İslamcılığın sıfır noktası

Ercan Yıldırım / Yazar
15.08.2020

2000 öncesindeki İslamcılık algıları, yükleri, dejenere eden pek çok husus ortadan kalktı, İslamcılık asli yönünü gördü. İslamcılara düşen bu görüş açısını yola dönüştürmek, İslamcılığın sıfır noktasından esaslı bir yürüyüşe geçmek.


İslamcılığın sıfır noktası

Türk siyasi ve fikir hayatında en çok taşlanan düşünce İslamcılık. Belki buna Kemalizm diyenler bulunacak. Kemalizm ve İslamcılığın bir şekilde siyasal alanı kaplaması, devlet mekanizmasını kullanması, İslamcılığın çevrede yer alırken de merkezde bulunurken de bu toprakların temel fikriyatını oluşturmasından ileri gelen ana tezleri diri tutması bu eleştirel yaklaşımın nedenini oluşturuyor.

İslamcılık, kültür ve medeniyet gibi dileyen herkesin kendine göre anlamlandırdığı, tanımladığı bir kavram. Kimi aktivizmi, nümayişleri, marş söylemeyi, tefsir derslerini, memurluktan vazgeçmeden devlet karşıtı söylemi savunmayı, siyasi partiyi, liberalizmin şubeliğini, sol öykünmesini, Türkiye karşıtlığını, etnik aidiyetini meşrulaştırma çabasını, dernek, kurum ve kuruluşları, 1960-70-80-90’ların dönemsel ruhunu, nostaljisini İslamcılık diye gösterirken kimi cari algıların ötesinde İslam’ın kendisini İslamcılık olarak anlamaya, anlatmaya gayret eder.

Tüm kariyerini İslamcılar ve İslamcılıkla elde eden ülkücü de, soldan dönen de, kaplumbağa sırtındaki mumdan kâm alarak yaşamış muhafazakar da, ahlakçılıkta dükkan işleten Yahya Kemal muhibbi de emekliliği geldikten, yükünü tuttuktan sonra ilkin İslamcılığa vurur. İslamcıları, siyaseti, iktidarı bahane ederek “İslamcılığın defterini dürme” çabaları son yıllarda iyice arttı; başörtüsünü çıkaranları, kariyer, para, nefsi zaafları İslamcılığa yazma gayretlerine, İslamcıların pek çok hatalarına karşın Cumhuriyet döneminde marjinal alana sıkıştırılan İslamcılık ciddi tecrübeler geçiriyor, Türkiye’nin nomosuna, İmparatorluk dönemi anlayışına yaklaşıyor.

İslamcılık 2000 öncesindeki pek çok hatalı yolu, yöntemi, yükü üzerinden atıyor, daha tecrübî aşamaları kalıcılaştırıyor, başlangıç için zemin hazırlıyor.

Devlet oldular, ne demek

1. İslamcılık bitti edebiyatını sürdürenlerin öncelikli vurgusu İslamcılık ve devlet meselesi. İslamcılığı Türk devlet mekanizmasının, devlet varlığının dışında görme ve tutma çabası sol-liberaller kadar etnik hassasiyetlerini İslamcılık gibi sunanlarda da var. Bu çevrelerin İslam ile devleti ayrı tutma yaklaşımlarına karşın aslında Araplar İslam ile devlet hiyerarşisine sahip olmuşlardı. İslam’dan önce Araplar kabile hayatına sahipken İslam ile bir kamu teşekkül etmiş, iktisadi, siyasi, toplumsal normlar, düzen ve Şeriat’ın uygulanması amacıyla ordu-bürokrasi oluşturulmuştu. İslamcılık öldü diyenlerin dayanak noktalarının birincisi “devlet oldular” cümlesi.

İslam ve Müslümanlar tarihin hiçbir döneminde devletten, kamu düzeninden, hiyerarşiden ayrı olmadı. Zaten İslamcılar Cumhuriyet boyunca “devlet bizim idareciler değil” fikriyatıyla hareket ettiklerinden Türkiye’nin nomosu, millet bağı ile kendilerini özdeşleştirdikleri halde Kemalistleri hedef almışlardı. Bu manada İslamcılar “başarılı” bile sayılabilir. Tabii Kemalistlerin işleyişte zayıflamalarına karşın düzeneğin aynı kalması problemin tam çözümünü engelledi. Bu arada belirtmeli ki devlet oldular eleştirisi getirenler 80 ve 90’lı yıllarda İslamcılığı “ayağı yere basmamakla” devlet nezdinde proje sunmamakla yeriyorlardı. Mağdurluktan mağdurlaştırmaya geçen süreç bu tezlere kaynak teşkil edebiliyor.

2. İslamcılığın tükendiği kanaatindekiler İslamcılığın ve İslamcıların zaten dünyada da etkisi biten çok kültürlükçü neoliberal siyaseti bırakmasını kast ediyor. Fakat İslamcılığın asıl bittiği daha doğrusu ihmal edildiği hususlar çok da zikredilmiyor. İslamcılık devletin İslami olanı yaşatmasını, Batı medeniyetine karşı İslami olanı çağdaş araçlarla dillendirmesini ifade eder. Bu bakımdan hukuk, eğitim, iktisat gibi asıl konularda Batı ve Kemalist sistem dışı, Kerim Devlet ve Asr-ı Saadet merkezli bir model, alternatif düzen en azından fikri boyutta bile geliştirilmedi. Süleyman Karagülle gibi isimlerin İslam ile cari düzeni uzlaştırma çabası, neoliberalizmi iktisadi ve siyasi yönden uygulamanın ötesine geçemedi. Bunun yerine kamusal alanda dindarlığı gösterme, her şeyi manevi ve dini boyutuyla sunma tutumu eksene alındı. Bu da zamanla başkalarının yanında İslami kesimi de yordu. Devlet içinde farklı grupların varlığı ve etkileri, dış bağlantıları dönüşümü akim kıldı.

3. Bir taraftan dindarların, İslamcıların Batı karşısındaki söylemleri, iktidarda kalmaları, siyasal manada etkinlikleri, kalkınma projeleri meşruiyetini artırırken öte taraftan dini kurum ve taleplerin yükselişi, camiye gidenlerin çoğalması, başörtüsü ve dindar kimlikle kamuda yer bulma, ümmet coğrafyasının devlet diline girmesi, sivil toplum etkinliklerinin çoğullaşması, bu kesimin ekonomik hacimlerinin genişlemesi bir arada yürüdü.

Buna karşın iki yapısal adım, neoliberalizmin hizmet sektörüne karşı sanayi, teknoloji üretimi ile hukuk-eğitim-ekonomide kapitalizm dışını ikame etme, tarikat ve cemaatlerden entelektüellere kadar güncel tartışmalara altlık üretmekten fırsat bulup gerçekleştirilemedi, tartışılamadı. Kemal Karpat’ın deyimiyle İslamcılık, “İslami koşullara uygun toplumsal, ekonomik düzen arayışı”nı karşılayamadı.

Belki en azından kapitalizmin şedit yönlerini törpüleyecek tarzda prekaryanın, vasıfsız işçilerin çalışma koşullarından, tekelcilikten, komisyonculuktan, faizden dolayı mağdur olandan yana tavır konabilirdi. Bu bakımdan sosyal devlet politikalarının yüksek düzeyde uygulanmasıyla eşdeğerde sivil olanı kollama yoluna da gidilmedi.

İslamcılığın normalleşmesi

4. Kanlı Pazar, Kudüs Mitingi, Yargıtay Başkanı İmran Ökten’in cenazesinde protesto, Konya olayları gibi hadiselerle ilişkilendirilen İslamcılığın 80 ve 90’lardaki başörtüsü, Kudüs, Afganistan, Bosna mitingleri gibi “zararsız gösteriler”i sempati yaratırken Gezi-FETÖ-terör hadiselerine gösterilen tepkiler “İslamcılığın tükenmesi” gibi sunuldu. Adalet talebi, özgürlük ve söz söyleme hürriyeti, İslamcıların otoriterliği savunduğu iddiaları da İslamcıları iktidardan düşürme, merkezden uzaklaştırma eylemlerinin bir parçası. Bu eylemlerin yönü sapmayı değil İslamcılığın normalleşmesini gösterir.

5. Namaz, oruç gibi ibadetler Islahat Fermanı yıllarında küçümsenirdi; İslamcılık zaten dinin yalnız ibadet değil siyasi, iktisadi, toplumsal yönleri itibariyle bütüncüllüğünü öne çıkarır. Cumhuriyet sonrasında da aynı kanaat işlenirken İslamcılara “radikal” sıfatı da eklendi. Şerif Mardin İmparatorluğun Avrupa tekniğiyle karşılaşınca çöktüğünü hurafe ve bidatleri suçlu gördüğünü ifade ederken Namık Kemal şeriatın hakimiyeti için kavga verir. Halbuki Cüneyt Arcayürek’in anlatımına göre Süleyman Demirel’in Cuma namazına gitmesi “laikliğe aykırı” görülmüş, çocukluğundan beri bayram namazlarına devam ettiği bilgisi ve övünmesiyle beraber.

1960’larda “cahili toplum” kavramı Seyyid Kutup’tan devşirilince Anadolu insanı bu kapsama alınmış “uyanış” fikri İslamcılığı tanımlamış en başta da namazlı abdestli halkın “şuurlanması” hedeflenmişti. 2000 sonrasında bu tür tartışmalar, ortadan kalktı. Ne elitlerin dini vurguları laiklikle kınandı ne “eli dualı gözü yaşlı halkın” Müslümanlığı küçümsendi; hatta Danıştay saldırısından 15 Temmuz’a uzan girişimlerin bu Anadolu irfanı ile savuşturulduğu ifade edildi. Haliyle İslamcılık, İslami ritüeller devlet katı, elitler, kamusal alan ve “halk İslam’ı” ile ahenkli hareket etti, özdeşleşti.

Yeni İslamcı özne

6. İslamcılığın ölümü anlatılarında tarikat ve cemaatlerin tükenişi, dejenere olması done olarak kullanılır. Halbuki zaten İslamcılık hareketi biraz da tarikatların miskinliği, yanlış tevekkül ve kader anlayışı ürettiğini iddia ederek geri kalmanın sebebini bu yöne sevk etmişti. Tasavvuf karşıtlığı ve gerilim Cumhuriyet sonrasında da yaşandı. Kökleri olmayan yeni tarikat ve cemaatlerin ABD dünya sistemiyle çıkması günümüze kadar İslam’a ve tasavvuf geleneğine uymayan, şirketleşme başta gelmek üzre pek çok sorunlu eylemleri Müslümanların ilgisinin zayıflamasını getirdi.

Her ne kadar devlet katmanında bu yapılar etkinlik gösterse de cemaatlerle yeni bireyler arasındaki mesafe arttı; genç kuşak da hesaba katılırsa 27 Mayıs zihniyetinin doğurduğu tarikat ve cemaatlerin dışında kendini konumlandıran geniş bir “İslamcı özne” de belirdi.

7. Tarikat ve cemaatlerin yapıp ettiklerinin, kamusal alanda dini söylem ve simgelerin fazlasıyla kullanılmasının belirgin bir bıkkınlık yarattığı bu nedenle de dini olandan uzaklaşıldığı hatta başörtülerin çıkarıldığı, gençlerin deist oldukları sık sık dile getiriliyor. Bunları seküler kimlikler için avantaj sayanlar şimdiye kadar kurgulanmış, desteklenmiş spekülatif dini odaklara, kişilere, yönelimlere tepkinin İslamcılık için zararlı değil yararlı olduğunu ihmal ediyor. Şovmen vaizleri, argo dille gladyo hassasiyetlerini dile getiren gazeteci-yazarları, Müslüman-İslamcı imajını bozan nümayişleri reddeden Müslüman gençlik İslamcılık için mühim bir avantajdır.

8. 2000’li yıllar, Cumhuriyet döneminde öne çıkan eğilimlerin gerçek yüzlerini, köksüzlüklerini, dünya sisteminin işine yarar olduğunu ortaya çıkardı. İrancılık gibi… tekfircilik gibi… çok kültürlülük, çoğulculuk, hoşgörü edebiyatı gibi… parti ve siyasi mücadeleyi küfür sayma gibi… “yeşil komünist”, “peştamallı şeytan” dili gibi… reaksiyonerlik gibi… Bu da daha temelli, etraflı bir hareket için kuvvetli bir avantajı oluşturuyor. Bu tür angajmanlar, yükler kalktıktan sonra güçlü bir İslamcı özne ortaya çıkmış oldu.

9. Osmanlı ve Cumhuriyet İslamcılığında fıkıh, yeni meseleler karşısında yeni fetvalar ve içtihatlarla Müslümanların sorunlarını çözerken İslami olanı daha çok gözetirdi. Geçmişte Cumhuriyet sonrasında “tuvalet kağıdı kullanmanın caiz”liği, bu nesnenin temizlik açısından İslam’a daha uygun olmasına karşın “yeni” yani Batı icadı vasfının sorgulanması, geleneğin ötesinde sahici bir dini yaşamı anlatıyordu. Sigorta, faiz, kredi, sigara gibi hususlarda liberal eğilimlere yatkın fetvalar İslamcılığın modernleşmeye katkı sağlayan yapısını kuvvetlendirdi. Buna kamusal alanda gözükme, dindar kimliğiyle modern simgeleri, enstrümanları kullanma da eklenince zaten İslam ülkelerinin önündeki modernleşme, Batı dünyasıyla yarışacak düzeye geldi.

Türkiye merkezlilik

10. Osmanlı İslamcılığında da Cumhuriyet İslamcılığında da tercümelerin etkisi büyük. Sırat-ı Müstakim’de, Sebilürreşad’da Ferid Vecdi, Abduh, Afgani çevirileri yer alır. 27 Mayıs’tan sonra da Seyyid Kutup, Mevdudi, Malik bin Nebi, Ali Şeriati gibi pek çok isim çevrilir. 1980 sonrası tercümelerin yönü İslam aleminden Batı’ya kayar. Batılı çok sayıda isim İslamcıların entelektüel birikimlerine katkıda bulunur. 2000’li yıllardan sonra çeviriler internetin de etkisiyle artarken bu sefer devreye “yerli kaynaklar” girer.

Özellikle 2010’dan sonra pek çok yerli ve milli isim mensubiyet kanallarına yerleşir. 2000 öncesinde İslamcılık Türkiye merkezli düşünmeden imtina eder, İran’a, Mısır’a, Pakistan’a, Suud’a, Afganistan’a bakar öncelikli olarak ilk hareketi Türkiye dışından beklerdi. Fakat İslamcılar İmparatorluk dönemindeki Türkiye merkezli bakışa son yıllarda daha fazla yaklaştı. Ümmet vurgusu artarken İslam aleminin öncülüğü, Türkiye’yi bu manada donanımlı kılma iradesi gözle görülür biçimde arttı. Bu gelişmeye karşın entelektüel üretim aynı oranda gelişmedi. Trol dil inşacı, derinlikli fikir hayatının önünü kesti.

 

11. 2000 sonrası İslamcılığın eleştirilecek pek çok yönüne karşın bünyesindeki yükleri atmasına bağlı yeni başlangıçlar yapabilecek sıfır noktası oluşturabilme iştiyakı arttı. Fakat 12 Eylül darbesinden sonra girilen “zencilik” psikolojisi atlatılamadı.

Milenyum İslamcılığı iki korku eşiğini Tek Parti’ye ve 28 Şubat şartlarına dönme sendromunu atlatamadı. Bu yüzden kadrolarda Kemalist etkisi azalsa bile sistemin hala aynı statükoyla işlemesi, neoliberal İslamcılığın merkez-çevre modeline göre çalışan ve çevreden merkeze yürümeyi içeren tutumunda Hegelyen köle-efendi diyalektiği ve tanınma çabası etkinliğini sürdürüyor. Zencilik ve kimlik Fanon’da köken değil başlangıç iken İslamcılar 2000 sonrası İslamcılığında pek çok konuda kazandıkları özgüveni başlangıca çeviremedi!

12. İslamcılara getirilen eleştirilerin en başında mimari, şehir planlaması, eğitim ve kültür konuları gelir. İslamcılar RP’de belediyeleri alarak kamusal alana atıldıklarında taşralı, gecekondu kökenli, sınırlı eğitim ve kültür imkanlarına sahipti. Bu nedenle temel barınma, geçinme, eğitim almayı öne çektiler; yüksek binalar, zorunlu eğitim, her isteyenin üniversiteye gidebilmesi bir özlemin, “ötekiler”le eşitlenmenin sonucuydu.

13. İslamcılık yılbaşı kutlamalarından Rock’n Roll’un yasaklanmasına kadar toplumu ifsad edici tutumların karşısında durmuştu. Kendi varlık sahasına, tarz-ı hayat’a halel gelmemesi için post modern özgürlük anlayışına geçit verdi. Çalışma ahlakından toplumsal normlara kadar erdem, etik, fazilet gibi değerler geri planda kaldı. İslamcılık yüklerinden arınmış, sıfır noktasına yaklaşmışken yeni bir ahlak dizgesi de başlatmalı.

Yüklerinden kurtulan İslamcılık

14. İslamcılık İslam’ın mı yoksa rejimin mi yenileyicisi? 2000 öncesinde İslam’ı yeniden hayata hakim kılma azmi temel kaynaklara ve Asr-ı Saadet’e dönme, bidat ve hurafelerden arınma, yanlış kader ve tevekkül anlayışından uzaklaşma, İslam birliği, şura ve biatı çağdaş demokrasiyle özdeşleştirme, tasavvuf, eğitim gibi konularda reformu, ilerleme anlayışını ve Batı medeniyetinin tekniğini uyarlamayı böylece Batı’yı alt etmeyi içeren zeminde yükseldi. Artık dijital bir çağdayız, aynı amaçlar farklı metodlarla yerine getirilecek.

15. Osmanlı İslamcılığı İmparatorluk ufkunda, İstanbul merkezli bir eğilimde, tüm Müslümanları hedefliyordu. Bu Tek Parti sonuna kadar yerli yerinde kaldı. 27 Mayıs’tan sonra şekillenen İslam devleti ve İslami hükümet gibi hedefler ulus devlet niteliğindeydi. Haliyle İslamcıların devlet algısı ulus devletle sınırlıydı. Fakat belli bir aralıkta Osmanlıcılık seyretse de İmparatorluk düşüncesi daha güçlendi. Bu açıdan İslam devletinden ziyade Türkiye’yi İmparatorluk bakiyesi misyonuyla tanımlama öne çıktı.

Sekülerlik dini bilmeme değil sorunların çözümünde dine müracaat etmeme manasına gelir; İslamcılığı asıl tehdit eden hukuk-iktisat sahasındaki dönüşümün gerçekleşmemesi, 1921 Anayasası’nın 7. maddesindeki “şer-i şerife uygunluk”un gözetilmemesidir.

İslamcılık kendi oluşturduğu dünyada, hayat tarzında yaşamaktır.

İslamcılar bu kendilik bilincini yeniden ele geçirmezse sistemin rehabilitesinden öteye geçemeden tasfiye edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

2000 öncesindeki İslamcılık algıları, yükleri, dejenere eden pek çok husus ortadan kalktı, İslamcılık asli yönünü gördü. İslamcılara düşen bu görüş açısını yola dönüştürmek, İslamcılığın sıfır noktasından esaslı bir yürüyüşe geçmek!

 

[email protected]