açısından böyle seyretmez! Google'da yapılacak bir taramada, adli sicil kaydınız silinmiş olsa bile 6-7 yıl önceki bir suçla ilgili yakalanmanız, yargılanmanız, mahkumiyetiniz olduğu gibi durur. Devlet unutur, hoş görür ve fakat Google unutmaz! Buradaki orantısızlığı aşmak için "unutulma hakkı" ihdas edildi. Basit bir ifade ile bir kimsenin internet arama sonuçlarında kendisi ile ilgili çıkan ve çıkmasını istemediği haber, paylaşım, fotoğraf, video, GİF, belge, bilgi vb. içeriklerin artık internet arama sonuçlarında olmamasını isteme hakkıdır, bu hak!.. Devletlerin kamu düzenini ihlal etmiş olsa bile bir süre sonra sildiği durum, arama motorlarında "askıda" kalmakta ve bir kimsenin "pişman olduğu" ve "cezasını çekerek" bedelini ödediği durumla her an karşılaşması mümkün olmaktadır... Bu durum internetin bize armağan ettiği "evrensel bir cezalandırma" türü sanırım... Bu durumu da masumiyet karinesi ve "bir suçtan dolayı iki ceza verilemez" ilkesi bağlamında yeniden düşünmek zorundayız. Zira, "cezalandırma" olgusunun, hapis ve diğer yaptırımlar boyutunu açıp, bir ömür boyu devam edecek şekle dönüştüğü bir çağdayız.

Saldırıya açık zemin

Hukukun birçok ilkesinin uygulanma alanının, şüphesiz kamusal alan, aleniyet, sosyal ilişkiler, özel hayat kavramları ile bağlantısı vardır. Ancak Facebook'taki açık bir paylaşım ile mesajlaşma bölümünde birine ilettiğimiz bir bilginin "mahremiyeti" arasında fark var. Emniyetin açık kaynak araştırması ile bilgi edinmesi mümkün iken sosyal medya hesaplarının incelemesi, telefonun imajının alınması konusunda özel tedbirler ve yollar kanunlarda düzenlemiştir. Demek ki hukukun kurallarının tatbik edileceği alanların mahiyeti, görünümü ve durumu bu çağda değişmekte, gelişmekte... Bu "saldırıya açık zeminde" masumiyet karinesinin daha çok korumaya ihtiyaç duyduğu açık! Nitekim, bugün dünyada yaklaşık 4 milyar kişi "aktif" biçimde sosyal medya kullanıyor. Türkiye'de nüfusun yarısına tekabül ediyor kullanıcı sayısı! Ülkede bir kişinin günlük internet kullanımı sekiz saate yaklaşıyor. Bu dünya ortalamasının çok ama çok üstünde... Banka işlemlerini de iş yaşamımızı da internette yapıyoruz. Dedikodularımız, hakaretlerimiz, tebriklerimiz, taziye mesajlarımız, sevgi ve barış içeren paylaşımlarımızla bulunuyoruz bu mecralarda. Ve her yıl kullanıcı sayısı yüze 10 civarında artarak büyüyor bu ağ!

Dördüncü kuvvet medya ise beşinci kuvvet internet veya sosyal medya... Eskiden bir gazetede haber yapılınca kişilik haklarının gördüğü zarar, şimdikine göre çok ama çok az. Önceden bir kimseyi suçlu ilan edince bir çevrenin, bir muhitin bilmesi mümkündü. Şimdi bir tık uzağınızda durumu dünyaya servis edebilen; "çeviri" hizmetiyle her dile dönüşebilen bir yapı var! Hukuk; hukuka aykırılığın getirdiği zararın etkisi üzerinden konuya bakmalı. Git gide içinden çıkılmaz hale gelen ve başında deprem etkisi oluşturacak kadar güçlü masuniyet ihlallerini, artık bir cezaya dönüşen ve tsunami etkisi gösteren internetin "adli arşivi" oluşunu, çözmek zorundayız. Eskiden de farklı düşünen, eleştiren, aykırı olan kimseye tahammülümüz yoktu. Şimdi de öyle. Ama şimdi bu tahammülsüzlüğün, bir kitlesel linçe dönüşmesi bir süreç değil bir an meselesi artık. Sosyal medyanın birçok meseleyi aydınlattığı da bir gerçek. Buna birçok kez tanık olduk. Bir telefon kaydı, bir kimsenin çektiği gizli bir fotoğraf veya kameraya takılan tesadüfi bir görüntü. Bunlar önemli. Ancak "gündemleştirme hastalığı" evresinde seyreden olaylar çok farklı... Yargının, zaman zaman içinden çıkamadığı bu sorunu bir çırpıda çözmek pek mümkün değil... "The night of" dizisindeki avukatın mücadelesini hatırlatmak isterim. Birçok "olmaz denilen" ihtimalin bir araya gelmesi ile doğan durumda, izleyicinin tüm gerçekliği başta gördüğü için suçsuz olduğunu bildiği sanığın, bu sarmaldan kurtulmasının hikayesi... Bir diğer ifadeyle "masumiyetin ispatı" zorunda kalınması. Bunun benzeri bir başka durumu ise "Hurricane" filminde görürüz. Fail değildir ama "olağan şüpheli" olarak yargılanır, ceza alır sonrasında bir hukuk süreci başlar. Amaç "masumiyeti ispat" etmektir.

Dijital linç

Linç toplumsal bir durum. Toplumun bir anda kontrolünü kaybetmesi. Masuniyet karinesinin, toplumca askıya alınması. İnfaz aşamasına geçilmesi. İnternet yaygınlaştıkça böyle durumların da yaygınlığı artıyor. Belirsiz bir kitlenin yani anonim bir grubun, salt bu amaç için örgütlenip, olaydan olaya, gündemden gündeme, seyrettiği, fakat bunu yaparken de "sorumluluk", "duyarlılık", "gerçekleri ortaya çıkarmak" vb gibi ilkelere dayanılan bir süreç. Oysa duyarlılık ile linç arasında, kişisel kanaat ile yargılama arasında dağlar kadar fark var. En acısı da günün sonunda olayın çok ama çok farklı olduğunun anlaşılması...

2021 yılının son aylarında "Elif Ada Bebek" meselesi düştü basınımıza. Bu bir "dijital linç" örneği bence... Elif bebeğin ölümünden sonra annesi "Benden zorla parayı almaya çalıştı. O esnada beni darp ediyordu. Bu sırada sesimizden çocuğumuz uyandı. Dönüp sinirini ondan çıkardı'' şeklinde ilk beyanını vermiş ve devam etmişti: "... ben şimdiye kadar kendisinin bir şey yaptığını görmedim. Ben ona bırakıp bir yere gidip döndüğümde, çocuğun bir yerlerinde morluk olurdu. Görmediğim için de yaptığını düşünmedim. Onu suçlamak istemedim ama son olayda kendi gözümle gördüğüm için artık eminim yani onun yaptığına..." Sonrasında sosyal medyada hakaret, küfür, idam talebi, "tutuklansın" paylaşımları... Gazeteler de ise "Cani Baba", "Acımasız Baba" "Bebeği Döve Döve Öldürdü" vb. manşetleri... Yargılama başladı. Baba tutuklandı. Hapse alındı. Dışarıdaki bu psikolojik baskıya, içerdeki fiziksel şiddet eklendi. Ve Baba 2021'in son ayında intihar etti... Yargılama devam ediyordu. Geçen ay gelen Adli Tıp Raporunda şunlar yazıyordu: "...ölümün darp ya da zehirlenme nedeniyle olmadığı, tanısı konulamayan hastalıktan kaynaklandığı değerlendirilmektedir..."

Mücadele etmeli miyiz?

Bu tip konularla mücadele etmenin tek yolu hukuk değil. Toplumsal bir dönüşüm lazım. Bu da çok yönlü bir çalışma demek. Suç olarak elimizde şu düzenleme var: "Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, hukuka aykırı bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, elli günden az olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır" (TCK m.288). Bu düzenleme TRT'nin 1Kelime 1İşlem isimli yarışmasındaki ifade gibi "yaklaşık sonuç"!.. Bu durumda iki soru var: Yukarıdaki düzenleme yeterli mi? Bu durumlarla etkin mücadele gerekli mi? İlk sorunun cevabı, hayır! İkinci soruya dair yanıtlarınızı düşünün!

Masuniyet karinesinin devlete veya egemene karşın bir koruma oluşturacağı kabulünün başlı başına yetmediği bir dönemdeyiz artık. Bu karinenin teşmil edeceği alanları, iletişimin kamusal boyutunu ve suç işlemenin kolaylaştığı bu çağı gözeterek karara bağlamak zorundayız. Aksi halde olguya değil algıya hizmet eden bu çağın eleştirdiğimiz paradigmalarının istilasına açık bir toplum inşa edilmesine seyirci kalırız.

Bir şeye karar vermeliyiz: Suçlu ilan etmek, yargının mı, internetin mi görevidir? Merhametin bizi bir arada tutacak en kıymetli şey olduğunu unutmayalım. Bu çarkın, dönüşüne dur demezsek, Strawdog filminin etiketindeki "Her korkağın gözünde bir samandan köpek yanar" şeklindeki ifadenin gerçekleşme ve yayılma enflasyonunun altında bir lince maruz kalacağız, bu kesin! Artık, hukukun temel ilkelerin bağlamında düzenlemeleri çoğaltmak lazım: "masuniyet karinesini ihlal suçu" gibi belki... Bir dönüşüm için illa "Hypatia'nın linç edilmesini" beklemeye ne lüzum var!...

[email protected]