İslamcılar değişti de solcular aynı mı kaldı?

Murat Güzel / Yazar
19.03.2016

İslamcılık eleştirisi yapanlar, 30 yıl önceki İslamcıların savunduklarıyla şimdikilerin savunuları arasında özsel bir bağdaşmazlık tespit ediyor. Bu eleştirileri yapanlara sormak elzem elbette: 30 yıl önceki solcular, ülkücüler ve liberaller şimdi neredeler?


İslamcılar değişti de solcular aynı mı kaldı?

2010’lu yılları kat eden bir soru bu: AK Partili yıllarda İslamcılığa ne oldu? Bazen açıktan, çoğu zaman ise üstü örtük bir şekilde dile getirilen bu temel soru etrafında mevzilenmiş başka bazı yan soruların da olduğunu görüyoruz elbette. Değişen bakış açılarına göre dile getirilen bu yan sorulardan üzerinde durulması gereken bazıları da şöyle: İslamcılık devletleşti mi? İslamcılık yoksa “iktidara erişim aracı” olarak tasarlanmış geçici bir heves miydi? İslamcılık öldü mü? Yahut İslamcılık, sisteme olan muhalefetinden vaz mı geçti? Bu soruları dile getirenlerin genelde kendilerini “eski İslamcı” ya da “İslamcılık karşıtı” olarak nitelemeyi seçen çevrelerden olması da ilginç değilse bile dikkat çekiciydi. Eski İslamcıların hınçla bezeli ya da İslamcılık karşıtlarının tatmini güç bir nefretle dolu İslamcılık eleştirilerinde İslamcı düşünceye biçtikleri soy kütüğü hem “toplumsal bağlam”ın içinde hem de ısrarla bu “bağlam”ı göz ardı etmekteydi. Bu bağlamın içindedirler, yani bir iktidar kavgasının tarafıdır bu eleştiriler; ama ortada hiçbir kavga yokmuşçasına, kavga sebebi mevcut güç ilişkileri ve bölüşüm sorunu değilmişçesine konuşmakta son derece mahirdirler.

Nostaljik eleştiri

Aslında sadece AK Partili yıllarda değil, önceki birçok önemli kritik dönemde de benzer bir sorunun benzer çevrelerce dile getirildiğine de şahit olmuşuzdur. Sözgelimi 2003’te kendisiyle Tezkire dergisinin ‘Türk Solu’ konulu sayısı için yaptığımız söyleşide Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, Türk solundaki fikir tıkanıklığının toplumsal şartlarla ilişkisini açıklamak ve meşru göstermek üzere İslamcılıkta 1990’lı yıllarda gözlemlediği bir değişime işaret etmişti. Ona göre sistem karşıtlığıyla bilinen birçok İslamcı entelektüel MÜSİAD’a dahil olarak sisteme entegre olmuştu. Bu örneğin de gösterdiği üzere İslamcılığa ne olduğu, bir zamanların gözde İslamcılarının nerede oldukları, savundukları o tezleri şimdi niye dile getirmedikleri gibi sorular 1990’lı yıllardan beri sürekli tekrarlanan konulardandı. Yine 1990’lı yıllarda gerek hakim medyada gerekse yüksek bürokrasinin sözcüleri tarafından İslamcılara karşı sık sık tekrarlanan ve İslamcılar ile “başı tülbentli haminneler” ve “müftü dedeler” arasındaki farkları sayan nostaljik eleştiriye benzer bir tonlama içerdiğini söyleyebiliriz, 30 yıl önceki İslamcıları öne çıkararak şimdiki İslamcıları eleştiren söylemlerde.

Özellikle 2013 Ramazan ayında, yani Gezi protestolarının sönümlenmeye yüz tuttuğu ve 17-25 Aralık darbe kalkışmasına yakın bir zamansal aralıkta, paralel bir gazetenin sütunlarında başlatılan ve sonra hemen hemen bütün gazete sütunlarına sirayet eden İslamcılık tartışmasından bugüne, ifade edilen bütün soruları kuşatmasa da AK Partili yıllara sari kılınan tartışmanın da önceki tartışmalarda örtük kalan birçok hususu açığa çıkardığı düşünülebilir. Hem tartışmanın gerçekleştiği zamansal aralığın, hem tartışmanın aralarında vuku bulduğu figürlerin, hem de tartışma nesnesinin İslamcılık olarak bildiğimiz toplumsal düşüncenin son 30 yıldaki serencamına dair önemli bir turnusol kağıdı olduğunu düşünebiliriz. Özetle, gerek o tartışmada gerekse bugün İslamcılık eleştirisi yapanlar, 25-30 yıl öncesinin İslamcılarından yola çıkarak o İslamcıların bugünkü hallerini esas alan eleştiriler yapıyordu. 30 yıl önceki İslamcıların dile getirip savunduklarıyla İslamcılık adına şimdi dile getirilip savunulanlar arasında özsel bir bağdaşmazlık tespit ediliyordu bu eleştirilerde.

Mekanik bir düşünce tasavvuru

Ülkenin 30 yılda yaşadığı toplumsal dönüşümden toplumsal düşüncenin nasıl bağışık kalabileceği sorusunu hesaba katmayan bu tür eleştirileri dile getirenlere sormak elzem elbette: 25-30 yıl önceki solcular, ülkücüler ve liberaller şimdi neredeler? İslamcılar değişti de, solcular, ülkücüler, liberaller aynı mı kaldı? İslamcıların temel fikirleri farklılaştı da solcular, ülkücüler, liberaller temel tezler bakımından konumlarını terk etmediler mi? Tabii bu eleştirilerde kaçırılan en temel nokta sadece bu değil, daha başka bir şey: Değiştirici, dönüştürücü düşünce daima gençtir, tazedir. En azından bu tür bir düşüncenin taşıyıcı özneleri genç olmak durumundadır. Genç, taze, değiştirici, dönüştürücü düşünce bütün bu olumlu niteliklerine nazaran temelde hayatla sınanmamış bir düşüncedir de. Cesurdur, atiktir, ataktır; ama aynı şekilde hata yapmaya da o kadar açıktır. Ataklığı, gözüpekliği, yol açıcılığı nispetinde açık vermesi normaldir genç ve taze düşüncenin. Yine de hayatla sınanmadığı halde yaşadığımız hayatlar üstünde dönüştürücü bir etkisi olduğunu savladığımız genç düşüncenin bu etkisi anlık değerlendirmelerle değil, bağlamsal değişimlerle yorumlanmalıdır. Değiştirici, dönüştürücü saydığımız taze düşüncenin bu bağlamlar üzerindeki etkileri söz konusu düşüncelerin bu bağlamlarda hangi konuma tekabül ettiklerinden bağımsız değildir bu yüzden. Gerçekte AK Partili yıllarda İslamcılığa ne olduğunu soran ve bu soru üzerinden İslamcılığı öldüren bakış açılarının “mekanik” bir düşünce ve toplum tasavvuruna sahip olduklarını bile ileri sürebiliriz.

1990 yılındaki Türkiye ya da 2000’deki Türkiye mi yeğdir, şu anki mi? Soru bize kalırsa böyle sorulmalı. Devamında şu sorular da sorulup ilgili kıyaslamalar yapılarak elbette: 1990’lı yıllardaki Türkiye’nin temel toplumsal meseleleri nedir? Toplumsal kavga hangi meselelerde düğümlenir? 2000 yılının Türkiyesi’nin temel toplumsal meseleleri nedir? Toplumsal kavga hangi meselelerde düğümlenir? Şu anki Türkiye’nin temel toplumsal meseleleri nedir? Toplumsal kavga hangi meselelerde düğümlenir? Ve toplumsal düşüncenin farklı ve birbirine en azından düşünce ufukları bakımından düşman kamplarının bu meseleler karşısındaki tutumları, çözüm önerileri nelerdir? Bu tutum ve önerilerde bugün savunulmaya değer ve eleştirilmeye müstahak noktalar nelerdir?

Hasan Cemal örneği

Önceki günün cuntacı Maocusu, dünün liberali Hasan Cemal bugün hem Stalinist bir kanlı örgütü savunuyor hem de sözümona İslamcıları eleştirmiyor mu? Yine dünün sivil toplumcu, şiddet karşıtı, Helsinkici Murat Belge ve Birikim Dergisi, bugün aynı şekilde aynı Stalinist örgütün isterleri doğrultusunda hizalanmış durumda değil mi? Dünün (sanırım artık böyle diyebiliriz) İslamcısı Ali Bulaç, bugün İslamcılığın “İttihad-ı İslam” tasavvurunu eleştirmeye kendini memur hissediyorsa acaba Türk toplumundaki değişim ve dönüşümü nasıl kavramalıyız?

1980’lerden bu yana İslamcılığın gelişiminde önemli katkılar sunduğu ileri sürülen Ali Bulaç gibi bir aydının bu tartışmalar esnasında “İttihad-ı İslam” tasavvurunu da küçümsediğine dikkat çekelim. Aynı Bulaç’ın AK Partili yıllarda “100 yıllık İslamcılık birikimi”nin heba edildiğini iddia etmesi ise ironik olduğu kadar, ne söylediğinin farkında bile olmayan bir zihniyetle karşı karşıya kaldığımızı göstermektedir. Bütün entelektüel sermayesini İslamcılıkla kazanmış ve kendini hâlâ İslamcı olarak tanıtan Ali Bulaç’ın bu küçümseyişinin AK Parti’nin dış politikasını eleştirme maksatlı olduğu düşünülse bile ortada yanlış bir şeylerin döndüğünü de görmek gerekirdi.

İslamcılığı, İslamcılığın bugünkü yüzlerinden biri olarak AK Parti’yi “köylü” addeden, paralel yapıyı da “uluslararası görgü” sahibi bir oluşum olarak niteleyen Bulaç’ın sözümona sosyolojik, ama toplumsal muhayyile ve duyarlıktan zerrece nasiplenmemiş bakış açısının en az entelektüel kariyeri boyunca eleştirdiği modernizm kadar mekanik kaldığı söylenebilir. İslamcılıkta son 30 yılda ne değişti sorusuna bizim vereceğimiz cevapların en önemlisi belki de budur: İslamcılık bu türden bir mekanik düşünce olmaktan kurtuldu, toplumsal muhayyileye duyarlı organik bir görünüm edindi. Yeterli mi? Elbette değil.

[email protected]