İslamcılık Türkiye merkezliliktir

Ercan Yıldırım / Yazar
24.10.2020

İslamcılık yani İmparatorluk ufku Tanzimat sonrasındaki müsavat, savunma ve düşkünlüğün ürettiği içeriksiz tecdid-ihya-ıslah girdabının değil 1700'lerdeki Müslüman asaleti ve üstünlüğünü öne çeken inşa fikrinin etrafında okunmalı, yeniden organize olmalı!


İslamcılık Türkiye merkezliliktir

İslamcılık, Batı’nın güçlenip Müslümanları geride bırakması karşısında “neler yapabiliriz, tekrar nasıl yeniden yükselebiliriz, Batı’yı nasıl ve hangi reçetelerle geride bırakabiliriz”, düşüncesi etrafındaki ilmi, siyasi, kültürel, fikri harekettir.

Bu tanımlama İslam aleminin yenilgisinden sonrasını baz alarak yapılmıştır. “Yeniden” kavramı etrafındaki düşünceler, yükselişe geçme çabası İslamcılığın 19. asrını anlatır.

18. yüzyılda başladı

Halbuki İslamcılık, daha Müslümanlar üstün ve güçlüyken Avrupa’nın atılımını fark edip onu engellemeye, çağın teknik-teknolojik, epistemolojik hatta iktisadi yapısını anlayıp “alınması gerekenleri uyarlayıp” ona İslami olanla cevap vermeye matuf 18. asır çabasını içeren bir imparatorluk düşüncesi, programıdır.

Osmanlı Halifesi, devlet adamı, bürokrasisi, uleması daha 1700’lerin ilk çeyreğinde, bir takım “odak”ların İslamcılığın başlangıcı saydıkları Ahmed Han, Veliyullah Dıhlevi, Kevakibi, Nedvi, Afgani-Abduh gibi isimlerden çok önce modernitenin farkına varmış, teknik ve teknolojinin Batı’ya getirdiği üstünlüğü bizzat tecrübe etmiş, hem çağın gerekleri olan bu bilgi ve bilimi imparatorluğa getirmek hem klasik İslami düzeni etkinleştirip yer yer terkiplerde bulunmak üzere harekete geçmiş, reformlar, layihalar hazırlamış, programlar uygulamış, muallimler, öğreticiler, mühendisler getirmiş, çağcıl eğitim kurumları açmıştır.

Bu yüzden İslamcılık çöküşten sonra tekrar nasıl yükseliriz aşamasının değil, hamle içindeki Avrupa ile nasıl yarışır, çağın ruhunu, düzenini, teknik imkanlarını ne şekilde İslam alemine, İslam düşüncesine getiririz, uyarlarız fikri, çabası, girişimi, siyasetidir.

İstanbul merkezli

1800’lerin ikinci yarısında nüvelenip Meşrutiyet döneminden sonra şekillenen İslamcılık bünyesindeki tezlerin en olgun, tecrübe edilmiş, etraflı hali Ahmet Cevdet Paşa tarihinden de takip edilebileceği gibi 1700’lerde inşa edilmişti.

Avrupa’daki Rönesans, Reform ve Aydınlanma’nın, ilim, bilim anlayışının yani “çağın gerekleri”nin eş’anlı olarak İmparatorluğa, İslam düşüncesine nasıl taşınacağı İstanbul’da tartışılır, modeller hayata geçirilirken ortalıkta İslam düşüncesiyle ilgisiz İran ve kısmen Fas haricinde bağımsız bir Müslüman devlet bulunmuyordu! Bu yüzden İslamcılığın, İslam düşüncesinin modernite ile başlayan aşaması Türkiye-İstanbul merkezlidir.

İslamcılık, Müslümanların modern çabası hep “ihya-tecdid-ıslah” kavramlarıyla ifade edilir; oysa “uyarlama-uyum-inşa” mefhumları etrafında düşünülmelidir.

İstanbul uleması, devlet adamı, bürokrasisi modernitenin ve kapitalizmin temel değerlerini, felsefesini, araçlarını, tekniğini, yer yer modern bilimi anlamaya, İslam alemine getirmeye çalışırken öteki İslam coğrafyalarında hala Batıni, mesiyanik, selefi tutumların kavgası yaşanmaktaydı. İmam Rabbani, Şah Veliyullah Dıhlevi geleneğin pasifizmine, Batıni ve sonraki yıllarda bazı odakların İslamcı sayacağı Ahmed Han gibilerin şeriat dışı eğilimlerine karşı mücadele verirken İstanbul ilim ve yönetim çevresi yeni teknik ve zihniyetin adaptasyonu ile meşguldü. Öyle ki yalnızca İstanbul ve Kahire’de yani İmparatorluk bünyesinde “eski usul” ulema yoktu. İmparatorluk bünyesinde İslam düşüncesinin modern olana cevabı “sonradan” değil zamanında verilmeye çalışıldığı için Batı modernitesini de bilen ulema yetişmişti.

İslamcılığı Fransız medeniyetçilik, Anglo-Sakson siyasi güç mücadelesi ve örgütler, gelenekçilik ya da selefilik, Türkiye dışı arayışlar, İstanbul karşıtı yönelimler, etnik kimlikler üzerinden okuyup hep marjinal, dönemsel, sloganlara sıkıştırma, yalnız siyasi ya da tarz-ı hayat sahalarına sıkıştırmaya çalışanlar 19. yüzyılın son çeyreğini esas alır, önceki ciddi ve asıl birikimi, tecrübeyi yok sayar.

Yalnız tecdid, ihya değildir!

Haliyle bidat, mucize, hurafe, kaynaklara dönüş, içtihat, tevekkül, kader anlayışı, Batı’dan alınacakların tartışılması, İslam birliği, eğitim, reform ve saltanat karşıtlığı gibi lokal, tek tek öne çekilen, detay, bütünü anlamayı engelleyen temalar İslamcılığı, İslam düşüncesinin gelişimini, İslam ülkelerinin siyasi yapısını, dünyanın gidişatını anlamayı engeller.

Gelenekçi-sağcı bir yorumcu İslamcılığı neoselefilik diye yorumlarken, etnik kimliğiyle selefi tutum içindeki bir başkası İngiltere’nin safında hilafetin karşısında, laikliği ve bütünüyle Batılı eğitimi savunan Ahmed Han’ı İslamcılık bünyesine alabiliyor. Ulusçu, Kemalist, oryantalist, epistemik cemaatin sözcüleri ise İslamcılığı sıradan, dönemsel bir eğilim ve ideoloji yaftası yapıştırarak Türkiye merkezli bakışa darbe vurabiliyor haliyle.

İslamcılık üzerine yazanlarya “suçlu arama” literatürü olan hurafe-bidat-uyuşukluk edebiyatını ya ihya-tecdid gibi içeriği doldurulmayan sloganik ve parlak kavramları anlatır ya da tarz-ı hayat magazinciliği yapar.

Kökler 1700’lerde…

Moderniteyle paradigma değiştiren Batı’nın güçlendiğinin, teknik-teknolojik atılım gerçekleştirdiğinin, yeni bilim-din-felsefe anlayışının yeni bir zihniyet husule getirdiğinin farkına 18. yüzyılın ilk çeyreğinde varır Osmanlı idareci ve uleması. Burjuvanın, Merkantilist ekonominin kapitalizme evrilmesinin, fendeki yeniliklerin, bilimin askeri sahaya intikalinin, modern devlet organizasyonunun önemini anlayan İmparatorluk bu medeniyetle hem kendi klasik düzeninin hem İslam’ın nasıl uyuşabileceği, hangi noktalarda entegrasyonun sağlanabileceği, pratikte hangi araçların kullanılabileceğini hesap ederek birkaç farklı girişimde bulunur. Bu dönemde onlarca layiha, reçete, sorunun ve çözümün ne olabileceğine ilişkin metin, program, model gündeme gelir. Lale Devri’nden Nizam-ı Cedit’e kadar adaptasyon için gerekli donanım sağlanmaya çalışılır. Ordunun nizamından yeni teşkilatlanmalara, fen okullarından yeni imalat tesislerinin kurulmasına kadar Batı ile eş zamanlı gelişmeler takip edilmeye çalışılır. Fakat İslam’ın, İmparatorluğun, devlet mekanizmasının moderniteyle-kapitalizmle entegre olamaması, Batı’da doğan medeniyeti büyüten ve geliştiren dinamiklerin İslam’a ve klasik düzene karşıt hatta düşmanca olduğunun farkına varılması nedeniyle bu girişim akamete uğrar. Sonraki yıllarda üstünlük içeren yaklaşımların yerini tükenmişliğin, çöküşün dili olan ihya, tecdid, suçlu arama, gerekçelere sarılma dönemi başlar… Kapitalizmin girişimci burjuva ve tekelci modelinden laik hukuka geniş yelpazedeki yeni zihniyeti bir kenara bırakılarak klasik düzen muhafaza edilir, yalnızca araçsallaştırılan adaptasyonlara gidilir. Bu da zamanla fayda vermediği için deforme bir sentez kalır ortada.

Düzenin niye bozulduğu, Batı’nın nasıl ilerlediği sorgulamasının bir netice vermemesi üzerine 20. asırda özcülük kendini belirginleştirir. Dönülecek yerin bulunmaması, klasik düzenin bir daha tesis edilemeyeceği doğal hukuk gereği olduğundan “Asr-ı Saadet’e dönüş” temi bir kaçış teklifi olarak belirginleşir. 17. ve 18. yüzyıllardaki “eski düzene dön” teklifinin de 20. asırdaki kaynaklara dönüş çıkarımının da içeriği ve metodu hiçbir zaman belirlenemez elbette.

İslamcılık çalışmalarında eksik bırakılan yerlerin başında toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak düzenin nasıl tesis edileceği, insanların ümitlerinin, arzularının hangi iktisadi, siyasi, hukuki platformla karşılanacağı gelir. İslamcılığın 1700’lerdeki köklerinde bu düzeni kurma iradesi ve argümanları uygulama sahasına inmişken yaklaşık bir yüzyıl, tespit-metod-devlet mekanizmasının uyum çalışmalarıyla geçti. Bu aşamada Batı’nın Sanayi İnkılabı yaşaması, güçlü bir iktisat ağı kurması, toprak kayıplarıyla artık “Batı’yı eş zamanlı yakalama” imkanı yavaş yavaş ortadan kalktı.

En azından bir takım hukuki, bürokratik reformlarla Batı’nın fikri zeminine yaklaşma, Avrupa medeniyetini doğuran ilkeleri hayata geçirerek Batı’yı yakalama endişesi güçlendi; II. Mahmut’un şeklî reformları yanında Yeniçeriliğin kaldırılması Tanzimat Fermanının müsavat ilkesi de gelişme için faydalı olmadı. Genç Osmanlılar Avrupa’yı bilme ve tanımalarına, modernitenin fikirlerine yaklaşmalarına karşın “Şeriat”ın uygulama alanının sınırlandırılmasına muhalefet etti.

Yüz yılı aşkın biriken tecrübe gösterdi ki yeninin, yenilenme fikrinin, Osmanlı elitlerindeki moderniteyi imparatorluğa adapte etme çabasının önündeki engel din, din adamları değildir. Tam tersine İslamcılık çağın gereklerine göre yeniden organize olmayı içeren kapsamlı bir inşa programını 18. asırda İmparatorluk mekanizmasında hayata geçirmeye çalışmıştır. Genç Osmanlılar da bu bakımdan Lale Devri’nden Meşrutiyet İslamcılarına kadar uzanan zincirin mühim bir halkasını teşkil eder.

İslamcılık ve teknik bilgi

Kabul etmek gerekir ki imparatorluğu ve doğal olarak İslam düşüncesini ve tüm Müslümanları yenilik fikrine götüren Karlofça ve Pasarofça Anlaşmaları sürecindeki yenilgiler, toprak kayıpları, anlaşmalardır. Başta Macaristan olmak üzere pek çok kıymetli mıntıkanın elden çıkması, Rusya’nın Osmanlı nedeniyle bir küresel güç olarak doğuşu, Avrupa’nın Osmanlı’ya vergi vermekten kurtulması, dünya sisteminin farklı bir nizamda İngiltere-Fransa-Rusya ve Avusturya İmparatorluğu merkezinde yeniden kurulup Osmanlı’nın sıradanlaşması yenilik fikrini doğurdu, ateşledi. Klasik dönem tamamıyla kapandı İslam aleminde. Avrupa Kilise’nin zorladığı Haçlı Seferi fikrinden azade oldu, çünkü zaten kapitalist ilişki biçimleri, askeri zaferlerle bunu rahatlıkla sağlıyordu. Gaza fikri geriledi, zenginliğin doğurduğu konformizme gazanın tükenişi eklenince hem Batılı atelye, imalat gibi öncü modern teknik girerken bir yandan da deist, ateist, hedonist, mistik, hayattan kâm almaya matuf musiki-edebiyat atmosferi hakim olmaya başladı. 18. yüzyılın önemli simalarından Ahmet Resmî Efendi Kızılelma fikrinin, gaza düşüncesinin, eski savaş ve askerlik düzeninin ortadan kalktığını Hristiyan Avrupa ile hukuki temasa geçilmesi gerektiğini belirtir.

Batı yakalanabildi mi?

Hendesehaneler açılmış, yabancı hocalar, mühendisler, bilim adamları İmparatorluğa getirilmiş, talimler, askeri mühimmat Avrupa düzeyine çekilmiş, Kızıldeniz ile Akdeniz ve Sakarya ile Marmara arasında kanal açma, İmparatorluktaki madenleri işleme, modern maliye sistemine geçiş, ekonomik refah ve güvenliği öne çekme, başta matbaa yeni teknik alet, modern bürokrasi ikame etme gibi kapitalist sisteme yönelen etkinliklere yönelinmiş ama bir türlü Batı yakalanamamıştır.

Öyle ki Meşrutiyet İslamcılığının prototipi Mehmet Akif’in şiirindeki hülyası, bugün dahi İslamcılığın ufkunda yer ederken aslen 1700’lü yıllarda nüvelenmiştir: “Sayısız mektep açılmış; kadın, erkek okuyor; / İşliyor fabrikalar, yerli kumaşlar dokuyor. / Gece gündüz basıyor millete nâfi’ âsâr; / Âdetâ matbaalar bir uyumaz hizmetkâr. / Mülkü baştan başa i’mâr edecek şirketler; Halkın irşâdına hâdim yeni cem’iyyetler, / Durmayıp iş buluyor, gösteriyor, uğraşıyor; / Gemiler sâhile boydan boya servet taşıyor…”

[email protected]