İslamcılığın 2016 ufku

Ercan Yıldırım / Yazar
20.08.2016

İslamcı taban, AK Parti tabanı her zaman milli ve yerliydi; İslamcı siyaset ve aydınlar ise ezberledikleri ideolojik söylemleri millete dayatmaya çalıştı. Anadolu irfanını küçümsedi, Malazgirt’i, Malazgirt sonrası bu topraklar söylemini aşağıladı, Gazali’yi dışladı fakat 15 Temmuz’u tersine çeviren işte bu tarihi arka plan oldu.


İslamcılığın 2016 ufku

İslamcılık düşüncesi 2013 eşiğini, iki farklı karakterdeki darbe girişimini aştıktan sonra 15 Temmuz ile yepyeni çelişkilere, yol ayrımlarına, imkanlara açıldı. 15 Temmuz’da ortaya çıkan “milli mutabakat” imkanını kullanabilecek istidadı, manevrayı gösterip gösteremeyeceği kökleriyle gireceği ilişkiye bağlı. 15 Temmuz’un sonuçlarının en başında İslamcıların iktidarının büyük oranda perçinlendiği geliyor. Tabi ki burada 14 yıllık AK Parti iktidarının ve Recep Tayyip Erdoğan faktörünün ne kadar süreceği, bu 14 yılın hangi İslamcılık düşüncesine yakın durduğuyla da ilgili. Fakat durum ne olursa olsun Türkiye’nin ufkunda İslamcıların etki alanının genişlediği siyasal zemin görünüyor.

Ulusalcı milliyetçilik

15 Temmuz’dan sonra kararı İslamcılar verecek, ya Graham Fullergillerin dikte ettiği gibi “DAEŞ tarzı bir siyasi sistem istemiyorsanız, ılımlı-demokratik İslam’a razı olacaksınız” tehditlerini göğüsleyecekler ya milli ve yerli vurguları abartarak seküler milliyetçi dili yoğunlaştırıp MHP’nin neo-liberal katkılı Dokuz Işıkçı milliyetçiliği ve Perinçek ulusalcılığıyla yoğrulan yeni bir sentez uygulayacaklar. Milliyetçi dilden kaçma pahasına bu sefer 27 Mayıs sonrasının Türkiye’ye yabancı içi boş ümmetçiliğine düşme tehlikesi ise bâki.

15 Temmuz’da ortaya çıkan milli mutabakatı, Erdoğan üzerinde seküler ve laik kesimlerin bile ittifak ettiği demokratik geçiş sürecini “fırsata çevirip” 2023 sendromumuzun ağırlığını kaldıramayarak Kürt devleti oluşumunda aktif görünümlü pasif rol almayı abartma ihtimali de bulunuyor.

Haliyle bir yıl gibi kısa süre içinde iki seçim, bir başbakan değişimi, hendek-şehir savaşları, canlı bombalarla şehir merkezlerini havaya uçurmaları, bir darbeyi atlatan Türkiye’nin gerçekten ruhu, gerçekten umudu olmayı sürdürmek, Erdoğan gibi tüm kesimlerin üzerinde birleşmeye başladığı bir karakterle 2023 sendromunu atlatmak İslamcıların elinde. Bu bir yıllık sürede milli ve yerli vurgulardan ‘demokratik İslam’ gibi farklı perspektiflerde sürekli uçlara savrulup marjinal çıkışlar yaparken, devletin CHP merkezli Kemalist öbeğinden uzaklaşma pahasına ulusalcı sekülarizmine yaklaşmak 15 Temmuz’da darbeyi engelleyen kadim millet bağını çözmeye niyetlenen dünya sisteminin ekmeğine yağ sürer.

İslamcıların 2016 ufkunda, 15 Temmuz girişimini başarısız kılan Anadolu irfanını, gazi ruhu ve milli mutabakatı tahkim etmek, yenileyip tarih sahnesine çıkarmak olmalıdır. Burada İslamcıların en büyük şansı Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir karakter iken en zayıf halkası sloganlara, pespaye polemiklere meftun, kişilik yoksunu matbuat, gazetecilik, entelektüel hayattır.

İslamcıların 2016 ufkunu bir yönüyle iki parçalı, -15 Temmuz öncesi ve sonrası olarak- düşünmek öbür tarafıyla yekvücut değerlendirmek gerekir. Öncelikle İslamcılığın 2011 sonrasında Türkiye’nin ana akımı olduğunu, Osmanlı İslamcılığıyla irtibatını sıkıladıkça bu vasfını katmerleyeceğini öngörmek gerek. Buradaki tehlike İslamcılığın Osmanlı döneminde bir “devlet ideolojisi” olarak “milli” kurtuluş tekliflerini geliştirirken, İmparatorluğun batmasının önüne geçememesinde.

‘İslamcı’ tarifi genişlerken

Osmanlıcılığın uyrukları birleştirme kaygısı milliyetçi ve ulusçu akımların önünde yerle bir oldu. İslamcılığın Müslüman unsurları bir arada tutma çabası, İngiliz ve Alman etkisindeki İslam birliği, Fransız tesirindeki İslam medeniyeti, Arap milliyetçiliğinden iktibas edilen asabiye ve milliyetçilik eleştirileri Müslüman milletin ayrılmasıyla darmaduman oldu. İslamcılık bu ideolojik ve konvansiyonel çöküşüne rağmen uzun Kemalist aradan sonra 27 Mayıs ile birlikte tekrar, Türkiye’yi küçümseyen, yok sayan ümmetçilik, İslam medeniyetçiliği ve ABD dünya sisteminin hiç de umursamadığı İslam birliği tezlerini savunmaya başladı. Entelektüel manada bu İslamcı tezlerle değil milletle kurulan yakın ilişki ve Erdoğan karizmasıyla iktidara gelen AK Parti, on yıllık süreçte ne kadar yabancı fikir varsa onları savundu, yürürlüğe soktu; son yıllarda özellikle 2013 eşiğinin akabinde “köklere” daha çok atıf yapmaya başladı. Bu aşamadan sonra İslamcılık düşüncesinin artık entelektüel olarak da, siyasi söylem ve politikalar bazında da Türkiye merkezli düşünmeye “niyetlendiği” söylenebilir.

İslamcılık artık 27 Mayıs’tan sonra ortaya çıktığı gibi dar bir ideolojik yönelim değil. İslamcı denildiğinde bugün sadece neo-selefi, radikal kesim akla gelmiyor. Bunlar İslamcılık üzerindeki söylem tekelinin ellerinden gitmesinden rahatsız olsa da 2011 sonrasında “yenilikçi” kimliklerinin bir gereği olarak AK Parti iktidarını sahiplendi. İslamcılık bugün bu topraklarla, İslam’la, Malazgirt sonrası tarih algısının bir ucundan tutan herkesin sempatiyle baktığı hatta sahiplendiği bir ana akım ideoloji olma yolunda. 15 Temmuz’un sonuçlarına eğilmeden de, 2013 sonrasındaki yönelimlere bakarak bu izahları getirmek mümkün.

İslamcılığın bu saatten sonra 15 Temmuz milli mutabakatının sorumlusu, ilgilisi, ana damar ideoloji olarak öncelikle yapması gerekenler var.

Türkiye’nin bütünlüğü

İslamcılığın öncelikle belki de ilk vazifesi 2023 sendromunu kazasız belasız atlatmak; Türkiye bir ve bütün tutmaktır.

Bunun için dünya sisteminin acele ettiği, hendek savaşlarından, canlı bombalar vasıtasıyla şehirleri terörize edip, en son FETÖ’cü darbeyle istikrarsızlığı artırdığı düşünülürse aynı zamanda başta Ortadoğu olmak üzere istikrarı sağlayacak adımların atılmasında rol sahibi olmalıdır. Bu bakımdan İsrail ve Rusya ile ilişkilerini “normalleştirme” noktasına getirirken, Mısır, İran, Suriye başta olmak üzere öteki İslam ülkeleri, AB ve ABD ile siyasi zeminde kontrollü olarak meseleleri netleştirmeli. Hem milli birlik ve bütünlüğün hem ülkedeki patlamaların, terörün ve darbelerin en büyük nedeni Suriye özelinde Kürt meselesinin akıbetidir. Kürt kantonlarının birleşmesi, Rojava deneyiminin ehemmiyeti hayli büyük. Türkiye’nin ve milletin bir ve bütün tutulması, milli mutabakatın aynı yoğunlukta, aynı hassasiyet çerçevesinde diri tutulması öncelikler arasındadır. Dolayısıyla milli birliği sağlamak 2023 sendromunu atlatmanın ön koşuludur. Dünya sisteminin güdümüne girmeden, uluslararası konjonktürün imkanlarını sonuna kadar kullanarak bu bütünlük sağlanabilir.

Dikkat edilmesi gereken noktalardan biri milli ve yerli meselesinin, FETÖ’cü avının asli kadrolar ve söylemleri tasfiye için kullanılmamasıdır. Darbe girişimi İslamcılığın kodlarıyla oynarken aynı zamanda belki de içinde bulunduğu krizden bir nebze olsun kurtulmasını sağlayacak otokritiği başlatabilir. Fakat darbe girişimi İslamcıların milli ve yerli ağırlıklı söylemi, görünmeyen Kemalist CHP dışı zinde güçlerin etkinliğini artırmayla sonuçlanabilir. Elbette bu süreç darbenin amaçladığı kadro tasfiyesi için meşruiyet zeminini artırır, denetimi zayıflatır.

Görüldü ki Erdoğan karizmasının dışında devletin sinir merkezlerinde İslamcıların etki alanı, nüfuzu, iradesi son derece kısıtlı. Böyle bir ortamda yapılan ayıklamalar, çok daha güçlü başka darbe ihtimallerini yükseltecek alt yapıyı kurmaya yönelik olabilir. Bu bakımdan Erdoğan’ın sürekli vurguladığı millet varlığına dayanma çok daha önemlidir.

Darbeye karşı duran ordu içindeki, medyadaki, siyasetteki, sivil toplum ve burjuvadaki güçlere itimat FETÖ’ye gösterilecek güven kadar olabilir.

Tarikat ve cemaatler

İslamcıların birinci dayanağı bu yüzden 15 Temmuz’un ilk üç saatinde meydanlara inen Anadolu irfanıyla yoğrulan millettir. Milli mutabakatın bile 7 Ağustos Yenikapı’da, Külliye’de siyasi liderlerle yapılan toplantıda  hep bu insanlar üzerinde yükseldiği tecrübe edildi. İslamcılık düşüncesi kısmen AK Parti iktidarı, milli ve yerli olarak tavsif edilen Anadolu insanı ile olan irtibatını araçsal gördü.

İslamcı taban, AK Parti tabanı her zaman milli ve yerliydi; İslamcı siyaset ve aydınlar, ezberledikleri ideolojik söylemleri millete dayatmaya çalıştı. Anadolu irfanını küçümsedi, Malazgirt’i, Malazgirt sonrası bu topraklar söylemini aşağıladı, Gazali’yi dışladı fakat 15 Temmuz’u tersine çeviren işte bu tarihi arka plan oldu. Hoş bazı İslamcı aydınlar, 15 Temmuz’un engellenmesini, engelleyenlerin de Anadolu irfanı olmasını sindiremedi; bir takım grupların, klanların, lider adaylarının kahramanlaşmasını tercih ettiler ama isimsiz, namsız kahramanlar bu oyunları da bozdu. Diyanet de acilen topladığı şuranın sonuç bildirgesinde bu iradeyi yok sayan, bilindik ezberlerini tekrarladı.

Şimdi İslamcı düşünce iyi bir kadro ve liderlik ile 2016 birikimini İslamcılığın ufku haline getirebilecek söylemi kurması gerekir; Türk hayatının gaza ile yoğrulan, İslam ile şekillenen batı dışı hayat algısını ikame ettikçe, Türkiye’nin, milletin, İslamcılığın geleceği belirlenecek. 

Milli birliği tesisin önemli ayaklarından biri tarikat ve cemaatlerin fonksiyonudur. Camiler, kompleksler yapılıyor, şirketler büyüyor ama tarikat ve cemaatler FETÖ’yü aşmak değil, onun yerini almak için mücadelelerini artırıyor. İslamcı hareketin içinde güçlü olan tarikat ve cemaat oluşumlarının acilen devlette ve kamuda yer alma gayretlerinden cayıp asli yerlerine milletin sinesine dönmesi gerekir. Milli vicdanı, birliği, yardımlaşmayı, İslami fonksiyonları milletin içinde yapmaya, kendi yağlarıyla kavrulup, sahici ve sahih sahalarına çekilmeleri en uygunu.

İslamcılık kendi içindeki entelektüel, siyasi, kadro çeperlerinden arındıkça Osmanlı İslamcılığının eksik bıraktığı, yapamadığı işleri tamamlayıp misyonunu yerine getirebilir.

[email protected]