İslâmcı neşriyat ve eski açmazlar

Asım Öz / Yazar
8.12.2018

Sosyalist çevrelerde Türkiye’de hemen her zaman siyasi ve sosyal hayatın kriminalize edilmesinde başat rol oynayan irtica kavramının sahiplenilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir ‘ricat’. Eleştirel sol çevrelerin son dönemdeki analizlerine bazı açılardan taban tabana zıt konumda bulundukları sol-Kemalist mirasın motiflerinin dâhil edildiğini ya da en azından onlara da göz kırpılabildiğini tespit edebiliriz.


İslâmcı neşriyat ve eski açmazlar

Türkiye’de bilhassa sosyalist sol ve Kemalist cenahta İslâmcı neşriyata dair değişik zamanlarda yazılmalarına rağmen ana temalarda bir süreklilik söz konusu. Son beş altı yıldır, laik duyarlılığın tekrar nüksetmesi ve siyasi düzene ilişkin kaygılarla siyasal talepleri dile getiren farklı fraksiyonların “birleşmesiyle” birlikte din/toplum ilişkisini çözümlemeyi, özellikle de 1990’ların “sivil toplumcu” söylemini belli noktalarda tashih etmeyi amaçlayan fikri/siyasi yayınların ivme kazandığını görüyoruz. Böylece, İslâmcılığın teşekkülünden itibaren adeta onun mütemmim cüzü kabul edilen yayınların serüveninin incelenmesi çerçevesinde, aşağı yukarı 30 yıllık bir aradan sonra, genel geçer bir deyimle Kemalizmle ilgili hassasiyetler yeniden öne çıkma yolunda. Peki, bu nasıl mümkün olabilmektedir?  Elbette bunu anlamak için yorumlamanın yerine geçen tecrübeye göz atmak gerekir. 

Türkiye’de düşünce bir tarafıyla tüm sorunlu yanlarına karşın akademinin uhdesinde yürüyor hâlâ. Akademik dünya İslâmcılığa “laboratuvar” malzemesi gibi bakarken genel Kemalist sol aydınlar zümresi yabancı bir akım muamelesinde bulunmayı maharet zannediyor. Şarlatanların haricinde gerçekten alana ve veriye hâkimmiş gibi davranan homo academicus’un yazdıklarında dahi hatayla açıklanması mümkün görünmeyen kasıtlı hatta art niyetli yaklaşımlar söz konusu. Aşikâr olsa da şu nokta muhakkak belirtilmelidir: Kültürel fenomenlerin tümü yerine bilhassa yayıncılığa ve matbuata odaklananların dilindeki husumet aynı zamanda müşterek geçmişin çarpıtılmasını sağlayan takıntılarla da ilgili. 

Son yıllarda en geniş hâliyle sıradanlaştırılmış sol muhalefet akışının görüldüğü mecralar arasında irili ufaklı dergiler zikredilmeye değer bir hacme ulaştı. Eski biçimlerin çeşitlenmesi şeklinde de ele alınabilecek söz konusu yayınlar, şüphesiz şimdinin karakteristik iletişim araçlarıdır. Bu dergilerin çoğunluğu siyasi hayatın her alanı üzerine sorular ve cevaplar, sol mahfillere karşılıksız devrim stratejileri, eylem, emek, sinema, neo-faşizm, yeni müesses nizam, tarih, popülizm etrafında vehimler, zanlar, kısacası herkes için bir şeyler sundukları için çeşitlenerek çıkmaya devam ediyor. Her ne kadar genelde “sol hamaset” için Edip Cansever’in “Her başlangıçta yeni bir anlam vardır” dizesine canı gönülden bağlandıklarını ikrar etseler de mevcutta esaslı bir farklılaşma göze çarpmıyor. Bir başka deyişle, farklı argümanlar ve değişik tartışma mevzuları söz konusu olsa da “komünist ufku”  imleyen bir avuç kelimeye takılı kalmaktan başka bir şey yok. 

‘E, nerede kalmıştık?’

İster yeni ister eski olsun dergiler mecrası, onları almaya hazır bir kamu için üretilen pazarlanabilir kültürel incelemeler de sunar. Öteden beri İslâmcılık bahsinde yazılıp çizilenler bunun tipik ve ayrılmaz bir örneğini teşkil eder. Ne var ki, kaynakları zengin gibi duran metinlerin bile ayırt edici özelliği, İslâmcılık fikriyle alakası kurulamayacak hatta ona cepheden taarruz eden kurumları, yayınları ve yapıları bu akım çerçevesinde ele almalarıdır. Fetullahçılardan yeni/pop Kemalizmin mihmandarlığına soyunanlara kadar uzanır ortaya karışık kanaatler. 

Akademik kisveli metinlerde gerek aşinası olduğumuz, gerekse okuyunca tuhaf bulduğumuz gruplar mütemadiyen çıkar karşımıza. Bir zamanların ana akım medyasının dilini andırır yüzyılı aşan sürecin değerlendirmesi. Sözgelimi Evrensel Kültür’ün kapatılmasının ardından aynı çevrenin aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi mottosuyla çıkardığı Yeni e’nin Ekim 2018 tarihli 24. sayısında bunun en karakteristik şeklini görürüz. Popüler emtia şeklinde okura sunulan Ceren Sözeri imzalı yazı “İslâmcı Neşriyat” terkibi ile sunulur fakat yazarının neşriyattan da İslâmcılıktan da bîhaber olduğu aşikâr. Daha kesin söylersek, yazı İslâmcı neşriyatı takip etmek, süreci anlayıp yorumlamak yerine 2000’lerde gazete ve televizyonların el değiştirmesi bağlamında konuya yaklaşmaktadır. Güya “model mertebesine yüceltilmiş vasatın analizidir” sunulan. 

‘Rövanşist Diriliş’ 

Dergiyi eline alıp şöyle bir göz atanların bu mesajı kaçırması, kendini şartlandırılma sürecinin dışına çekebilmesi mümkün değildir. İletilmek istenen fazladan kestirme bir şekilde başlıkta kendini açıkça göstermektedir: “Doğuş, ‘Pasif Sebat’ ve Rövanşist Diriliş.” Adın vadettiği hiçbir önemli hedefe ulaşamayan sahte-radikal bir duruşu yansıtan kağşamış bir şikâyetname aslına bakılırsa birkaç kelimeye yansıyan. Tabii ki zamansız ve soyut bir biçimde değil, hepimizin bugün temayüllerini, ihtilaflarını ve sunduğu imkânları anlamaya çalıştığımız İslâmcılığın ön-tarihinin bağrında yapıyor yazar bunu. Büyük ihtimalle okur, müellifin peş peşe zikrettiği yayın adlarının sunduğu hava altında ezilir. İslâmî çevrelerin şuurlu hâle gelmesini ve kültürel etkileşimini sağlayan İslâmcı neşriyat sol öfkeyi kuvvetlendiren yeni siyasi gelişmelerin kuvvetli tesiriyle tümüyle mahkûm edilmektedir. Hâlbuki belki de beyhude bir beklenti ama yapılması gereken ilk iş, Türkiye’de bir hayli geç inceleme konusu hâline gelen kavramın bütün düzeyleriyle neyi içerdiğini belirgin kılmak olmalıydı. 

1980’lerden 1990’lara uzanan yıllarda sıklıkla karşılaşılan “İslâmî hareket” kavramıyla ilerleyen yazı aynı derginin bir sonraki sayısında “İslâmcı medyanın dönüşümü” ile başlayan bir paragrafla sona erer. Hemhâl olmaktan uzak aktüel sınırlara hapsolan yorumdaki sığlık,  tarihe mâlolmuş geçmişin kültürel hafızasındaki sembolik değere sadakatten çok istismar eden bir dergiye hak etmediği ölçüde “yeni bir uyanışı” mümkün kılacak, “öz-eleştirel” bir anlam yüklemekle zirveye çıkar.  Zaten geçmişi yeniden ele almaya niyetlenen diğer yazılarda da hem tasvir edici hem de normatif bir içeriğe sahip “Pan-İslâmcı tahayyül”, “Siyasal İslâmcı söylem”, “İslâmcı”, “cihatçı gruplar” şeklindeki terkiplere dair çıkarımlar da hamasi sol söylemden bir adım öteye geçemiyor. Bu gibi kategoriler düşünce hayatında 2009 sonrasında çok büyük rol oynayan hararetli tartışmaların vazgeçilmez unsuru oldu. Öyle ki kültür ve siyasetle içli dışlı dergilerde benzer terkiplere müracaat etmeyen bir sayı bulmak neredeyse imkânsızdır. 

Sosyalist çevrelerde Türkiye’de hemen her zaman siyasi ve sosyal hayatın kriminalize edilmesinde başat rol oynayan irtica kavramının sahiplenilmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir “ricat”. Eleştirel sol çevrelerin son dönemdeki analizlerine bazı açılardan taban tabana zıt konumda bulundukları sol-Kemalist mirasın motiflerinin dâhil edildiğini ya da en azından onlara da göz kırpılabildiğini tespit edebiliriz. Bu bakımdan “İslâmcı neşriyata” eğilen müellifin zihninin dayattığı zorunlu kapanma momentini yansıtan şu satırlar şimdi hakkında fikir vermeye yeter: “90’larda İslâmcıların yayıncılık alanında epey görünür olduğu ve dönemin siyasal krizleri düşünüldüğünde yaklaşan irtica tehlikesinin en güçlü kanıtları olduğunu hatırlamak da yeterli olacak.” Yazarın söylediklerini “yorumlamak”, hatta aşırı-yorumlamak zorunda kalmamız kaçınılmaz. Önemini abartmak gerekmese de, anlayış dönüşümünü göstermesi bakımından hayli dikkat çeken pasaj örnek oluşturan yeni siyasi mücadele stratejilerini gözler önüne serer. Belki de, dergilerdeki bu husumet sayesinde akademik sol bir camia duygusunu tekrar bulacak. Dolayısıyla kimi filozofların bir zamanlar kafa yorduğu o temel döngüsellik dâhilinde olup bitenin incelenmesi aynı zamanda nereye varacağımız belli olmadan olunagelen şeyin de ortaya konmasıdır. 

Şimdinin teşhisine dair varsayımlar eşliğinde İslâmcı medyanın yolculuğunu kırılma noktaları üzerinden içerik ve söylem analizine girmeden sunan metnin İslâmcı medyadaki dönüşümü tartışırken Diyanet İşleri Başkanının adını,  bazı yayınların gazete mi dergi mi olduğunu ayırt edememesi ise yüzeysel bakışın şaşırtıcı işaretleri. Sanki dergilerde, kitaplarda açıklanacak, anlaşılacak ve yorumlanacak hiçbir şey yok. Ayrıca gerçekliğin portresi çizilirken “biat”, “rövanşist diriliş” gibi abartılı ve enflasyonist ifadelere de rastlanıyor.  Zaten 2008’den itibaren ortaya çıkan bu olgunun en göze çarpan yanı medyayı, gazeteleri ve diğer basılı malzemeleri İslâmcılık bağlamında ele alma iddiasındaki Haber Basınından İslâmcı Medyaya gibi kitaplarda sürekli tekrar eden tasvirlere benzemesidir. Açıkça ifade edilirse bir “kötü” gerçekliği işaretleyen modellerin farklı tertibatlar vasıtasıyla işletilen belirleyici unsurlarında pek bir değişme göze çarpmaz. Bunların her birinin, ilettiği mesajların temel sistematik değerlerin mihenk taşı şeklinde ele alınması hâlinde büyük benzerlikler müşahede edilecektir. Neredeyse aynı mesajı fakat kendine özgü formda ileten akademik metinlerle diğerleri arasında kayda değer ve kıyaslanabilir dil ortaklığı var. Aslında gerçekliğin çarpık imgesini yansıtan böylesi metinler külliyatının serüveni kültür ve neşriyat araştırmalarında bilhassa önem arz ediyor, çünkü bunlarla meşgul olmak aynı zamanda siyasi bağlama da gitmeyi sağlayan canlandırıcı bir karşılaşmadır. Bugün bulunduğumuz noktada, kritiğin manasını ve alanını yeniden ifade edebilmek ve belki de yeniden kurmak için “zamanın işaretleri” diye de adlandırılabilecek alametlerden faydalanılabilir. 

Tweet’çi eğilim

Peki, o hâlde gelişmiş bir bütünlük safhasına yaklaşabilecek bir tahlil için ne yapmalı? Olup bitenleri durup değerlendirmek için burada “İslâmcı neşriyat” kavramının anlamına, tarihine, eleştirisine, farklı pratiklerine ışık tutacak metinlere geri dönmek gerekir: Kavram sadece dergileri ve gazeteleri ifade etmek için kullanılabilir. Fakat onun kitap yayıncılığını dahası yeni mecraları da içerecek şekilde bambaşka bir manaya işaret etmesi de sağlanabilir. Doğrusunu söylemek gerekirse bu durumda, “İslâmcı neşriyat” bütünüyle matbuat alanını birleştirmeyi hedefleyen bir yayın siyasetini ve daha fazlasını belirtir. Mevcut gerçeklerin sıkı bir tasnife, murakabeye tabi tutulmasını icap ettiren bir manzara var. Günümüzdeki “büyük dönüşüm”, çok övülen ve iyi karşılanan boyutlarıyla kötü yönler de dâhil edilerek tweet’çi eğilime pirim vermeden ayrıca ele alınmalı. 

[email protected]