İrtica haberleri hız keserken…

Taceddin Ural / Gazeteci-Yazar
17.06.2017

Yıllar boyu, dine müteallik haberden sadece İslam’a saldırıyı anlayan basının bilindik Ramazan refleksleri azalıyor. Halk artık Yeni Türkiye’yi okuyamayanları her şekilde mahkûm ediyor. Basının önemli bir bölümü de bu gerçeği anlamış olmalı ki, bu yıl irtica haberleri ihmal edilebilir boyuttaydı.


İrtica haberleri hız keserken…

Necip Fazıl Kısakürek, Türk basınının manevî değer karşıtı tutumundan bahsederken, “Bütün kabahat; millet, küfür dururken Allah’a inanmakta, madde dururken ruhu benimsemekte” diye yazmış Rapor’larının birinde. Üstad’ın 40 yılı aşkın bir süre önce – Ramazan ayındaki kimi yayınlar vesilesiyle - şikâyet ettiği bu tutum, gerçekten de ana akım basının uzun süre benimsediği bir duruştu. Türk basınının mazisine bakıldığında, milletin değerleriyle en hafifinden “didiştiği” bir sır değil. Gerek Tanzimat, gerek Meşrutiyet, gerekse Cumhuriyet döneminde -en basit tanımıyla- Batı hayranı sektör mensupları, bulundukları mevkuteleri dinî/ İslamî değerlere karşı konumlandırdılar. “İrtica haberleri” her zaman yazı işlerinin gözde haberlerinden oldu.

Basındaki hem “manevî unsur yoksunluğu” hem de daha kötüsü “manevî unsurlara karşıtlık / düşmanlık”, daha ilk günlerden itibaren çok sertti. Meselâ; Kılıçzade Hakkı, “Dinler çıkar için çıkartılmış şeyler” derken, Necmeddin Sadak ise toplumun sonunda dinsizlikle buluşacağını savunuyordu. Ziya Gökalp, Durkheim’in “millet tanrıdır” düşüncesini savunuyor, Hüseyin Cahit Yalçın, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Mirac mucizesi için “Sahih-i Buharî’deki mirac hikâyesi bir yalancılık ve ahmaklık şaheseridir” diyebiliyordu.Yine; “Nenemin kartvizitiyle Cennet’e girdim” diyen Hüseyin Cahit Yalçın, “Kokuşan bir şey dirilemeyeceği için yeniden dirilme olmayacaktır” diye yazan Celal Nuri İleri, “Tesettür, toplumsal yaralarımızın üzerindeki iğrenç bir sargı bezidir” satırlarıyla Necmeddin Sadak, “Bir Fransız âlim, ‘İslâm dünyası nasıl kurtulur?’ sorusuna, ‘Kur’an’ı kapa, kadınları aç’ diyerek veciz bir cevap vermiştir” diyen Abdullah Cevdet… Uzatmak gereksiz. Üzüntü ve öfkesini katlamak isteyenler, Dr. Ahmet İshak Demir’in, Cumhuriyet Dönemi Aydınlarının İslâm’a Bakışı ile fakirin Medyatik Kuşatma isimli kitaplarına göz atabilirler. Bütün bu problemli ifadelerin sahiplerinin, Türk basının omurgası isimlerden oluşması, “temel” hakkında bir fikir veriyor. O yıllarda işlenen cinayetin vahametini şuradan anlamalı ki, bütün bu küfürnameler, bazısı Osmanlı’nın son dönemlerinde ama en çok da 1925’lerde, 1930’larda, “İslâmî hassasiyet”in bugünlerle asla kıyaslanamayacağı kadar yoğun olduğu günlerde yayınlanıyordu. Halkının değerleriyle kavgalı;üstelik bu kavgayı, “asgarî bir nezaket”le yapma ihtiyacını bile hissetmeden, kurulabilecek en âdî cümleler üzerinden yapan bir yapı vardı Türk basınında.

Cumhuriyet’in 1930’lu, 40’lı yılları, idarenin mantığıyla basının mantığının birebir örtüştüğü yıllardı. Demokrat Parti iktidara gelip, Tek Parti Yönetimi’nin ağır havası dağıldığında ise yönetimdekilerin, milletin kimi isteklerini yerine getirmesi, basındaki “bu damar”ı rahatsız edecekti. O günlerde, bu tür yayınlara karşı milletin değerlerinin savunan mevkuteler de görülmeye başlanacaktı. “Aşk şiirlerinin unutulmaz şairi” Orhan Veli, ideolojik alanda ise hiç de naif bir şair görüntüsü vermiyordu. Orhan Veli DP döneminden şikâyetini, “İlk iş Arapça Ezan, radyoda Kur’an, okullarda din dersi, yeni yapılan camiler, İmam-Hatip kursları, Hac seferleri, din dergileri bolluğu… Hâlâ nasıl anıyoruz Atatürk’ün adını? Utanmıyor muyuz?” satırlarıyla dile getiriyordu. Kanık’ın, bugün de çok “tanıdık” gelen görüşlerinin bir benzerini dile getiren başka isim ise Falih Rıfkı Atay’dı. Radikal laikliğe karşı milletin, milletin özgürlüklerin yanında saf tutan Peyami Safa merhum, Atay’ın bir yazısına, “Dün bir başyazar şöyle buyuruyor: ‘Demokrasiden beri bu tezatlar artıyor. Bir sivil okula karşı yüzlerce hafız okulu’ Gülmeyiniz. ‘Sosyolojik ve Psikolojik Araştırmalar Enstitüsü’ kurulmuş, istatistikler yayınlanmış da bizim haberimiz mi yok? Makale, ‘Bizim medeniyet meselemizin, hukuk meselemizin de üstünde olduğunu’ ispata yeltenerek bitiyor. Yâni, ‘Demokrasiyi şimdilik bir tarafa koyalım ve jandarma dipçiği ile vicdanları susturalım’ demeğe getiriyor. İşte bizim laik vaizler de bunlar” satırlarıyla cevap veriyordu. Aynı yıllarda Aziz Nesin de, “Tatil günleri Ezan okunmasın, Diyanet lağvedilsin” türü tekliflerle çıkacaktı okurlarının karşısına.

Kesintisiz bir misyon: Dine karşıtlık

“İrtica haberleri” içerisinde “Keçi çalan müftü” haberi, hiç şüphesiz başat bir örnektir. Bu “çarpıtma şaheseri”ni merhum Osman Yüksel Serdengeçti, şöyle anlatır: “Cumhuriyet’in birinci sayfasında, ‘Bir müftü keçi çaldı’ başlıklı bir haber vardı. Bu müftü, Reyhaniye Müftüsü’dür. Hâdise tamamen yanlış aksettirilmiştir. Hâkikatte keçiyi çalan müftü değil, müftünün keçisi çalınmıştır. Zavallı hoca, gazeteye tekzip gönderir. Mağrur ve koca Cumhuriyet tekzibi neşretmez. (…) Bu gazetelerde din adamlarımızın adı yobazdır. Allah’ın günü din adamları terzil edilir. Bir takım birikinti türediler, bu vatanı hangi ruhun kurtardığını bilmemezlikten gelirler. Baylar! Yüzde 98’i Müslüman bir memlekette yaşadığınızı unutuyorsunuz. İnkılâpçılık perdesi altında mukaddesatımızla oynuyorsunuz. Ama artık Anadolu insanı uyanıyor. Hizaya gelmenizin vakti çoktan gelmiştir.”

Serdengeçti 1950’lerin sonlarında; insanımızın uyandığından, birilerinin hizaya gelmesi gerektiğinden söz etse de, medyadaki dinî haberlere dair “ısırgan dil”in geriletilebilmesi için takriben 40 yıl daha beklenmesi gerekecekti. O arada, o berbat 70’ler, 80’ler, 90’larda, medya bir inanca ama sadece İslam inancına dair ne görse, kırmızı görmüş boğa kesiliyordu. En basit dinî gerçekler, örfe müteallik toplumsal kabuller, saldırgan ve cahilce bir bakışla haberleştiriliyor, bazen de “sentetik haberler” yayına veriliyordu. Yaşı 25 ve yukarısı olan hemen herkes şu neviiden “haberler”i hatırlar: “Milliler Cuma Namazında / Hacc’da Ahiret Soruları: Kutsal topraklarda görev yapmak isteyen doktorlara namaz ayetleri soruldu/ İmamlara iman şartı: “İmanlı” imam aranıyor/ O kolejin tamamı türbanlı/ Otobanda Namaz: TEM’deki yol kapanınca bir yolcu ikindi namazını böyle kıldı/ Mini eteklilere kezzap atıyorlar/ Sol elle yemek yemeyin fetvası / Hac bu sene de Kurban’a denk geldi/ Merkez Bankası’na mescit/ Kamuda türban yasağı deliniyor/ Kaymakamdan camide randevu/ Lisede namaz/ Oruç dayağı/ İBB, tanıtımı türbanla yaptı/ Meclis tuvaletlerinde abdest tartışması/ Cami gibi devlet hastanesi / Çıplak heykeli kaldırın yoksa taşlarız/ 23 Nisan’da Kuran okuma yarışması/ Mini etekli kızı diri diri yaktılar.”

Ülkedeki yaygın inançla sorunlu basın 

İşte, Eski Türkiye’nin bütün pejmürdelikleri basında da bu haliyle var olacak hatta belki de birçok defo, basın öyle olduğu için Eski Türkiye’de yer alacaktı. Sonuçta koca bir ülke, krizlerle boğuşa boğuşa 90’ların sonuna tık nefes bir halde gelecek, takvimler 2002’yi gösterdiğinde ise millet, “Yeter artık” diyerek, müesses nizamdan saydığı pek çok siyasi partiyi sandığa ve tarihe gömüp, AK Parti’yi iktidara getirecekti. O tarihten sonra da Türkiye’de artık hemen hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bugün, geriye doğru bakınca, basının bu 15 yılda mezkur habercilik tarzından nispeten uzaklaştığı söylenebilir. Dine karşı inadî tutumunu sürdüren bazı basın kuruluşları hala var ama medyanın genelinde böyle bir damar artık pek yok.Türkiye’de kendisini, en geniş tabiriyle “muhafazakâr” olarak tanımlayan bir kitle, hem de bir partiyi 15 yıldır kesintisiz iktidarda tutacak büyüklükte bir kitle var. Topluma hitap eden hiçbir kurumun, bu kitlenin isteklerine gözünü kapama lüksü yok. İşbaşındaki iktidarın özgürlüklerin önünü açan tutumu, her türlü iletişimi ucuzlaştırıp, kolaylaştırıp demokratik kılması, toplamdaki huzur, güven, ekonomik refah ve istikrar, bu kitleye özgüven verdi/ veriyor. İnancına bir saldırı görürse o yayını azlığa, yokluğa mahkûm ediyor, şahsi sosyal hesabından hesap soruyor, kampanyalar düzenliyor, yargıya başvuruyor.

Siyaset, ekonomi, basın; hangi alanda olursa olsun Yeni Türkiye’yi okuyamayanlar arkaik kalmaya mahkum. Sevindirici olan şu ki, basının önemli bir bölümü de bunu anlamış görünüyor. Anlamış olmalı ki, bu Ramazan’da “irtica haberleri” ihmal edilebilir boyuttaydı. İnşaallah daha iyisi de olacak. Medyada sayıları hiç de az olmayan dine lakayt, mesafeli, soğuk duranlar, hatta yekten inanmayanlar bile milletin inançlarına saygı duymayı öğrenecek. Cümleyi “Hatta her türlü inanca saygı” diye de bitirmeliydi belki de ama biliriz ki, ‘medya esnafı’nın çoğunluğunun sorunlu olduğu neredeyse tek inanç bu topraklardaki yaygın inançtır.

[email protected]