İslami hareketlerin Ortadoğu’daki rolleri ve etkileri

Prof. Dr. Muhittin Ataman - SETA Ankara Genel Koor. Yrd.
26.09.2015

Batılı devletler, Müslümanların ve Arapların medeniyetten ve demokrasiden uzak, radikal ve şiddet eğilimli toplumlar olduğu algısını yerleştirmeye çalıştılar. Böylece, kendi hazırladıkları bölge akıbetini, kaçınılmaz bir son olarak ilan ederek daha uzun süre bölge halklarının kendi kaderlerini tayin hakkından mahrum kalmalarını sağladılar.


İslami hareketlerin Ortadoğu’daki rolleri ve etkileri

Soğuk Savaş döneminde, süper güçler arasındaki küresel rekabetin bir uzantısı olarak, Ortadoğu’da daha çok sosyalist eğilimli toplumsal ve siyasal hareketler ön plana çıkmış bulunmaktaydı. Bazı muhafazakar rejimlerin dışında bölgesel devletlerin pek çoğunda bu gruplar iktidara da geldiler. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ise daha çok İslami hareketler veya İslamcı gruplar etkili olmaya başladılar. Cezayir’deki İslami Selamet Cephesi, Afganistan’daki Taliban ve Filistin’deki Hamas bunlardan bazılardır. Sonrasında küresel ölçekte faaliyet gösterme iddiasındaki el-Kaide ortaya çıktı.

El-Kaide’nin görünürlüğü 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra çok arttı. Öyle ki ABD Başkanı George Bush, İslami grupları ve hareketleri önce ötekileştirdi, sonra da uluslararası terörizm olarak nitelendirerek onlara karşı savaş ilan etti. Afganistan ve Irak işgallerinde İslami grupların ABD karşıtı faaliyetlerinde ve saldırılarında artış oldu; dolayısıyla, ötekileşme de giderek arttı. Bölgede din ve mezheplerin görünürlüğü ve bunu merkezde tutan aktörlerin etkisi bölgesel siyasetin temel parametrelerinden biri olarak ön plana çıktı.

Ancak İslami hareketlerin asıl etkili olmaya başlaması Arap isyanları sürecinde bölgesel ve uluslararası siyasetin konusu oldu. Medeniyetler arasındaki fay hatlarını tetiklemeyi başaramayan küresel Batılı güçler, İslam medeniyeti içindeki kılcal damarlarla oynayarak ciddi fay hatlarına dönüştürdü. Sonuçta, Müslüman aktörler arasında mezhep ve din temelli ayrışmalar oldu ve Müslüman halklar arasında inanç temelli ben ve öteki ayrışması ile din-merkezli siyasal tanımlamalar gerçekleşti. Bölgede Müslümanlar bir diğerini ötekileştirmeye ve birbirleriyle çatışmaya başladı.

Mısır İslami hareketler

2010 yılının sonlarında patlak veren Arap isyanları ile 2013 yılında bölgesel ve küresel güçlerin desteğiyle Sisi tarafından gerçekleştirilen askeri darbe arasındaki dönemde İslami hareketler Ortadoğu siyasetinin merkezinde oldular.  Öncelikle, o gün itibariyle bölgedeki en önemli örgütlü yapılar olarak despotik rejimlere karşı muhalefetin öncüsü oldular. Zaten uzun süredir toplumsal alanda ciddi faaliyetler yürüten İslami hareketler, Arap dünyasındaki halk hareketlerinin temel taşıyıcısı olarak ön plana çıktılar.

İkinci olarak, İslami hareketler, beklenmedik bir şekilde, bölgedeki demokratik süreçlerin asıl aktörleri olarak temayüz ettiler. Müslüman Kardeşler ve yakın çizgide bulunan hareketler başta olmak üzere, Selefiler gibi radikaller de dahil, bölgedeki hemen tüm İslami hareketler partileşme sürecine girdiler ve ülkelerinde yapılan seçimlere katıldılar. Siyasal hayata katılarak, dolaylı olarak şiddeti bir araç ve siyaset yapma yöntemi olmaktan çıkardılar.

Yapılan oldukça sağlıklı seçimlerden sonra Mısır, Tunus, Libya ve Yemen gibi ülkelerde iktidara da geldiler. Hayatlarında ilk defa seçim sandığının başına giden bölgenin Müslüman Arap halkları, bütün dünyaya, demokratik bir rejim kurabileceklerini gösterdiler. Ancak, Müslüman halkların bu başarılı dönüşümleri küresel güçleri ve onların bölgedeki temsilcilerinin bütün hesaplarını altüst etti. Bunun üzerine İslami hareketlere karşı farklı bir plan uygulamaya sokulmak zorunda kalındı.

Mursi’ye darbe ve sonrası

Mısır’daki Sisi darbesinden sonra, Mısır, Tunus, Libya ve Yemen başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerinde siyaset sıkışmaya ve siyasal alan daralmaya başladı. Öncelikle, bölgedeki siyasi aktörler nitelik değiştirerek birer güvenlik ve askeri yapıya dönüştüler. Doğal olarak, bu aktörlerin faaliyet alanları, siyasi söylemleri ve siyaset yapma yöntemleri de değişti.

İkinci olarak, İslami gruplar bölgesel ve küresel güçler tarafından ötekileştirildiler. Özellikle, bölgedeki en etkili ve yaygın hareket olan Müslüman Kardeşlere (İhvan-ı Müslimin) yönelik uluslararası bir algı operasyonu başlatıldı. Önce Mısır’da, siyaset alanında Muhammed Mursi’nin temsil ettiği İhvan iktidardan düşürüldü, sonra da gayrimeşru ilan edildi. Hatta daha ötesine gidilerek, kendisine yapılan terör faaliyetlerine aldırış edilmeyerek Sisi Yönetimi ve Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri tarafından terör örgütü ilan edildi. Batılı küresel güçlerin de desteğiyle Ortadoğu İhvansızlaştırılmaya başlandı.

Batılı devletlerin, Arap isyanları sürecinin başlarındaki şaşkınlıkları, sessizlikleri veya kayıtsızlıkları yerini İslami hareketlerin önünü kesmeye bıraktı. Batı dünyası, en vazgeçilmez ve ayrıcı vasfı olarak övündüğü “demokratik değerlere saygılı” prensibini bütün dünyanın gözü önünde çiğneyerek bölgenin yeniden otoriter ve despotik rejimlerin yönetimine bırakılmasının önünü açtı.

Küresel algı operasyonu

Bölgesel ve küresel algı operasyonu neticesinde, bölgedeki İslami hareketlere güven zedelendi. Bu hareketler halkın gözünde düşürüldü ve halkın bunlara verdiği destekte bir azalma oldu. Bölge devletlerindeki yegane örgütlü hareketler siyaset sahnesinden çekilince pek çok ülkede siyasi ve idari yapı çöktü ve devletler kaos içine girdiler.

Birbirlerini acımasızca boğazlayan şiddet eğilimli radikal hareketlerin ortaya çıkmasıyla İslam medeniyetinin en kötü şekilde temsil edilmesi sağlandı. Batı dünyası başta olmak üzere tüm dünyada İslam ve Müslüman karşıtı düşünceler gelişti. Kendi ülkelerinde güvenliklerini sağlayamayan ve neredeyse tüm varlıklarını kaybeden milyonlarca Müslüman, tek sığınak olarak gösterilen Batılı devletlere sığınmak için yollara düştüler. Ancak tüm bunlar durumlarını sadece daha dramatik hale getirdi.

Sonrasında da Batılı devletler, Müslümanların ve Arapların medeniyetten ve demokrasiden uzak, radikal ve şiddet eğilimli toplumlar olduğunu gösterdiler. Böylece, kendi hazırladıkları bölge akıbetini, kaçınılmaz bir son olarak ilan ederek daha uzun süre bölge halklarının kendi kaderlerini tayin hakkından mahrum kalmalarını sağladılar. Yani, bölgeyi kaotik bir ortama mahkum eden Batı, bölgedeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını bir süre daha sömürmeye devam edecektir.

Sonuç olarak, İslami hareketler sahip oldukları inşa edici ruhu ve İslam medeniyetine ve ümmetine karşı gerçekleştirilen saldırılara karşı koyma iradesini, dolayısıyla bölgesel siyasetteki etkilerini kaybetmeye başladılar.

[email protected]