İslamcılar demokrasiyle ne mi yapacak?

Halime Kökçe - Editörden… / [email protected]
22.12.2012


İslamcılar demokrasiyle ne mi yapacak?

İslamcılık tartışmasının bir cüzü, hatta İslamcı siyasetin iktidar tecrübesinden hareketle bugün için İslamcılığın bizzat kendisi olarak sorunsallaştırılan bir husus var önümüzde. Geçen Hafta Açık Görüş’teki yazısında Ahmet Demirhan meseleyi “İslam(cılık) sınavında demokrasi” şeklinde ele almıştı. Demirhan’ın söylediği özetle şuydu: “Bir yandan İslamcılığın (ya da bakiyesi) oluşumların Orta Doğu ve Türkiye’de iktidara gelişi ‘demokratik’ yollarla yönetime talip oluşlarından bahsedilerek artık İslamcılığın bittiği dile getiriliyor; diğer yandan ise iktidardaki grupların uygulamalarını ya da bu uygulamaları meşrulaştırma tarzlarını fazlasıyla ‘İslamcı’ bularak, eleştiren ‘liberal’ kesimler, yaşananlardan bir ‘otoriterlik’ çıkarmaya çalışıyor.”

Bir çelişkinin de ifadesi olan bu tespit, son zamanlarda başta eğitim alanında olmak üzere uygulamaya konulan bazı politikaların ve Çamlıca’ya cami gibi sembolik tartışmaların peşi sıra yürütülen “iktidar İslami bir otoriterlik oluşturmaya çalışıyor” söylemini karşılıyor. Liberal temsilcilerin başını çektiği bu söylem etrafında oluşan ittifakın “çoğunluk iktidarı” üzerinden yeşertmeye çalıştıkları “çoğunluk diktası” kavramı ise “temel haklar” ve “siyasi tasarruflar” bahsini birbirine karıştırdıklarını gösteriyor. Ve kendisine hep muhalefette olma ve slogan atma pozisyonu yakıştırılan İslamcı siyasetin iktidar deneyimi, demokrasi ile imtihan ediliyor.

Mısır-Türkiye benzerliği

Meseleye İslamcılığın iktidar tecrübesinin aslında bir “kendi rengini bulma süreci” olduğu şeklinde bakan Burhanettin Duran “Tartışılması gereken İslamcıların ideoloji olarak demokrasiyi benimseyip benimsemedikleri değil aksine spesifik aktörlerin pratiklerinin ne olacağıdır” diyor ve Tunus’ta Nahda, Mısır’da İhvan, Türkiye’de AK Parti’ye bakıp “İslamcılar demokrasi ile ne yapacaklar?” sorusunu sormak yerine “İslamcılar demokrasi ile İslamcı tasavvurları arasında nasıl bir (melez) sentez üreteceklerdir?” sorusunu sormanın daha isabetli olduğunu ifade ediyor. Umarız bu tartışma da geçtiğimiz Ramazan ayı başlayan İslamcılık tartışmasının bir devamı olarak bereketli bir paylaşıma vesile olur.

Nuh Yılmaz’ın yazısı aslında tam da bu tartışmanın Mısır şubesi üzerine. Zira bugün Mısır’da yaşanan sorun AK Parti’nin ilk yıllarında yaşadığı krizlerle benzerlik arzediyor. Devrimden önce yan yana gelmeyen güçler siyaset üzerinde kurulacak bir vesayetin kutsal ittifakı olmaya soyunuyor.

Yusuf Tekin ise geçen hafta Başbakan Erdoğan’ın yargıdan şikayetle sarfettiği cümlenin asıl adresini gösteriyor. “Evet, kuvvetler ayrılığı olmazsa olmazımızdır. Ama yargı bu kuvvetler arasında üstün bir güç falan da değildir. Tüm alanlar gibi yargıya ilişkin prensiplerde de temel belirleyici olan milletin iradesini temsil eden siyaset kurumu olmalıdır” diyor.

İbrahim Kalın, İslam karşısında duyulan korku, vehim, paranoya, öfke ve nefretinin sebeplerini irdeliyor. Cihangir İşbilir, İİT’nin AB gibi etkili bir güç olması mümkün mü sorusunu soruyor, Bilal Öğüt Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin Mescid talebinin rektörlük tarafından reddedilişini ve kimi öğrencilerin ise bu talebi “biz de shoe-store istiyoruz” şeklinde alaya almalarının temelde bir ‘keyfi kaçma’ halinin tezahürü olduğunu söylüyor. Burada asıl keyif kaçıran ise mescid değil, mescidin göstereni olduğu İslam. Tamer Çetin, Erol Katırcıoğlu, Orhan Yalçın ve Murat Güzel yazılarıyla Açık Görüş’ü zenginleştiriyor.

İyi haftalar...