İran-Suudi yakınlaşmasının düşündürdükleri

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
23.10.2021

ABD'nin enerji bağımsızlığı ve Çin'e odaklanma stratejisiyle Körfez güvenliğindeki rolünü azaltma girişimi bölge güvenlik mimarisinde önemli bir güç boşluğuna yol açtı. İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç asimetrisi Riyad yönetimini İran ile girişilen jeopolitik rekabeti sonlandırmaya zorluyor.


İran-Suudi yakınlaşmasının düşündürdükleri

Orta Doğu bölgesi bir süredir İran ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmaya odaklanmış durumda. 2021 yılı başlarından Katar ablukasının sonlanması ve Irak'ın arabuluculuğunda İranlı ve Suudi üst düzey yetkililerin katılımları ile başlayan görüşmeler bölgede iyimser bir havaya yol açmıştı. Haziran ayında İran'da gerçekleşen seçimlerle İran siyasetinde şahin kanadın yükselişi bile her iki aktör arasındaki yakınlaşmayı engellememişe benziyor. 18 Ekim tarihinde İran'dan Suudi Arabistan'a ihracatın yeniden başlamış olması ikili ilişkilerdeki en somut iyileşme belirtisi olarak değerlendirilebilir. 2016 yılında Şeyh Nimr el-Nimr'in Suudi makamları tarafından idam edilmesiyle iki aktör arasında tansiyon yükselmiş ve hem ticari faaliyetler hem de diplomatik ilişkiler kesintiye uğramıştı.

İran-Suudi yakınlaşmasının önemli ölçüde küresel ve bölgesel düzlemde yaşanan gelişmelere paralel ilerlediği söylenebilir. Küresel düzlemde yaşanan en önemli gelişme ABD'nin Körfez güvenlik mimarisindeki rolünü azaltma girişimleri iken bölgesel düzlemde yaşanan en önemli gelişme ise her iki aktörün çıkar ve tehdit algılarında yaşanan köklü değişimlerdir.

Körfez güvenliği sorunu

2010 sonrası dönemde Körfez güvenlik mimarisi köklü dönüşümlere sahne oldu. Bu süreçte yaşanan kaya gazı devrimi ve ABD ve Rusya gibi aktörlerin küresel enerji piyasalarında artan ağırlığı sadece ABD'nin bölge enerji kaynaklarına bağımlılığını ortadan kaldırmakla kalmadı aynı zamanda Körfez ülkelerinin küresel siyasetteki önemini de azalttı. Bu süreçte Çin'in "tehlikeli" biçimde yükselişi ve küresel düzeni kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden düzenleme girişimleri, Batıda Çin'in dengelenmesi gerektiğine yönelik bir yaklaşımı da ortaya çıkardı. ABD'nin 2012 yılında geliştirdiği "Asya Pivot" stratejisi, Çin'in başta Güney Asya bölgesinde olmak üzere küresel düzlemde liberal Batı'nın liderlik ettiği statükoyu değiştirme girişimlerini engellemeye dönük en önemli projeydi.

Joe Biden yönetiminin girişimleriyle 2021 yılı Eylül ayında kurulan Avustralya-İngiltere-ABD arasında nükleer işbirliğini de içeren AUKUS Paktı, Barak Obama döneminde geliştirilen Pivot stratejisinin, Obama'nın başkan yardımcısı Biden tarafından hayata geçirilmesini simgelemektedir. Bütün bu gelişmelerin Körfez bölgesindeki aktörler açısından ortaya çıkardığı sonuç ABD güvenlik garantilerinin azalması olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ABD güvenlik garantilerine yaslanarak varlıklarını ve istikralarını devam ettiren Körfez monarşileri ABD'nin güvenlik garantilerini azaltmasıyla artık kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalacaklardır. İran ile Suudi Arabistan arasında demografik, jeopolitik, ekonomik, askeri ve ideolojik unsurlardan kaynaklanan güç asimetrisi, ABD güvenlik şemsiyesinin kapandığı şu günlerde Suudi yönetimini yeni arayışlara zorlamakta. ABD güvenlik şemsiyesinin yavaş yavaş kapandığı bu süreçte Çin'in Körfez bölgesinde oluşan güç boşluğunu doldurma konusundaki hevesi de Suudileri tedirgin eden başka bir gelişmedir. Çünkü eğer Çin yakın zamanda bölge güvenliğinin başat aktörü olursa Suudilerden ziyade İran ile iyi ilişkiler geliştirecektir. Geçtiğimiz haftalarda Çin'in liderlik ettiği Şangay İşbirliği Örgütüne İran'ın tam üye olarak kabul edilmesi, Çin'in, İran ile Suudi Arabistan arasında bir tercihe zorlanırsa İran'ı tercih edeceğini göstermesi açısından önemlidir.

Değişen dengeler

Yukarıda sayılan ve "sistemik" olarak da nitelenebilecek küresel siyasal atmosferde yaşanan uzun vadeli değişimlere ilaveten son dönemde Körfez bölgesindeki bölgesel koşullar ve dengelerde de ciddi bir değişim ortaya çıkmakta. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-Suudi Arabistan rekabeti, Suudi Arabistan'ın Yemen krizinde karşı karşıya kaldığı zorluklar ve İran'ın ekonomik koşullarının dayanılmaz derecede kötüleşmesi bölgesel dengelerde köklü değişimleri zorluyor. Arap Baharı sürecinde bölgesel statükonun korunmasındaki ortak çıkara istinaden oluşan BAE-Suudi ekseni son dönemde, her iki aktörün bölgesel alanda giriştikleri rekabetle çatırdamaya başladı. Selman'ın Suudi tahtına otarmasıyla müttefik haline gelen BAE ve Suudi Arabistan'ın ittifak ilişkisi son dönemde rekabete doğru evirilmiş durumda. Yemen meselesinde farklılaşan çıkarlar ile başlayan rekabet ekonomi ve enerji sektörü ile devam ediyor. BAE'nin, Suudilerin güvenlik hassasiyetlerini hiçe sayarak Güney Yemen'de kendi çıkarlarına uygun bir düzen kurma girişimi Riyad'da hayal kırıklığına yol açmıştı. İki aktör arasındaki rekabet 2021 yılı başlarından itibaren ekonomi alanına taşındı. Suudilerin, BAE Serbeste Bölgelerinden gelen ürünlere gümrük vergisi uygulamaya başlaması, Covid-19 gerekçesiyle BAE'ye seyahati kısıtlaması, "Program HQ" ile genel merkezlerini BAE'den Suudi Arabistan'a taşımayan şirketleri Suudi kamu ihalelerinden dışlama girişimleri, yeni bir hava yolu şirketi kurmak suretiyle BAE'nin Emirates şirketi ile zorlu bir rekabeti başlatması iki aktör arasındaki rekabetin ekonomi sahasındaki en önemli yansımalarıydı. Bu girişimler ile Suudi yönetimi Dubai'nin, bölgenin ekonomik ve diplomatik merkezi olma statüsünü zayıflatmak istemişlerdi. Bu gelişmelere ilaveten son OPEC toplantısında ortaya çıkan her iki aktör arasındaki rekabet, gerginliğin enerji piyasalarının denetimi üzerinden devam ettiğini ortaya koydu.

Suudilerin BAE ile girdikleri ekonomi alanındaki bu rekabetin İran-Suudi yakınlaşmasına zemin hazırlayan önemli bir gelişme olduğu söylenebilir. Çünkü hâlihazırda BAE, İran'ın en büyük bölgesel ticari partneri durumundadır ve İran en çok ihracatı BAE'ye yapıyor. İran'ın BAE'ye olan ihracatının İran'ın Çin'e olan ihracatı olduğu bilinen bir gerçek. Yaptırımlar sebebiyle Çin'e ihracat yapamayan İran ürünlerini önce BAE'ye gönderiyor ve oradan İran malları Çin'e yeniden ihraç ediliyor. İlk olarak; Suudiler, BAE'nin İran-Çin ticaretinde elde ettikleri pastaya göz dikmiş durumdalar. Geçtiğimiz hafta başlayan Suudi-İran ticaretiyle muhtemeldir ki İran'dan Çin'e giden ürünler sadece BAE kanalından değil Riyad kanalından da gidecektir. İkinci olarak; OPEC toplantısında Suudi liderliğine BAE'nin meydan okuması Riyad'ı enerji alanında yeni angajmanlar oluşturarak BAE'yi dengelemeye zorluyor. Nitekim İran-Suudi görüşmelerinde Suudi Arabistan'a yemen kaynaklı saldırıların durdurulması karşılığında İran petrolünün Suudi kanalları kullanarak satılmasının görüşüldüğü basına sızmıştı. Son olarak da Suudiler İran ile yakınlaşmak suretiyle Yemen kaynaklı saldırılardan da korunmak istiyorlar. Bu durum İran'ın, nükleer silah ve Yemen krizini, bölgesel hedeflerini gerçekleştirmek için baskı unsuru olarak kullanma konusunda başarılı olduğunu ortaya koymakta.

Meselenin İran açısından görünümü ise oldukça farklı. İran kendisine uygulanan yaptırımlar sebebiyle ekonomik alanda zor günler geçiriyor. Cumhurbaşkanlığına yeni seçilen İbrahim Reisi'nin yeni bir hikaye yazmak gibi bir zorunluluğu bulunuyor. İran'a uygulanan uluslararası baskıyı hafifletmenin en kestirme yolu bölgesel aktörler ile girişilen rekabeti sonlandırmak en azından ılımlı bir siyasal atmosferin oluşumunu sağlamaktır. Çünkü İran 2006 yılındaki İsrail-Hizbullah savaşından bugüne bölgede çok yüksek maliyetli bir vekâlet savaşı sürdürüyor. Bu savaş, İran'ın ulusal refah ve kalkınma için harcaması gereken kıt kaynaklarını tüketiyor. Her ne kadar İran rejimi, nükleer faaliyetlerle ve bölge genelinde Şii nüfus üzerindeki politik ve ideolojik nüfuza dayanarak sürdürülen vekalet savaşlarıyla övünse de ağırlaşan ekonomik koşullar rejimin içerideki meşruiyetini zayıflatıyor. Bugünlerde Tahran'ın barışçıl bir bölgesel atmosfere olan ihtiyacı İran-Suudi yakınlaşmasının en önemli gerekçelerinden birini teşkil ediyor.

Yeni bir hikaye yazmak

Son dönemde gerçekleşen İran-Suudi yakınlaşmasını küresel ve bölgesel düzlemde yaşanan gelişmelerden bağımsız olarak düşünmek mümkün değil. ABD'nin enerji bağımsızlığı ve Çin'e odaklanma stratejisiyle Körfez güvenliğindeki rolünü azaltma girişimi bölge güvenlik mimarisinde önemli bir güç boşluğuna yol açmıştır. İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç asimetrisi Riyad yönetimini İran ile girişilen jeopolitik rekabeti sonlandırmaya zorluyor. Küresel düzlemde yaşanan gelişmelere ilaveten Körfez bölgesinde BAE ile Suudi Arabistan arasında son dönemde gün yüzüne çıkan rekabet de bu yakınlaşmayı teşvik edici bir unsur olarak sayılabilir. Netice itibariyle uzun yıllardır yüksek maliyetli bir vekalet savaşının tarafları olan İran ve Suudi Arabistan yönetimlerinin kapasitelerini aşırı derecede zorladıklarının farkına vardıklarını söyleyebiliriz. İki aktörün tehdit ve çıkar algılarının bölgesel ve küresel düzlemde yaşanan gelişmelere de bağlı olarak köklü bir biçimde değiştiği söylenebilir. Şayet mümkün olursa, İran-Suudi ilişkilerinin normalleşmesi bölgesel siyasette önemli sonuçlar doğuracaktır.

[email protected]