İslamcılık ideolojisi ve Ortadoğu

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
30.06.2019

Zekeriya Kurşun: Türkiye deneyimi dışarıda tutulursa, Arap Baharı süreciyle yaşananlar, İslamcılık ideolojisinin yeniden muhasebesini zorunlu kılmaktadır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bundan sonra İslamcı ideoloji sürekli tartışılacaktır.


İslamcılık ideolojisi ve Ortadoğu

İran’dan Arabistan’ı da içine alacak şekilde Anadolu ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafi bölgeye takılan isim olarak “Ortadoğu” kelimesinin, İkinci Büyük Savaş sonrası literatürde yaygın bir kullanım bulduğunu söyleyebiliriz. Ancak bugün bildiğimiz şekliyle Ortadoğu’yu kuran ideolojik ve siyasi gelişmelerin Birinci Büyük Savaş esnasında ve öncesinde yaşandığına da hiç kuşku yoktur. İran’ı, Kuzey Afrika’yı ve büyük ölçüde Osmanlı devletinin hakimiyeti/nüfuzu altındaki topluca ifade etmeye imkan tanıyan bu kullanımda Avrupa’nın merkez kabul edildiği de açıktır. Dicle-Fırat, Nil havzası, Müslümanlar için kutsal toprakları ifade eden Arabistan yarımadası ile İran’ın dahil edilmesiyle adı Ortadoğu olarak konan bölgenin siyasi-fikri yapısında 19. yüzyılın başlarından itibaren gerçekleşen ve güdümlü olduğu gayet açık değişim, kısmen bölgede yaşanan problemlere paralel meydana gelmişse de bu değişimde etken olan unsurlar genelde bölge dışından kuvvetlerdi. 

Bölgedeki Müslüman toplumların pek azı hariçte kalmak üzere, değişim genellikle bu toplumların kendi inisiyatifleriyle giriştikleri arayış ve sorgulamalardan kaynaklanmadı. Bu değişimi gerçekleştiren kuvvetler bölge dışındaki askeri, siyasi ve kültürel gelişmelerin etkileriydi. Rönesans, Reform, Aydınlanma, Sanayi Devrimi, Fransız İhtilali ve sömürgecilik hareketleri gibi birbirini besleyen tarihsel süreçlerin tetiklediği köklü askeri, siyasal ve kültürel değişimler sonucunda yükselen Avrupa’nın bu yükseliş sayesinde eriştiği maddi üstünlükle edindiği askeri ve siyasal motivasyonu dünyanın geri kalanını sömürgeleştirme arzusuna dönüştürmesi, kendiliğinden Osmanlı ve çevresindeki coğrafyayı Avrupalı kolonyal aklın en çok ilgilendiği bölgeye dönüştürdü. 

Fikri kaos

Avrupa’nın bu sömürgeci ilgilerinin de bir şekilde değişime zorladığı coğrafyada birçok farklı siyasi ve fikri akım ortaya çıktı, birçok reform, ıslahat gerçekleştirildi; buna rağmen, Ortadoğu coğrafyasında Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla birlikte bazıları İkinci Büyük Savaş’tan sonra bağımsızlaşan ve çoğu birbirine düşman birçok devlet ortaya çıkarak bölgedeki siyasal ve fikri kaosu artırdı. Osmanlı sonrası, yani Birinci Büyük Savaş sonrasında İran, merkezi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ideolojik altyapıyı irdelemeyi amaçlayan yazılardan oluşan ve editörlüğünü Zekeriya Kurşun’un yaptığı Ortadoğu’yu Kuran İdeolojiler başlıklı kitapta İslamcılık, milliyetçilik, sosyalizm vb. fikri ve siyasi hareketlenmeler çözümleniyor. Bu çerçevede kitapta doğrudan İslamcılık, Arap Milliyetçiliği, Türk Milliyetçiliği, İran Milliyetçiliği, Kürt Milliyetçiliği ve genelde Siyonizm olarak adlandırdığımız Yahudi Milliyetçiliği hakkında yazılar yer alıyor. Bu yazıları başta Baas ve Nasırcılık olmak üzere bölgedeki sol ve sosyalist yaklaşımlar ile Feminizm konusunda kaleme alınmış iki farklı yazı takviye ediyor. Bu yazıları kaleme alan isimler ise şunlar: Ahmet Emin Dağ, Mehmet Fahri Danış, Burak Çalışkan, Riad Domazeti, Melahat Tok, Uğur Ovacıklı, Seda Özalkan, Sinem Karadağlı. 

Giriş yazısında Zekeriya Kurşun’un İslamcılığın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da özellikle Arap Baharı sonrası neler ifade ettiğini soruştururken kullandığı şu cümleler dikkat çekicidir: “Türkiye deneyimi dışarıda tutulursa özellikle Arap Baharı sürecinden itibaren yaşananlar, İslamcılık ideolojisinin yeniden muhasebesini zorunlu kılmaktadır. Elbette buradaki muhasebe tarihsel sürecin yanında İslamcılık ideolojisinin bizzat kendi deneyimi üzerinde de olacaktır. Hangi sonuç çıkarsa çıksın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bundan sonra İslamcı ideolojinin sürekli tartışılacağında kuşku yoktur.” 

Homo Faber ve doğallığın kaybedilişi

Yüzyıllar boyunca Aristoteles’in nitelemesiyle “düşünen hayvan” olarak tanımlanan insanın sözlü kültürden yazılı kültüre, yazılı kültürden dijital kültüre geçişi, önceden canlı bir doğa anlayışı taşırken şimdilerde homo faber olarak doğanın efendisi pozisyonunda hareket edip yol açtığı ekolojik felaketleri yine insanın 2 bin 500 yıllık süreçte yaşadığı zihinsel dönüşümü odak seçerek tartışıyor kitabında Sebile Başok Diş. 2 bin 500 yılda yaşanan zihinsel dönüşümün insanlar ve doğa üzerindeki sonuçlarını Heidegger ve Arendt’i rehber edinerek başta Descartes olmak üzere çeşitli filozoflar etrafında ortaya çıkarmaya uğraşıyor. 

Doğal Olanın Yitimi ve İnsanın Düşüşü, Sebile Başok Diş, Çizgi Kitabevi, 201

Michel Foucault ile Marx’ı tartışmak

İtalyan Komümist Partisi’nin günlük gazetesinde çalışan Duccio Trombadori’nin 1978 yılında Michel Foucault ile yaptığı bir dizi söyleşiyi içeriyor Marx’tan Sonra. Foucault’un henüz “iktidarın mikrofiziği” ve “iktidar/bilgi” sorunu etrafında düşünmekten vazgeçmediği bir dönemde gerçekleşen bu söyleşilerde Trombadori’nin alabildiğine sert eleştirilerini söyleşiler boyunca gayet serinkanlı bir şekilde karşılıyor Foucault. Özellikle Franfurt Okulu’yla temsil edilen Marksizm çeşidine sert eleştiriler yönelten Foucault’un bu söyleşisi onun hakikat/bilgi sorunundan yönetimsellik sorununa geçtiği kertede yapılmış olması bakımından da önemli ve ilginç. 

Marx’tan Sonra, Michel Foucault, söyleşi: D. Trombadori, Olvido, 2019

@uzakkoku