İş birliği önündeki en büyük engel Yunan paranoyası

Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
8.10.2021

Pandemi koşullarında ekonominin kötüye gittiği bir ortamda Yunan hükümetinin borçlanarak silahlanmaya başvurmasının mantıklı bir izahı yok. Sadece son iki yılda Fransa'dan satın alınan savaş uçakları ile fırkateynlere ödenen paranın tutarı 5 milyar avronun üzerinde. Bu bedel, Yunanistan'ın Türkiye karşısında içine girdiği kısır döngünün ve kendi yarattığı paranoyanın bir yansıması.


İş birliği önündeki en büyük engel Yunan paranoyası

Türk-Yunan ilişkileri üzerine kafa yoran her uzman iki ülke arasındaki sorunların bir kördüğüm halini aldığını rahatlıkla tespit eder. Bazı istisnai dönemler hariç genelde iki ülke arasındaki ilişkiler kötü bir seyir takip etmiştir. Bunun temel nedeni güncel ilişkilere bile tarihin yön vermesidir. Özellikle Yunanistan tarafına bakıldığında, ilköğretimden yükseköğretime kadar geçen tüm eğitim süreçlerinde bilinçli ve sistematik bir "Türk düşmanlığı" göze çarpar. Yine üstü örtük bir şekilde ders kitaplarında İzmir ve İstanbul'un "Yunan olduğuna" dair bir algı çalışmasının yer aldığı fark edilir.

'Kendi şehrimizde kazandık'

Nitekim İstanbul'da oynanan Fenerbahçe-Olympiakos maçının ardından "İstanbul'da, kendi şehrimizde kazandık" ifadesini kullanan Olympiakos Başkanı Evangelos Marinakis'in bu cüretkâr açıklaması, Yunanistan'da verilen eğitimin somut bir dışavurumudur. İstanbul'un fethinin üzerinden 568 yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu şehir üzerine hayaller kurulup planlar yapıldığını birçok uluslararası kampanyada da görmek oldukça mümkün.

Ermeniler de destek veriyor

Bunlar içerisinde en bilineni, "Make Istanbul Constantinople Again." Bu kampanyanın taraftarlarının amacı, İstanbul'u yeniden Konstantinopolis yapmak. İşin dikkat çekici yanı, bu kampanyaya Ermeni diasporasının ve Amerika Ulusal Ermeni Komitesi'nin (ANCA) destek vermesidir. Yunan ve Ermeni diasporasının Türkiye'ye karşı birlikte hareket ettiklerini bilmeyen yoktur. Her ikisi "Ermeni Soykırımı İddiaları", "Kıbrıs", "Karabağ" ve "Pontus Soykırımı İddiaları" üzerinden ortak birçok faaliyet yürütmekte ve propaganda yapmakta. Uluslararası hukuk nazarında tepki çekmemek için her iki lobinin yürüttükleri kampanyalara, "İstanbul", "Batı Anadolu", "Batı Ermenistan (Anadolu)" ve "Ayasofya" gibi konuları yukarıdaki başlıklarla manipüle ettikleri görülebiliyor.

Yunanistan'da okullarda, kiliselerde, stadyumlarda ve kışlalarda işlenen Türk nefreti aslında iki ülke arasındaki iyi komşuluk ilişkilerini tıkayan en önemli mesele. Bu vaziyet Türk-Yunan ilişkilerine "sıfır toplamlı oyun" şeklinde bir yansıma sağlıyor. Buna göre aynı anda iki ülkenin kazanma şansı yoktur. Birinin kaybı diğerinin kazancına eşittir. Fark edileceği üzere Yunanistan'da beslenen büyütülen Türk nefreti tüm Helen dünyasında karşılık buluyor ve Türkiye'yle ilişkilerin bozulmasına neden oluyor. Bu nefret tek başına, tüm iş birliği olanaklarını ortadan kaldırmaya yetiyor. İlginç olan Türkiye'yle ilişkili her şeye yönelik bir nefretin varlığı. Mesela Yunanistan'ın 1924 yılında kurulan köklü ve büyük spor kulüplerinden AEK'nın (Athlitiki Enosis Konstantinopoleos-İstanbul Spor Birliği) birçok kez haksızlığa uğramasının köklerinde yine bu nefreti görmek mümkün. Zira AEK, İstanbul ve Anadolu'dan gelen Rumların Atina'da kurduğu bir kulüptü ve bu bağlarından ötürü Türkiye'ye diğer fanatik kulüpler gibi nefretle yaklaşmıyordu. Bundan dolayı spor kulübü ve taraftarlarının birçok kez ayrımcılığa ve aşağılanmaya maruz kaldığı bilinmekte.

Kaybetme korkusu

Yunan hükümetleri için Ege adaları oldukça önemli. Özellikle Anadolu'ya yakın olanlar. Bu yüzden bu adalarda yaşayan vatandaşlarına özel önem veriyor ve onları adada tutmak için değişik teşvikler uyguluyorlar. En büyük endişeleri buralarda yaşayan insanların Türkiye ile entegre olması. Zaten adalarda yaşayanların Anadolu ile devam eden bir bağları var. Adalardaki Anadolu mübadillerinin varlığı iki yaka arasındaki ilişkilere süreklilik katan en önemli unsur. Fakat bu tablo Yunanistan'da iki ülke arasındaki ilişkiler açısından bir fırsat yerine bir tehlike olarak görülüyor. Nitekim adalarda mukim Yunanlıların Yunan anakarasından ziyade Anadolu ile yakın bir ilişki içerisinde olduğu biliniyor. Alışverişten sağlık hizmetlerine kadar birçok gündelik ihtiyacın Anadolu şehirlerinden sağlanması, Yunan hükümetlerini ürkütüyor. Öyle ki Yunan hükümetleri adalarla hava ve deniz ulaşımında, uçakların ve gemilerin karlılık durumuna bakmadan düzenli seferler düzenlemesi, söz konusu kaygının giderilmesine yönelik alınmış bir tedbir olarak düşünülebilir. Diğer taraftan ise Türk turistlerin adalara yönelik artan ilgisi yine Atina'nın yakın merceğindeki bir başka konu. Pandemi öncesinde her yıl yaklaşık yarım milyon Türk turistin adaları ziyaret ettiği biliniyor. Hem sayıca hem de harcamalar bakımından diğer turistlerden üstün olan Türk turistler ada halkının neredeyse velinimeti. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde adaların Anadolu'ya yakınlığı, demografik üstünlük, iktisadi bağımlılık ve beşerî yakınlık gibi unsurlar adalarda Türk sempatizanlığının artmasına yol açan faktörler olarak göze çarpıyor. Yunanistan'ın adalar üzerinden sürekli kriz çıkarmasının, adalar üzerinden milliyetçilik üretmesinin ve adalar üzerinden savaş çığırtkanlığı yapmasının bir nedeni de yukarıda bahsi geçen bağımlılık ve sempatizanlıktır. Söz konusu bağımlılığı, entegrasyonu ve sempatizanlığı ortadan kaldırmak ve bu sayede adada yaşayanlara kırmızı çizgilerini hatırlatmak, Yunan hükümetlerinin en dikkat ettiği stratejilerden biridir. Yunanistan'ın bu hususta kendi soydaşlarına yaptığı baskının bir benzerini fakat daha ağırını Batı Trakya ve Oniki Ada Türklerine yaptığı görülüyor. Ege adalarında yaşayan Müslüman Türkleri yürüttüğü baskı ve zulüm politikalarıyla zaman içerisinde göçe zorlayan Yunan hükümetlerinin benzer tutum ve davranışları Batı Trakya'da da tatbik ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Buradaki amaç, yine Türkiye'yle soy ve inanç üzerinden kurulabilecek bağları ortadan kaldırmaktır.

Rakip bile olamaz

Türkiye ile Yunanistan arasında yarım asrı aşan bir süredir devam eden siyasi rekabette Yunanistan Türkiye'ye rakip olamayacak düzeyde geri kalmıştır. 1950'li yıllardan itibaren iki ülke arasındaki veriler mukayese edildiğinde bu fark rahatlıkla görülebilir. Özellikle 2000'li yılların başlarından beri Türkiye'nin yakaladığı ivmeyle Yunanistan'a uzun süre kapatamayacağı bir fark açtığı biliniyor. Ekonomik kalkınma, beşerî büyüme ve savunma sanayisinde atılan adımlar Türkiye'yi bölgesel bir güç haline getirirken Yunanistan'ın Avrupa Birliği'nde ekonomisi en kötü ülkeler arasında yer alması, Atina'nın yaşadığı en büyük psiko-politik kriz olarak yorumlanabilir. 2018 yazında sona eren 8 yıllık kurtarma programına rağmen, Yunanistan kamu borçlarının en yüksek olduğu ülkeler arasında bulunuyor. Hükümetlerin ekonomik krizi yönetmedeki başarısızlığı örtmek amacıyla dış politikaya ağırlık verdiği ve böylelikle Doğu Akdeniz, Kıbrıs, "Pontus Soykırımı İddiası" ve Ege Denizi gibi konularda kriz çıkarmayı tercihe yöneldiği söylenebilir. Fakat rasyonel olmayan bu tercih, Yunan kamuoyunda ekonomik sıkıntıyla beraber ruhsal çöküntüyü de tetikledi. Nihayetinde Yunan hükümetleri, kamuoyunda azalan güven duygusunu artırabilmek maksadıyla bu defa Türkiye'ye karşı bir silahlanma yarışına girdiler. Pandemi koşullarında ekonominin kötüye gittiği bir ortamda Yunan hükümetinin borçlanarak silahlanmaya başvurmasının mantıklı bir izahı görülmemektedir. Sadece son iki yılda Fransa'dan satın alınan savaş uçakları ile fırkateynlere ödenen paranın tutarı 5 milyar avronun üzerindedir. Aslında bu bedel, Yunan hükümetlerinin Türkiye karşısında içine girmiş oldukları kısır döngünün ve kendi yarattıkları paranoyanın bir yansımasıdır.

Bizans taktiği

Geçmişte ve günümüzde İstanbul'un Fethi üzerine yapılan tartışmalarda Bizans'ın yardımına gidilmediği için Türklerin şehri ele geçirdiğini iddiaları önemli bir yer tutar. Bu iddiaya göre İstanbul'un kaybedilişinde Avrupa'daki Hristiyan devletleri suçludur. Buna benzer bir suçlama Kıbrıs Barış Harekatı'nda da görülür. Yine Avrupalı devletler ve Amerika, Türkiye'ye müdahalede bulunmamakla itham edilir. Bugün de Yunanistan'ın Doğu Akdeniz krizinde her iki söylemden ilham alarak hareket ettiği anlaşılıyor. Buna göre, "Yunanistan tarihte olduğu gibi yine saldırgan Türkler karşısında yalnız bırakılıyor." Haliyle bu yaklaşım, bir taraftan İstanbul'un Fethi'nden beri süregelen nefreti körüklerken diğer taraftan Megali İdea düşüncesini hortlatarak Türk-Yunan ilişkilerine zarar veriyor ve iş birliği kapılarını bir bir kapatıyor. Sonuçta bu nefret söylemi marjinal düşüncelerin meşrulaşmasına, şiddet olaylarının artmasına neden oluyor. Yabancı düşmanlığı ve İslamofobi gibi çağımızın bağnaz ayrımcılıklarını da beslemekten geri kalmıyor. Öyle ki bu öğretilmiş ve şartlandırılmış davranış biçimi, geçtiğimiz haftalarda New York'ta Türkevi'nin açılış törenine iştirak eden Türkiye asıllı Amerika Rum Ortodoks Başpiskoposu Elpidophoros Lambriniadis'e gösterilen tepkide bir kez daha açığa çıkmıştır. Açıkçası bu zihniyet, 19 ve 20. yüzyıllarda neredeyse ideolojik bir saplantıya dönüşen, "ne Avrupa'da ne de Ön-Asya'da tek bir Türk kalmasın" şeklindeki siyasi düşüncenin yeniden hayat bulmuş halidir.

Sonuç itibariyle Atina'nın her yönüyle büyüyen Türkiye'yi kendisine bir tehdit olarak görmesi ve buradan paranoyak çözümlemeler çıkarması, Yunanistan'a zarar veren bir davranış biçimidir. Yunan hükümetlerine bu noktada düşen vazife ülkelerini Türkiye'yle sürdürülebilir bir iş birliğine hazırlamak ve bu bağlamda nefret dolu paranoyak söylemlerden kaçınmaktır. Doğu Akdeniz ve Ege Denizi'nde her iki ülke ortak projeler geliştirerek oradaki zenginlikleri birlikte kullanabilirler. Atina, Türkiye'yi Doğu Akdeniz ve Ege'de haksız ve saldırgan; Kıbrıs Türklerini de Kıbrıs'ta siyasal açıdan azınlık gören bir bakış açısıyla bir arpa boyu yol alamayacağını artık görmelidir. Aksi halde Atina'da iktidara gelen tüm siyasi partiler Türkiye'ye karşı bitmek bilmez bir güç ve güvenlik mücadelesine mahkûm bir söylemin esiri olmayı sürdürecekler ve bu doğrultuda Yunan halkından topladıkları vergileri Türk-Yunan geriliminden beslenen uluslararası silah tüccarlarına kaptırmaya devam edeceklerdir.

[email protected]