İran uluslarası sisteme entegre olabilir mi?

Prof Dr. Muhittin Ataman - Uluslararası İlişkiler Uzmanı
12.10.2013

Bölgenin en önemli iki ülkesi olarak İran ile Türkiye arasında ciddi bir karşılıklı bağımlılık söz konusu. Bu iki ülke olmadan bölgesel istikrarın sağlanması mümkün değildir. Ekonomik kalkınması/büyümesi ile askeri ve siyasal gücüyle bölgede düzen kurucu bir rol oynamak isteyen Türkiye, İran’la rekabetini iyi yönetmek zorundadır.


İran uluslarası sisteme entegre olabilir mi?

Birleşmiş Milletler'in (BM’nin) yıllık Genel Kurul toplantısına katılmak için ABD’ye giden İran Devlet Başkanı Hasan Rohani, göreve başladığından bu yana uluslararası sistemle ve dolayısıyla bu sistemin en önemli aktörü olan ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerle gerginliği azaltmak için çaba harcamaktadır. Reformistlerin desteğiyle seçimleri kazanan Rohani, İran’ın giderek zayıflayan itibarını geri getirecek tedbirler almaya çalışmaktadır. Bölgede yumuşak gücünü (soft power) kaybeden İran, sert gücünü (hard power) de kaybetmeye başlamıştır. İvmeyi kendi lehine çevirmek için Batı'yla ilişkilerin geliştirilmesi bunun bir gereği olarak okunmalıdır.

11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin İslam Dünyası’na bakışında dramatik bir değişim yaşanmıştı. ABD ve Batı 1979 İran İslam İnkılabı’ndan sonra Şiiliği ötekileştirmiş iken, 11 Eylül olayları sonrasında Vahhabiliği ötekileştirmeye başlamıştır. Bundan dolayı, Afganistan ve Irak işgallerinden sonra Ortadoğu’da en karlı çıkan ülkelerden biri İran olmuştur. Öyle ki siyaset bilimciler bölgede bir Şii hilalinin ortaya çıktığı yönünde analizler yapmışlardır. Ancak 2010 yılında başlayan Arap devrimleri süreciyle birlikte İran, bölgede sıkıntılar yaşamaya başlamıştır. Devrimlerin ilk zamanlarında "İslam devrimi" retoriğini kullanarak yaşanarak gecikmiş bir ‘devrim ihracı’ ve ‘devrim taklidi’ olduğunu iddia etmiş, ancak devrim dalgasının uzun süredir en önemli bölgesel müttefiki olan Suriye’ye sıçramasıyla birlikte bu duruştan vazgeçmiş ve neredeyse devrim söylemine tamamen zıt bir siyaset geliştirmiştir. İran Yönetimi Arap devrimlerinin kendileri aleyhine bir bölgesel sistem gerektirmiştir. Bunun üzerine de İran, bölgesel ve küresel ülkelerle ilişkilerini yeniden tanımlamak zorunda kalmış, değişimci bir ülkeden statükocu bir ülkeye dönüşmüştür.

Rejimin değişme kabiliyeti

Obama-Rohani görüşmesi İran’ın reelpolitik temelli pragmatik dış politikasının bir gereğidir. İran’daki söylem ve siyaset değişikliğinin ve İran’ın ABD ile ilişkilerini geliştirmek istemesinin birden çok nedeni bulunmakta. Biz burada bunlardan bazılarını analiz etmeye çalışacağız. Öncelikle İran iç siyasetinde iki belirgin çizgi bulunmaktadır: Muhafazakarlar (statükocular) ve reformistler (değişimciler). Batı karşıtı muhafazakarların aksine Rohani’nin temsil ettiği reformist kesim Batı ile ilişkilerin geliştirilmesinden ve uluslararası sistemle entegre olmaktan yanadır. İktidara geldikten hemen sonra sistem içinde kalarak bölgesel bir konum elde etmek istemektedir. Obama ve Rohani arasındaki mektuplaşma ve telefon görüşmesi ile ilk somut adım atılmış bulunmaktadır. 

İkinci olarak, İran, Arap devrimlerinin Suriye’ye ulaşmasından sonra ciddi şekilde endişelenmeye başlamıştır. İslam İnkılabından bu yana bölgede İslami İran’ın en yakın ve istikrarlı müttefiki Suriye olmuştur. Suriye, hemen bütün Arap ülkelerinin Saddam Irakı’nı desteklediği İran-Irak Savaşı boyunca İran’ı desteklemiştir. Suriye’deki Arap milliyetçisi Baas iktidarı, milliyetçiliğini göz ardı etmiş ve Baasçı Saddam’a karşı çıkmıştır. Suriye iç savaşı sırasında da Esad rejiminin yanında yer almıştır. Esad rejimini, bölge siyasetinin merkezinde gören İran, Suriye konusunda Batılı ülkelerin kayıtsız politikalarından istifade etmiş ve ABD’ye yakınlaşma ihtiyacı hissetmiştir. 

İran'ın dayanma gücü

Üçüncü olarak, Suriye iç savaşında Esad rejimine yaptığı ekonomik yardımlar dolayısıyla zaten ambargo yüzünden sıkıntılı ekonomisine büyük bir ilave yük getirmiştir. Şu ana kadar binlerce askerini Suriye’ye gönderen İran’ın bu ülkeye yaklaşık 20 milyar dolarlık ekonomik yardım yaptığı iddia edilmektedir. Tahran Yönetimi, zayıflayan ekonomiyi yeniden güçlendirmek maksadıyla Batı'yla ilişkilerini geliştirmek zorundadır. İran, Suudi Arabistan kadar zengin bir ülke değil, dolayısıyla uzun süre bu ekonomik maliyete katlanması beklenmez. 

Dördüncü olarak Batı, ABD, İsrail, emperyalizm karşıtlığı üzerinden Müslüman dünyanın sempatisini ve desteğini kazanan İran, Suriye’de yaklaşık 120 bin insanını katleden Esad’ın yanında yer almasıyla ciddi bir meşruiyet krizine girmiştir. İran yeniden söylemsel üstünlüğü yakalamak ve meşruiyetini geri kazanmak için Batı'yla ilişkilerini geliştirmek durumundadır. Beşinci olarak, 11 Eylül sonrasında Vahhabiliğin ve el-Kaide çizgisindeki İslamcı anlayışın ötekileştirilmeye başlanması Şiiliği ve dolayısıyla İran’ı daha katlanılır kılmıştır. Şiilik, Batılılar tarafından daha az tehditkar bir anlayış olarak algılanmaya başlanmıştır. Bundan dolayı da İran, Batı'yı daha az ötekileştirmeye başlanmıştır.

Türkiye'ye etkileri 

ABD-İran ilişkilerinin gelişmesi Türkiye’nin zararına değil, bilakis lehine bir durumdur. Çünkü Türkiye, son zamanlara kadar, ambargo uygulanan İran’la iyi ilişkilere sahip olduğu için Batılı ülkeler tarafından cezalandırılmak istenmiştir. Batılı ülkeler Türkiye’nin İran ile ilişkilerini hep eleştirmişlerdir. Dolayısıyla İran’ın Batıyla ilişkilerini geliştirip uluslararası sistemin ‘normal’ bir üyesi olursa bundan Türkiye de istifade edecektir. İkinci olarak, bölgesel istikrara katkı sağlayan her gelişme Türkiye’nin lehine olur. ABD-İran ilişkilerinin normalleşmesi Ortadoğu siyasetinin de normalleşmesi olacağı için Türkiye bundan kazanç sağlayacaktır. 

Üçüncü olarak, İran’ın Batı'yla ilişkilerinin iyileşmesi, İran’ın Körfez ülkeleri başta olmak üzere diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerinin de iyileşmesini beraberinde getirecektir. Yani, İran’ın bölgesel siyasetinin normalleşmesine de katkı sağlayacaktır ki bu da Türkiye’nin hem İran hem de Körfez ülkeleriyle yapıcı ilişkiler geliştirmesine imkan sağlayacaktır. 

Dördüncü olarak, bölgenin en önemli iki ülkesi olarak İran ile Türkiye arasında ciddi bir karşılıklı bağımlılık söz konusu. Bu iki ülke olmadan bölgesel istikrarın sağlanması mümkün değildir. Ekonomik kalkınması/büyümesi ile askeri ve siyasal gücüyle bölgede düzen kurucu bir rol oynamak isteyen Türkiye, İran’la rekabetini iyi yönetmek zorundadır.