Gaspıralı, bilhassa son yıllarda kendisiyle alakalı yapılan daha objektif çalışmaların da teyit ettiği veçhile Türkçülüğe değil, İslamcılığa daha yakın biridir. Ancak onun eserlerinde ifadeye çalıştığı "Türklük" ve "müşterek edebî lisan" tabirleri, hepsi Müslüman olan Türkî topluluklarla alâkadâr olmak ve onları daha kolay anlaşacakları müşterek bir lisana davet etmek, garip bir şekilde "ideolojik Türkçülük" şeklinde telâkki edilmiştir.
Av. İsmail Küçükkılınç / Yazar
Kırım her ne kadar Kazan gibi Rus denizinde bir ada değil ve Kırım Türkleri, Kazan Türkleri gibi tarihin kaydetmekten hicap duyduğu zulümlere maruz kalmamışsa da yine de esaret başlı başına bir felaketti. Kazan mezaliminden gerekli dersleri çıkaran Rus çarlığı, kabul etmek lazımdır ki, Kırım'da daha dikkatli hareket etmiştir. İsmail Gaspıralı işte bu dikkatin doğurduğu, büyüttüğü, tarih sahnesine armağan ettiği silahsız bir kahramandı. Gaspıralı, mevcudiyetin artık silahla ve mukavemetle[karşı koyma]değil mutavaatı (boyun eğmeyi) da mutazammın (içine alan) bir dikkatle temin edileceğini idrak eden biriydi. O, hayali muhal[imkânsız]görmedi ama bazı ateşli ve heyecanlı Kırım Tatar-Türkleri gibi hayatın gerçeklerinden de uzaklaşmadı. O artık Rusyasız bir şey yapılamayacağını kabul etmişti. Gaspıralı, en az ateşli gençler kadar kederliydi ancak onun derdi, bu kederin nasıl azaltılabileceğiyle ilgiliydi. O, hayalle ve geçmişle müteselli olmakla değil, yapılabileceklerle meşgul oldu ve ateşli gençlerin kuvvet ve silah bulsa da asla yapamayacakları şeyleri bu suretle gerçekleştirmiş oldu. Rusya'nın tebaası ve kahir ekseriyeti Türk olan Müslümanları, Rusya rejimine muhalefet ve mukavemet üzerinden değil sükûnet ve teennî[ihtiyatlı, sakin, ilerisini düşünerek hareket etme]silahıyla kaynaştırmayı gaye edindi. Onun bulduğu silah "eğitim" ve "haberleşme" idi. Bunu ise müşterek en üst değer olan İslam'ı merkeze alarak İstanbul Türkçesi ve basın ile tatbik mevkiine koyacaktı. Önce okullar açtı, sonra da çeşitli gazete-dergi ve nihayetinde de Tercüman'ı çıkardı. Onunla maruf[tanınan] ve muttasıf [nitelenmiş] olan Cedidcilik kısaca buydu.
Gaspıralı'da ceditçilik
Gaspıralı'nın alaka ve Ceditcilik programının tatbik sahasının Rusya Türkleri olması bilahare onun Türkçülüğüne hamledilmiştir. Coğrafî, siyasî, konjontürel ve tabiî şartlar gereğince Türkleri merkeze almak behemahal Türkçülük niyet ve düşüncesinden neşet etmez.
Seküler-laik biri olan Cafer Seydamet Kırımer, bizce yanlış bir şekilde "Türkçü" olarak da tavsif ettiği Gaspıralı hakkında, 1934 senesinde yayınladığı Gaspıralı İsmail Bey unvanlı eserinde şunları da yazmaktaydı: "[Gaspıralı]Yukarıda bahsedildiği veçhile 'İslamcı' da idi. Bu, onun Türkçülüğüne mani değildi. 'Darürrahat Müslümanları' kitabı ile de İsmail Bey, şeriat tamam tatbik edilirse garp medeniyetini gölgede bırakacak bir medenî İslam cemiyetinin kurulabileceğini tasvir ediyordu... İslam dünyasının medenî, iktisadî, siyasî perişan vaziyeti hakkında 'Tercüman'da pek çok makaleler yazılmış ve İslam âleminde terakkiye doğru atılan her adımdan mutlaka bahsedilmiştir. Bu yalnız Rusya Müslümanlarını teşvik emelile yapılmıyordu. İslam Kongresi fikri, Hint mektepleri ıslah arzusu hep İsmail Beyin İslamcılık fikrinin neticeleri(y)di. İsmail Bey'in Türkçülüğü İslamcılığile daima yanyana yürümüş ve birbirini itmam etmiştir. Zaten bu devirde yalnız İsmail Bey değil, âlelûmum Şimal Türklerinde ve Türkiye'de Türkçülük İslamcılıkla yanyana yürütülmekte idi... Türkçülüğün Türkiye'de Osmanlıcılığa, Şimalde Tatarcılığa karşı aldığı kat'î ve menfî vaziyet İslamcılığa karşı hatta bugüne kadar dahi tebellür etmemiştir denilebilir. Türkçülük, Osmanlıcılığa ve Tatarcılığa karşı yalnız tarihe ve ilme zıt birer tabir olduklarından dolayı değil, millî birliği yıktıklarından ve millî cereyanın tabiî inkişafını baltaladıklarından dolayı kat'î vaziyet almağa mecburdu. İslamın içtimaî hayatımızda oynadığı role, ananelerimize ve harsımıza girmesine ve dinin milliyetin bir temeli addolunmasına binaen, Türkçüler İslamlaşmağa karşı bir vaziyet almadılar".
Tartışma konusu değil
Kırımer, her ne kadar İslam'ın milliyetin bir temeli olduğu tespitini tüm Türkçülere haml ve atfediyorsa da bunun hakikatte farklı olduğunu da biliyordu. Türkçüler, genelde İslam'ı millet mefhumunun temeli/esası değil, kuvvetli bir unsuru addetmişlerdir ancak İslam'a hürmet noktasında bir iki istisna haricinde terbiyesizliğe, küstahlığa da asla yeltenmemişlerdir. Edige Mustafa Kırmal bile "İsmail Bey'in görüşünde siyasi tezin yerini, programının Türkçülük ve İslamcılık ideleriyle belirtilen ideolojik yönü işgal etmekte idi. Türkçülük idesi onun ünlü 'Dilde, Fikirde, İş'te birlik' şiarında sentezleştirilmiş, İslamcılık görüşü ise bütün Müslüman dünyasının dayanışma prensibi üzerinde kurulmuştu" derken aslında İslamcılık olmadan Gaspıralı'nın anlatılamayacağını kabul ediyor ama İslamcılıkla izahı daha kolay hususları zorlamayla da olsa Türkçülük şeklinde formüle ediyordu. Laik bir Kırım Tatar Türk'ü olan Necip Hablemitoğlu'nun, Gaspıralı İsmail adlı kitabının bir bölümünün başlığı "Gaspıralı İsmail Bey'in İslamcılığı" şeklindedir. Yine laik bir Kazan Tatar Türk'ü olan Nadir Devlet'in kitabının başlığı "Unutturulan Türkçü, İslamcı, Modernist İsmail Gaspıralı"dır. Kısaca isimlerini zikrettiğimiz ve hepsi de laik-seküler olan bu Kırım ve Kazan Tatar Türkleri bile İsmail Gaspıralı için İslamcı sıfatını kullanıyorlarsa ya da kullanmak mecburiyetinde kalıyorlarsa aslında bu, merhumun tartışmasız bir İslamcı olduğuna işaret eder. Gaspıralı'nın eserlerini yayına hazırlayan Yavuz Akpınar da merhumun "İslamcı" da olduğunu yazar. Hâsılı Gaspıralı'nın İslamcılığı tartışma konusu değildir ve bunun aksini iddia edenler ilmî ciddiyetten mahrum, kompleksli insanlardır.
Kabilecilik karşıtlığı
Kazan'da Türkçülük, daha üst bir değer olarak kabul ve müdafaa edilmiştir. Boy ve kabilelerin "millet", lehçelerin de "millî lisan" addedilip tefrikanın[ayrılığın]yaygınlaşması korkusu üzerine kabileciliğe [Tatarcılık, Başkurtluk-Başkırtlık, vs.] karşı Türkçülük akımı gelişmiştir. İslamcıların kahir ekseriyeti, bu meyanda Türkçülüğü savunmuştur. Burada Türkçülük, etnik bir manada değil, "kabilecilik karşıtlığı" manasındadır. Mesela Türkiye'de Turancılık ile itham edilen Zeki Velidi Togan Kazan'da [Kazan'ı tesirinin olduğu geniş bir bölge manasında kullanıyoruz] Başkırtçılık yapan biriydi. Ne yazık ki daha yakın zamana kadar geniş bir çevrede bu kabil Türkçülük, bugünkü manada bir Türkçülük zannediliyordu. İsmail Gaspıralı'nın İslamcılık düşüncesinin tezahürü olan 'Dilde, Fikirde, İşde Birlik' mülahazası da aynı yanlış anlamanın kurbanı olmuştur. Yakın zamana kadar Ali Suavî'nin sarıklı bir laik (hatta yakın sayılabilecek bir tarihte CHP'li Kadıköy belediyesi büstünü bile dikmişti), Namık Kemal'in ulusçuluğun mimarı olarak tanıtıldığı ülkemizde Kazan ve Kırım'daki kabile karşıtlığı manasındaki Türkçülüğün bugünkü manasıyla anlaşılmasına da pek şaşırmamak gerekir.
Gaspıralı, bilhassa son yıllarda kendisiyle alakalı yapılan daha objektif çalışmaların da teyit ettiği veçhile Türkçülüğe değil, İslamcılığa daha yakın biridir. Ancak onun eserlerinde ifadeye çalıştığı "Türklük" ve "müşterek edebî lisan" tabirleri muhtemelen kasten işaret, ihtiva, istihdaf[hedef alma]ve tazammun [kapsama] ettiği mânâ ve gayeden tecrit edilmiş, hepsi Müslüman olan Türkî topluluklarla alâkadâr olmak ve onları daha kolay anlaşacakları müşterek bir lisana davet etmek garip bir şekilde "ideolojik Türkçülük" şeklinde telâkki, tavsif ve tesmiye edilmiştir. Oysa Rusya Türklerini Ruslaştırmak ve Hıristiyanlaştırmak için çırpınan Rus-Ortodoks misyoneri İlminski, Gaspıralı'nın tüm Müslüman Türkleri müşterek lisan yani İstanbul Türkçesi ile konuşturma niyetini, Rusya'nın "böl-parçala-Hıristiyanlaştır" projesinin en büyük engeli olarak görüyordu.
Gaspıralı'nın İslamcılığı aslında muamma değildi. Devrinde bu vasfıyla iştihar etmiştir[meşhur olmuştur]. Ancak pek çok isim gibi onun da bu yönü Cumhuriyet Türkiyesi'nde inanılmaz bir nisyana ya da tahrife maruz kalmıştır. Her ne kadar 1920'lerde bile birkaç kaynakta bu yönü dile getirilmişse de, yine de hep onun hep Türkçü olduğu yazılmıştır. Kimi zaman Türkçülükle İslamcılık birbirine tedahül [girmiş]de etmiş ama Gaspıralı hep Türkçü olarak bilinmiştir. Biz, onunla alakalı yazılarımızda hep millet mefhumuna ve vakıasına getirilen tarif, yüklenen anlam, verilen değer açısından bir tefrike gittik.
Türklük algısı ve kökeni
Gaspıralı'nın niçin laik olmadığını, diğer Türkî entelektüellerin hemen hepsinin niçin laik-seküler, hatta mühim bir kısmının pozitivist olduğunu bu yazıda ele almak mümkün değil. Ayrıca bu Türkî entelektüellerin çoğu, milliyetçiliğe yaptıkları vurgu ve dinî hassasiyetlere olan saygıları sebebiyle çoğu zaman itikadî inançlarını ya da İslam hakkındaki net fikirlerini de ifade edememişlerdir. Onların bir kısmı, mensup oldukları millet, İslam'a inanıyor olduğu için ihtiyatla da hareket etmiştir. Gaspıralı ise itikaden de İslam'a merbut[bağlı]ve mü'min biri ve samimî bir Müslüman olarak hareket etmiştir. Diğer Türkî entelektüellerin bir kısmının "imanî" bir derdi de yoktu. Dolayısıyla millet vakıasına bakışları da farklıydı. Bu bakımdan Yusuf Akçura'nın İsmail Gaspıralı hakkında "o, İslam'a Türk milletine fayda temin ettiği için değer vermiştir" iddiası mahza[sırf] bühtan, mahza iftiradır.
Çeşitli vesilelerle de ifade ettiğimiz veçhile Gaspıralı mü'min ve bir İslamcı olarak İslam'a, Türklüğe temin edeceği menfaat açısından ilgi duymuyor, bilakis İslam'ı millî hayatın şaşmaz terazisi, mizanı, esası ad ve telakki ediyordu. Yusuf Akçura ve Ahmed Ağaoğlu gibi Türkî entelektüeller İslam'ı, Türklüğün, daha doğrusu millet mefhum ve vakıasının, basit ya da mühim bir unsuru veya daha da ileri gidersek "baskın bir özelliği" olarak zikr ve kabul ederken, Gaspıralı onu "esası" addediyordu. Gaspıralı, Rusları kuşkulandırmamak, İslamcılık[İttihad-ı İslam]ithamına maruz kalıp -ki herşeye rağmen yine de ara sıra bu ithama maruz kalmıştır- yapacaklarına engel olunmaması için üslubuna ziyadesiyle dikkat ediyor, söyleyeceklerini naif bir şekilde dile getiriyordu.
Millet mefhumu
Peki, Gaspıralı böyle de diğerleri sellemehüsselam[uluorta, bodosloma]mı mevzuya giriyorlardı? Hayır! Onların profesyonelliği ile Gaspıralı'nınki çok farklı idi. Gaspıralı İslamcı [ve İttihad-ı İslam yanlısı] ithamına maruz kalmamak, diğer Türkî entelektüellerse İslam'la bir problemleri var algısı yaratmamak için dikkat ediyorlardı. Hatta seküler aydınların bir kısmı, bazı ibadetleri yerine de getiriyordu. Kaldı ki bunların mühim bir kısmı, ya ulema çocuğu veya torunu, ya da o dönemki tedrisat iktizasınca da ciddi bir dinî malumatı da haiz olduklarından çok kolay renk de vermiyorlardı. İşte bunların yakayı ele verdiği en mühim şey millet vakıasına olan bakışlarıydı. Kısaca laik-seküler oluşlarını millet mefhumuna yükledikleri mana ile ortaya koyuyorlardı. Ahmed Ağaoğlu, Yusuf Akçura, kimi zaman İttihad-ı İslam yanlısı bir söylemde bulunmasına rağmen Hüseyinzade Ali Turan, ulema ailesine mensup Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudî ve dinî veçhesi diğerlerine nazaran daha az görünür olan Cafer Kırımer gibi pek çok Türkî entelektüel (Türkî ibaresini Rusya Türk'ü manasında kullanıyoruz) Türklük ve millet mefhumlarını dile getirdiklerinde çok profesyonel yollara müracaat da ediyorlar-mesela Cemaleddin Afganî'yi kimi zaman nahoş bir şekilde istismar ediyorlar- İslam'a talî planda kıymet atfettiklerini ortaya koyuyorlardı. Gaspıralı ise İslam'ı millet ve Türklük mefhum ve vakıasının esası kabul ediyordu. Kaldı ki Kırım'da ancak bir Müslüman, Tatar (Türk) olabilirdi. Türk dilli yerli halklardan Musevî Karaimler ve Kırımçaklarla kendilerine Rum Tatarlar denilen Ortodokslar asla Tatar kavramı içinde mütalaa olunmazlardı. Mühim olan bu dinî kimliğin korunmasıydı. Şayet halk bu dinî kimliğine yönelik tehdide karşı koyamayacağını anlarsa ata topraklarından da vazgeçebilirdi (bkz. Giray Saynur Bozkurt, 1905-190 Yılları Rusya Müslümanlarının Siyasi Kimlik Arayışı, İstanbul: Doğu Kütüphanesi, s.104-105).
Gaspıralı'nın İslam Birliği mücadelesi ve çabası ile İslam'ı millet mefhum ve vakıasının temeli olarak görmesini de ayırmak lazımdır. Yani Gaspıralı "dilde, işde, fikirde birlik" formülüyle kamufle ettiği İttihad-ı İslam'la çok ilgili olmamış olsaydı bile bir İslamcıydı. Onun "zımnen söylemek, karîne ile anlatmak iktiza-yı hal ve zamandır" sözü çok manidardır. Artık Rus idaresindeki, hatta Rus toprağı hükmündeki Kırım'da alenen İttihad-ı İslam mücadelesi yapmadı, yapamadı diye hiç kimse kınanamazdı. Ancak gâvur idaresinde de olsa Müslümanlar İslam'a istinat ile mükelleftiler. Fakat ilginçtir, yine de İttihad-ı İslam davasında Cemaleddin Afganî ve II. Abdülhamid'den sonra ismi ön sıralarda olan şahıs da Gaspıralı idi. Gerçekleşmese de Mısır'da bir İslam Kongresi toplanması Gaspıralı'nın düşüncesiydi. Ayrıca Gaspıralı, Hindistan'da Bombay Müslümanlarının Arap alfabesi yerine mahallî[yerel]alfabe olan Gücerat ile eğitim ve yayıncılık yapmalarını bir Müslüman olarak kabul edememiş, tüm masrafını kendisi karşılamak suretiyle bir de okul açmıştır. Tercüman'daki en acı yazılarından birinde İttihad-ı İslam siyaseti yapıldığına dair ithama verdiği politik ve ama mükemmel cevapta "keşke yapılsaydı" der.
Türkçede İsmail Gaspıralı hakkında kaleme alınmış müstakil en mühim eserin tarihi 1934 olmasına ve burada bilhassa Rus ve yabancı kaynakların da yardımıyla Gaspıralı'nın "İslamcılığı"na vurgu yapılmasına rağmen geniş bir çevrede onun bu vasfının görmezden gelinmesinin ya da önemsizleştirilmeye çalışılmasının acı netice ve tezahürleri olmuştur.
Gaspıralı'nın müşterek lisan/Edebî Türkçe ve Rus Çarlığı'nda mukim Türkî toplulukları ortak bir hatt-ı harekete davet vurgusu her ne hikmetse Türkçülüğüne hamledilmiştir. Tercüman nüshalarına; Türk Yurdu, Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad külliyatına ve merhum hakkında kaleme alınmış yerli-yabancı ilmî çalışmalara dikkatle bakılsaydı onun aslında Türklük mefhumunu, bahusus millet vakıasını yukarıda izah ve ifade ettiğimiz veçhile İslam merkezli mütalaa ettiği neticesine ulaşılacaktı.
Gaspıralı'yı Türkçe ve Türk mefhumlarına yaptığı katkı ve sık atıftan dolayı tekeline alan geniş bir çevre uzun müddet muhtemelen bu inceliğin farkında olmayarak onu ülkemizde yanlış ve farklı bir kimlikle tavsif ve takdim etmişlerdir. Mezkûr muhite mensup ve bir kısmını şahsen tanıdığımız kesanın (insanlar) Gaspıralı hakkında sathî dahi malumatı haiz olmadığını, hatta Kırımer'ın mezkûr kitabından bile haberdar olmadığı ya da hiç okumadığını görmek, anlamak, fark etmek onun niçin Türkçülüğün babası gibi addedildiğini de ispatlıyordu. Bizler mukayeseli tahlil gibi karşılaştırmalı okumadan da mahrumuz. Herkes kendi inanç ve ideolojisi doğrultusunda okuma yapıyor, meseleleri yine aynı şekilde mütalaa ve tahlil ediyor. Türkçülüğün babası kim ne derse desin Yusuf Akçura, ideologu da Ziya Gökalp'tir. İstitrad kabilinden söylersek ne acıdır ki, Akçura hakkında milliyetçi, Türkçü camiada bile kayda değer çalışmalar yapılmamıştır, daha da mühimi onun eserleri bir küll halinde ancak yenilerde yayınlanmaya başlamıştır? Kaldı ki Tercüman'ın mevcut nüshaları bile ancak birkaç sene evvel Latinize edilebilmiştir.
Bugün Gaspıralı, Akçura, Ağaoğlu, Musa Carullah, Rızaeddin b.Fahreddin, Bubi kardeşler ayarında adam çıkaramadığımız gibi bu misillü tarihî kıymet ve şahsiyetlerimizi de bihakkın bilmiyoruz. Vefatının üzerinden hele de yarım asırdan fazla süre geçmiş insanlar artık biraz da ideolojik ve siyasî değil, tarihî şahsiyetler olarak da telakki ve tetkik edilmelidir.
Gaspıralı ve Kazan İslamcılığı
"Kazan İslamcılığı" diye tesmiye ettiğimiz ama esas üçlü tasnifimizle farklılığını ortaya koymaya çalıştığımız bu İslamcılık, birilerinin Ceditçilik diyerek geçiştirdiği ya da önemsizleştirdiği kadar basit bir hareket değildi. Şayet birileri İslamcı ve İttihadçı diye tevkif ve mahkûm ediliyor, sürülüyor, medresesi kapatılıyorsa onlara Ceditçi diyerek işin içinden çıkamayız. Es-Er (Sosyalist Revalüsyonist, Sosyalist Devrimci), Bolşevik, din düşmanı bazı Tatarlar da Ceditçi olarak tesmiye ve tavsif edildiğine göre Ceditçilik başka şey, İslamcılık başka şeydir. Abdürreşid İbrahim, Musa Carullah, Rızaeddin b. Fahreddin, Abdullah ve Ubeydullah Bubi hatta Sun'atullah Bikbulat gibi isimlerin Ceditçi denilerek geçiştirilmesi, muhtemelen birilerinin İslamcılığı şiddetle hemhal ve müradif veya mutlaka devlet hedefi gözeten bir hareket olarak görmelerinden belki de ve kuvvetle muhtemel "İslamcılık alerjilerinden" kaynaklanıyor olsa gerektir; oysa Kazan'da Çarlık Rusyası karşısında Kazan Tatarlarının bağımsızlık mücadelesine girişmeleri üç asırdır muhafaza ettikleri varlıklarından vazgeçmeleri manasına gelecekti. Kazan Tatarları devletlerini kaybetmelerine, devletsiz yaşamalarına, tarihin eşine nadiren rastladığı bir asimilasyona maruz kalmalarına rağmen İslam'a ve Allah'a dayanarak "millet" olarak mevcudiyetlerini muhafaza etmiş belki de yegâne bir milletti.
Kazan Tatarlarını ve Kazan İslamcılığını anlamak için Endülüs'ü, Bosna'yı, Kosova'yı vea Balkan Harbi'nde tanassur ettirilen (Hıristiyanlaştırılan) Rodopları/Pomakları da anlamak iktiza etmektedir. Kazan'ı ve Kazan İslamcılığını anlamak için "Osmanlı İslamcılığını" ve "Sömürge Toprakları İslamcılığını" da iyi bilmek gerekir. Bu bakımdan Kazan İslamcılığı devlet gayesi olmayan, en azından böyle bir önceliği olmayan, Kazanlıların Müslüman olarak mevcudiyetlerini muhafaza ve idame ettirmeyi hedefleyen bir vasfı haizdi.
Kazan İslamcılığı diye bir şey var ve bu, hayli orijinal bir İslamcılık türü; bu, Cedidcilik değildir. Kazan'daki Cedidciler salt İslamcılardan müteşekkil değildir. Her İslamcı Cedidcidir ama her Ceditçi İslamcı değildir. İsmail Gaspıralı ise Cedidci bir İslamcıdır. Burada Cedidciliğin "modernlik", İslamcılığın da modern ya da modernist bir telakki olduğu yönündeki tartışmalara girmek yazıyı uzatacaktır. Bunlar başka siyakta ele alınması gereken mevzulardır. Ancak bu yazının birkaç yerinde de temas ettiğim üzre maalesef Gaspıralı hep Türkçü-milliyetçi yazarlardan okundu, öğrenildi. İslamcılarsa bu konulardan haberdar olmadıkları gibi Türk dünyasıyla ilgilenmeyi de -hâşâ sümme hâşâ- şeytanın koynuna girmeyle eşdeğer gördükleri için bu işlerde çok geç kaldılar. Cumhuriyet İslamcılarının hemen hepsi Gaspıralı'nın hiç bir metnini doğrudan okumamıştır; okuduklarının ise bağlamını bilmiyordu. Haliyle Gaspıralı hep Türkçülüğün babası olarak tanındı. Şahsen biz bile Kazan İslamcılığı mefhum ve gerçeğine vasıl olduktan sonra Gaspıralı'nın da Müslüman Türklerin birliğini istihdaf eden bir İslamcı olduğunu gördük. Bilmek için evvela okumak, önyargısız okumak, farklı okumak, mukayeseli okuma yapmak gerekiyor.
Bir de yukarıda da temas edildiği üzere, Kazan'da üst kimlik olarak Türklük ya da Tatarcılık-Başkurtluk tartışmalarında bu tartışmaların her iki tarafında yer alanların hemen hepsinin Ceditçi olduğunu, üst kimlik olarak Türklüğü (esasen İstanbul Türkçesini) müdafaa edenlere Türkçüler denildiğini ama bu Türkçü tabirinin Osmanlıcı-İslamcı manasına geldiğini, diğerlerine yani mahalli lehçelerin edebi dil olmasını savunanlara Tatarcı (yani etnik milliyetçi) denildiğini gördük. Mesela Rızaeddin b. Fahreddin ve Fatih Kerimi dayı-yeğen Türkçü olarak tanıtıldılar; hâlbuki bunlar İstanbul Türkçesine yakın bir dili üst-edebi dil kabul ettikleri için Türkçü olarak tavsif ediliyorlardı.
Gaspıralı'nın İslamcılığı, Kazan İslamcıları olan Abdürreşid İbrahim, Abdullah Bubi gibi mi yoksa başka bir şekilde mi anladığı da dâi-i istifhamdır. Şimdilik sadece şunu söyleyebiliriz: Gaspıralı muhakkak bir İslamcıysa da onu salt Kazan İslamcılığına irca edemeyiz[indirgeyemeyiz]. O, Rus denizinin ortasındaki bir ada hükmündeki iç Rusya Müslümanlarını da aşan bir perspektife sahipti. Yani zımnen de olsa İttihad-ı İslam vurgusu da olan biriydi. Gaspıralı'da mevcudiyet-beka endişesi yanında daha genel bir birlik mülahazası da barizdi. Hint ve Mısır programları buna delildir. Kırım ne de olsa Kazan'a göre İslam dünyasıyla daha yakın bir ilişki kurabiliyordu; ayrıca Osmanlı pek çok açıdan Kırım'a, Kazan'dan daha yakındı. Kazan Tatarlarının bu manada Gaspıralı gibi geniş bir ufkun tezahürü görüşlere, tespitlere, çözümlere, tekliflere değil, beka-varlık kaygısıyla yakından alakalı çözümlere ihtiyaçları vardı. Musa Carullah'ın Uzun Günlerde Ruze/Oruç çalışması her ne kadar yüksek bir zekâya, içtihad gayretine istinat ediyor idiyse de bir yönüyle de mahallî bir sorunun neticesiydi. Gece-gündüz farkı orucu etkiliyor, iftar ve sahur vakitlerinin tayinini gerektiriyordu. Gaspıralı'nın İslamcılığı daha gevşek ama daha üst bir türdü. Gevşek bağlara, genelde konjonktürel-siyasi mülahazalarla müracaat ve itibar edilir.
Not:1- Bu yazı 2016 senesinde Muaz Ergü ile yapılan röportajdaki cevaplarımızın gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.
2-Gaspıralı'yı anlamak için onun tüm eserlerini ve yazılarını kronolojik, bütüncül ve sistematik şekillerde tetkik etmek gerekmektedir. Şimdilik Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanan 4 ciltlik seçilmiş eserler serisi ile Tercüman'ın Taksim Atatürk Kitaplığında yer alan nüshalarından hazırlanan 4 ciltlik transkripli çalışma da iş görür mikyas ve mahiyettedir. Ötüken Neşriyat'tan çıkan ve Yavuz Akpınar'ın hazırladığı çalışmada merhum hakkında kayda diğer malumat da verilmiştir. Her ne kadar her seçki, bir tasarruf ve tercih ise de Akpınar'ın seçkisinin ihtisar şeklinde olduğunu da söyleyebiliriz. Akpınar kaleme aldığı girizgâhlarda İslam âleminin vaziyeti ve bilhassa İngiliz emperyalizmi bağlamında Gaspıralı için "Başta Cemaleddin Afganî olmak üzere İslamcıların temel görüşlerini, özellikle de siyasî fikirlerini benimsiyordu" diyerek hayli adil ve objektif bir şekilde hareket ettiğini de gösteriyor. Gaspıralı seçkisini dağıtan TİKA da pek çok şey gibi bu işte de alkışı hak ediyor.
3- Bizim Gaspıralı yanında önem verdiğimiz diğer 4 isim Rızaeddin b.Fahreddin, Musa Carullah, Abdürreşid İbrahim ve Fatih Kerimî'dir. Ömer Hakan Özalp'in Rızaeddin b.Fahreddin biyografisi tek kelimeyle mükemmeldir. Ahmet Kanlıdıre'nin Musa Carullah biyografisi de hayli kalitelidir. Ancak kendisini sadece Müslüman Türk olarak tavsif eden değil, her Türk vatandaşı Fatih Kerimî'nin İstanbul Mektupları ile Abdürreşid İbrahim'in Âlem-i İslam unvanlı seyahat hatıratını mutlak ve muhakkak surette okumalıdır. Biz şahsen mezkûr eserleri okumamış hiç kimseyi bu mevzularda muhatap almıyoruz.
4-Hiç kimsenin arazisine gecekondu yapmaya çalışmıyor, hiçbir Türkçüyü İslamcı yapma gayretinde bulunmuyoruz. Ancak Gaspıralı'nın İslamcılığı artık tartışma haricidir.