“Teröristlerin çoğu Müslüman’dır” algısı gerçekten uzak: Kuzey Amerika ve AB’de, ‘İslamcılar’, bağımsız akademik araştırmalar, FBI’ın rakamları ve Europol (Avrupa polis teşkilatı) raporları tarafından da doğrulandığı üzere terör saldırılarının yüzde 2’den bile az olan küçük bir kısmından sorumlular. Geri kalanı, yüzde 98 veya daha fazlası, yani neredeyse tamamı, gayri Müslimlerce işlenmiş. Başka bir deyişle, genelde terör özelde de “cihatçılık”a dair gerçekler, kamusal söylem ve algılarımızın tam tersinde duruyor.
Alain Gabon / Yazar
ABD’den Rusya’ya, Kanada’dan Fransa’ya tüm Batı dünyasında teröre dair üç fikir bir araya gelmekte: 1- Terör insan hayatına karşı en büyük tehditlerden biridir. 2- Bu bela hiç bu kadar büyük olmamıştı ve giderek artıyor. 3- Birçok terörist, potansiyel veya halihazırda, Müslüman’dır (“İslamcı”, “cihatçı”).
En çok pekişmiş olan son görüş, İslam’ın Batı’da halihazırdaki olumsuz imajını daha da kötüye götürüyor. Tarihsel olarak Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile en hafif tabirle gergin olarak nitelenebilecek ilişkiler, Ortaçağ Haçlı Seferleri ve (ABD’nin büyük ölçüde Avrupa’dan miras aldığı) sömürgecilik döneminde oluşan genel kültürel arka plan, eski ön yargılar, olumsuz önyargılar, medya ve siyasette tüm kanıtlar tersini gösterse de bitmek bilmeyen “radikalleşme” tartışmaları sistematik bir biçimde Müslüman karşıtı bir tavır takınılması, elbette 1978 İran Devrimi ve Cezayir’in “Kara 10 Yıl”ına Müslümanları, Müslüman ağırlıklı ulusları kapsayan son dönemdeki jeopolitik olaylar ve IŞİD’in yükselişi birleşerek İslam’ı nefret ve şiddet dini olarak lanse eden zehirli bir imaj oluşturdu.
Bugüne kadar Müslümanlar hala büyük oranda aşırılıkçı, zalim, kadınlarına karşı baskıcı, geri kalmış, güvenilmez ve tehlikeli olarak değerlendiriliyor ve korkuluyor. Bu nedenle ABD, aralarında teröristler olabilir endişesiyle kendi payına düşen Suriyeli/Iraklı/ Afgan sığınmacıları almaya korkuyor.
Yazının başında sıralanan üç görüşle ilgili tek bir sorun var, o da şu: Hepsi bariz bir biçimde ve olgusal olarak yanlış. Ve fakat, bu görüşler ne kadar yanlış olursa o kadar yaygın ve derinlere işler hale geliyor.
İslam ve Müslümanların diğer dinler ve inananlarından veya Marksizm, Komünizm veya ateizm gibi diğer din-dışı ideolojilerden doğası gereği daha vahşi olduğu ön kabulünü destekleyecek ne tarihi ne de güncel herhangi bir kanıt bulunmuyor. Büyük ölçüde ana akım medyanın veya siyasetçilerin söylemleriyle oluşturulan bu popüler mit, hem tarihi kayıtlarla hem de en başarılı akademik araştırmalarla çelişiyor. Örneğin Ortaçağ Haçlı Seferleri ya da Avrupa’nın Afrika’yı, Orta Doğu’yu, Asya’yı sömürgeleştirmesi, Fransa-Cezayir Savaşı (1954-1962) veya Vietnam Savaşı... Tarihin en kötü, kanlı, zalim ve en gelişigüzel toplum kıyımları Müslümanlar tarafından değil, Batılı uluslar ve onların Hıristiyan veya seküler devletleri tarafından gerçekleştirildi.
‘Cihadçı terör’ algısı
20. yüzyılın en korkunç suçları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında, Yahudi soykırımında, Faşizm ve Nazizm sayesinde veya Stalin’in çalışma kamplarından Pol Pot’un Kızıl Kmerlerine ve Mao’nun Çin’ine farklı formlarda ortaya çıkan ateist Marksist-Leninist ideolojiler adına işlendi. Bunların hiçbiri Müslümanlar tarafından İslam adına başlatılmadı ya da gerçekleştirilmedi. Hiçbir Müslüman yoğunluklu ülkede Yahudiler için gaz odaları, ölüm kampları veya krematoryum yapılmadığı gerçeğini ise asla unutmamalıyız.
İkincisi, terörün Batı toplumlarındaki insan hayatına ciddi bir tehdit olduğu bir başka büyük yanılgı ve medya- siyaset kandırmacasının direkt sonucu: Hangi Batılı ülkeyi düşünürsek düşünelim, genel olarak terör ve daha spesifik olarak “Cihatçı” saldırıyla ölümlere sebebiyet verme tehdidi sıralamada en altta geliyor. Araba kazalarından kansere, cinayetlere, aile içi şiddete, kazalara ve şiddet içersin içermesin tüm diğer ölüm sebeplerine baktığımızda aklımıza gelen tüm bu etmenler terörden daha - hem de çok daha- fazla ölüme sebep oluyor.
Bu kaidenin kendisine karşı tek ve en büyük istisnası olan 11 Eylül’ün üzerinden 14 yıl geçti. Gelecek yıllarda 11 Eylül gibi yüzlerce saldırı daha olacağı öngörüsünde bulunarak bize korku aşılayan felaket tellalları ve kamusal korku uzmanlarının tahminlerinin ve bazı yorumcuların bunları destekleyen gülünç gelecek projeksiyonlarının aksine, bu olayın öncesinde veya sonrasında buna yakın bir durum bile yaşanmadı. Batılı toplumlarda ‘cihatçı terör’ çok nadir olarak ölümlere yol açıyor.
Tipik bir örnek olarak Fransa’yı ele alalım. Ocak ayında gerçekleşen Charlie Hebdo saldırısında 17 kişi öldüğü Fransa, İslami terörün en sert vurduğu ülkelerden biri olmasına rağmen, 2001 yılından itibaren, 11 Eylül de dahil, ‘cihatçı terör’, Fransa toprakları dışındaki kurbanlar da dahil (büyükelçilik çalışanları, turistler vs.) 14 yılda toplam 101 Fransız’ı öldürdü. Bu da yılda ortalama yedi kurbana denk düşüyor. Şimdi bu sayıyı Fransa’daki yıllık ortalama 682 cinayet kurbanıyla veya aileleri, eşleri veya partnerleri tarafından öldürülen 732 çocuk ve 121 kadın (artı 24 erkek) ile kıyaslayın. Hiçbiri beraberinde bir söylem, özel bir politika, ulusal bir tartışma veya öteki tip ölümler gerçekleştiğinde olduğunda ortaya çıkan hükümet ve medya histerisini getirmedi.
‘Radikal İslam’ paranoyası
Ölüm oranını arttıran daha büyük sebepler terörün rolünü ufaltıyor: ‘Cihatçı terör’ sonucu ölen yılda ortalama yedi Fransız’a karşın vher yıl 500 Fransız boğuluyor, 3.300 tanesi yolda hayatını kaybediyor (yaralılar hariç) ve 20.000 kadarı ev kazalarında telef oluyor, ancak hükümetin ve medyanın dikkatini çekmeyi başaramıyor. Bu olaylar, hükümetin “ulusal güvenlik” bahanesi altında geçirdiği Vatanseverlik Kanunu gibi faşist yasaların kabulünü sağlayacak kadar sansasyonel ve dramatik değiller. Ancak gerçek şu ki; televizyon setleri ve çim biçme makineleri bile Batı’da teröristlerden daha fazla insan ölümüne sebep oluyor.
Kanser gibi daha ölümcül sebeplere gelirsek (ki kanser bir terör saldırısına göre genelde çok daha uzun ve sancılı bir ölümle sonuçlanır), kanserden ölme riskiniz bir terör saldırısında ölme riskinize kıyasla 250.000 kat daha fazla. Günümüz Batılı toplumlarında insan hayatı için gerçek riskler bunlar.
Coğrafi konumuna rağmen Batı dünyasının bir parçası olarak kabul edilen Avustralya’da hükümet, Fransa’yı, ABD’yi ve diğerlerini takip ederek, “radikal İslam” hakkındaki toplu paranoyaya kapıldı ve şimdi yüzlerce milyon doları “cihat karşıtı” planlara ve yeni Vatanseverlik Kanunu tipi takip yasalarına harcıyor, daha doğrusu çarçur ediyor. Ancak rakamlara hızlıca bir bakıldığında görülüyor ki son 15-20 yılda ‘cihatçı terör’den hayatını kaybeden Avustralyalıların yıllık ortalaması sıfır, en kötü yıllarda ise iki. Köpekbalıkları, denizanaları ve şu sevimli ama vahşi kangurular bile “cihatçılar”dan daha fazla insan öldürmüş! Köpekbalıkları için bu sayı yılda ortalama beş.
Sürekli tekrarlanan yanlış
Biraz araştırma yapan ve veri doğrulamakla uğraşan herkesin bildiği ancak medyanın ve durmadan konuşan siyasetçilerin üstünü kapattığı şu olgu ve rakamların sistematik bir şekilde nasıl da terör üzerine yapılan tartışma ve söylemlere dahil edilmediğine bir bakın. Bunun bir sebebi, eğer (olması gerektiği gibi) dahil edilse, pompalanan “cihatçı korku”nun ve kendinden geçmiş siyasetçilerle müttefiki medyanın toplumda oluşturmayı amaçladığı şeyin temelleri sarsılacak. Bu nedenle hükümetlerimizin “terörle savaş” adı altında bize dayattığı izleme, ajanlık faaliyetleri ve baskıcı politikalara dair halk desteğini altını oyabilir.
Zikredilmeyen gerçek şu ki Batı dünyasında ve Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerde “cihatçı tehdit,” medya ve siyasetçiler tarafından pervasızca sansasyonel hale getirilmiş ve toplu bir paranoya noktasına gelecek kadar absürt bir şekilde abartılmış olmasına rağmen, aslında tüm ölüme yol açan sebepler içinde en küçük ve önemsiz olanıdır. Tüm Batılı uluslarda artık sürekli olarak teyit edilen bu gerçek 11 Eylül istisnasının ve onun dünya genelinde sebep olduğu travma yüzünden gizleniyor.
Bir o kadar yanlış, sürekli tekrar edilen başka bir iddia da toplumlarımızda “terör tehdidinin artması.” Oysa durum tam tersi: 1970ler’den bu yana terör saldırıları ve girişimleri hem ABD’de hem de Fransa veya Almanya gibi Avrupa ülkelerinde düştü. Bu gidişat 11 Eylül’den sonra da devam etti ki tekrar etmekte fayda var, 11 Eylül Batı dünyasında ne öncesinde ne de sonrasında benzeri görülmemiş bir istisnadır, ona uzaktan yakından yaklaşan herhangi bir saldırı da bulunmamaktadır.
Son olarak, “toplumlarımızdaki teröristlerin çoğu Müslüman’dır” algısı da gerçekten uzak: Kuzey Amerika ve AB’de, ‘İslamcılar’, bağımsız akademik araştırmalar, FBI’ın rakamları ve Europol (Avrupa polis teşkilatı) raporları tarafından da doğrulandığı üzere terör saldırılarının yüzde 2’den bile az olan küçük bir kısmından sorumlular. Geri kalanı, yüzde 98 veya daha fazlası, yani neredeyse tamamı, gayri Müslimlerce işlenmiş.
Başka bir deyişle, genelde terör özelde de “cihatçılık”a dair gerçekler, kamusal söylem ve algılarımızın tam tersinde duruyor.
NOT: Bu yazı daha önce turkeyagenda.com sitesinde yayınlanmıştır.