‘İslam’ın bugünkü meseleleri’ meselesi

Mehmet Akif Çeç/ Yazar
13.01.2019

İki asırdır modernitenin dayattığı meselelere, çözüm adı altında meşruiyet üretmek içtihad olarak anlaşılmaya devam etmektedir. Bugün için sahih fıkıh ve gerçek içtihad; bu harici meseleleri üreten ve dayatan esas meselenin yani modernitenin nasıl aşılabileceği ve İslam geleneğinin/medeniyetinin yeniden nasıl inşa edilebileceği üzerine çözümler üretmek; teoriler, tasavvurlar ortaya koymaktır.


‘İslam’ın bugünkü meseleleri’ meselesi

İki asırdır, “İslam’ın bugünkü meseleleri”, “Müslümanların günümüz meseleleri”, “Güncel, aktüel dini meseleler” gibi üst başlıklar altında ele alınarak çözülmeye çalışılan meselelerin esasen İslam’ın da, Müslümanların da “asli” meseleleri olmadığını; aksine bu meselelerin, bizim esas meseleyi ya da meselenin esasını ıskalamamıza yol açan bir büyük mesele olarak karşımızda durduğunu öncelikle tespit etmek durumundayız. İki asırdır “mesele” olarak masaya yatırılan meselelerin, kendi toplumsal, tarihsel ve zihinsel koşullarımızın ürettiği sahici meselelerimiz olmadığını; harici şartların dayatmasıyla ortaya çıkan verili sosyolojik durumun ürettiği arızî, sun’î, “de facto” meseleler olduğunu; dolayısıyla bu meselelerin binlercesini çözmekle dahi esas meseleyi anlamaya ve çözmeye dair henüz bir adım atmaya bile başlamış sayılmayacağımızı; İslam geleneğinin/medeniyetinin yeniden inşasının imkanları üzerine ilk adımı atmaya başlamanın en başta bu meseleyi fark etmekten geçtiğini bilmek durumundayız.

Esas mesele: modernite

Esasen iki asırdır karşı karşıya olduğumuz asıl meselenin ne olduğunun cevabı gayet açıktır; “modernite”. Modernite, son iki asırdır, İslam tarihine yapılmış harici, dindışı büyük bir müdahaledir. Ancak, Müslüman intelijansiya moderniteyi böyle okumamış, aksine ilerlemeci-Batımerkezci bir okumayla, İslam tarihinin de dahil olduğu evrensel insanlık tarihinin bir devamı olarak görmüş ve modernitenin getirdiği yeni durumları bu tarihsel koşulların ürettiği olağan sonuçlar olarak kabul etmiştir. Dolayısıyla Müslüman intelijansiyanın, moderniteyi bir “mesele” olarak okumak yerine, modernitenin ürettiği meseleleri “Müslümanların meseleleri” olarak tanımlayıp sahiplenmesi; hem moderniteyle bir meselemizin olmadığına dair bir anlayışın pekişmesine, hem de modernitenin tedrici biçimde içselleştirilmesine yarayan bir işlev görmüştür. Modernitenin ürettiği meselelerin doğrudan İslam’ın/Müslümanların meseleleri olarak okunması, daha başından çözümün ne olması gerektiğini de kendi içinde vaz’ eden bir nitelik kazanmıştır, yani çözüm; “mesele”yi meşrulaştırmaktır. Böylelikle, intelijansiyanın, iki asırdır modernitenin önümüze koyduğu meselelere içtihad/çözüm başlığı altında ürettiği çözümler “meşrulaştırım fıkhı” adını koyabileceğimiz nevzuhur, turfanda yeni bir fıkhın da türemesine yol açmıştır. İslam aleminin güya “geri kalması”nı içtihad kapısının kapalı olması şeklindeki temelsiz bir gerekçeye bağlayanların; iki asırdır “Müslümanların bugünkü meselelerinin çözümü” adı altında ürettikleri sözde içtihatlarla Müslümanları hangi “ileri” noktalara taşıyabildikleri de ayrıca ciddi bir mesele olarak ortadadır.

Meşrulaştırım fıkhı

Modernitenin ürettiği meselelerin İslam’ın bugünkü meseleleri olarak okunması, neticede fıkhın, bu meselelerin çözümü için “imkan”lar üreten elverişli bir araç konumuna indirgenmesine yani fıkhın araçsallaştırılmasına da sebebiyet vermiştir. Bu fıkhetme biçiminde asıl gaye İslami bir hayat tasavvuru ortaya koymak değil, harici meseleleri meşrulaştırmak ve İslamileştirmek olduğundan; bu konuda kullanışlı bir anahtar sözcük olarak “imkan” sözcüğünün bütün imkanları seferber edilerek, bütün imkansızlıkların imkan dahiline sokulabildiği görülmektedir.

Bu fıkhetme biçiminde, modern Müslüman zihin tarafından, fıkhın bazı temel ilkeleri, kavramları, yöntemleri, çözüm enstrümanları yapısöküme uğratılarak dönüştürülmekte ve adeta fıkıh bu modern meseleleri onaylama mercii durumuna getirilmektedir. Hz. Ömer gibi içtihatları ile İslam ümmetinin önünü ve ufkunu açan ve gelenek bünyesindeki pek çok yeniliği (tecdid) ihdas eden bir şahsiyet bile, gelenek içindeki özgül konumundan ayrıştırılarak, adeta modernist okumanın öncüsü bir konuma yerleştirilebilmekte ve İslam geleneğinin bu büyük müçtehidi, modernitenin kucağımıza bıraktığı meselelere içtihad adı altında dinsel argümanlar üretme ameliyesinin mesnedi durumuna düşürülebilmekte yani istismar edilmektedir. Tarih boyu, Müslümanların, karşılarına çıkan meselelere çözüm üretme konusunda önemli işlevler gören “örf, makasıd, maslahat, istihsan, istislah, cevaz, ibaha, ruhsat, zaruret” gibi islam tefekkuh geleneğinin çözüm enstrümanları, modernist zihin tarafından kendi paradigmal, metodolojik ve hiyerarşik bağlamından kopartılarak, nassların önüne geçirilerek ve modern zihinle yeniden üretilerek, modernitenin dayattığı meselelere dinsel meşruiyet üretmeye yarayan argümanlara indirgenmektedir. Esasen aynı kavramlardan söz ediliyormuş gibi zannedilse de, nassların ruhunu değil, zamanın ruhunu esas alan modernist zihnin, makasıdü’ş-şeria’yı modernliğin gayelerine; maslahatı maslahatçılığa; zarureti zorunluluğa; istihsanı istismara; cevaz, ibaha kavramlarını da seküler/profan alanları helalleştirme argümanına dönüştürdüğünü söylemek yanlış olmasa gerektir.

Örf ve zaman

Yine bu kapsamda, örfün, İslam tefekkuh geleneğindeki yeri ve konumuna bağlı olmak kaydıyla “örfe dayalı hükümlerin, örfün değişimine bağlı olarak değişebileceği” şeklindeki bir temel prensip, meşrulaştırım fıkhının argümanlarından biri haline getirilmekte, böylelikle modernitenin ürettiği harici meseleler önce örf kapsamına alınmakta ve sonrasında da örfün değişmesine bağlı değişimler olarak okunmak suretiyle istenilen çözüme kavuşturulmaktadır. Dolayısıyla İslam’ın ilkelerinden hareketle bir sosyoloji inşa etmek yerine, modernitenin ürettiği verili sosyolojiye uygun bir fıkıh ve dini anlayış inşa edilmekte, meseleler çözüldükçe dini kavramlar ve değerler de çözülmekte, çözülen meseleler arttıkça sekülerleşme de artmaktadır. Yaklaşık bir asır önce Z. Gökalp’in gündeme getirdiği, usul-i fıkhı örfe, örfü de verili sosyolojiye indirgeme önerisi (içtimaî usul-i fıkh) her ne kadar teorik olarak pek kabul görmüş sayılmasa da; esasen iki asırdır, pratikte “meselelere çözüm üretme” adı altında ortaya konulan meşrulaştırım fıkhının Gökalp’in önerisinden çok da farklı olduğunu söyleyebilmek pek mümkün görünmemektedir.

Gelenek paradigması içinde İslam fıkhına büyük bir dinamizm imkanı sağlayan “Zamanın değişmesiyle bazı hükümlerin de değişebileceği” ilkesi de, iki asırdır, güncel değişimlerin ürettiği meselelerin meşrulaştırımı için kullanılan argümanlardan biri olmuştur. Modernist zihin, bu prensibi kendi düşünme sistematiği içinde şu önermeler silsilesi eşliğinde okumaya tabi tutarak bağlamından koparmaktadır: Tarihsel bir olgu olarak zamanın değişimi mutlaktır; buna bağlı olarak zamanın getirdiği değişim meşrudur; dolayısıyla yaşadığımız çağda ortaya çıkan modernite ve onun getirdiği tüm değişimler zamanın değişmesine bağlı değişimlerdir; o halde zamanın getirdiği her değişime göre hükümleri yeniden ele almak ve değişime uygun biçimde değiştirmek de zamanın gerisinde kalmamak için zorunludur. İlerlemeci-modernist bir zihnin ürettiği bu temelsiz mantık silsilesinden yola çıkıldığında, salt zamanın değişmiş olmasının, dini hükümlerin yeni şartlara intibak ettirilmesinin gerekçesi haline getirilebildiği görülmektedir. Şimdi de bu hüküm cümlesini gelenek paradigması içinden sahih bir okumaya tabi tutalım: Burada kastedilen “zaman”, geleneğin aurasının çevrelediği tarihselliktir. Bu tarihsellik, tarihüstü hakikat alanından (Allah, vahiy, nübüvvet) bağımsız değildir. Dolayısıyla gelenek aurasının tarihsel sürekliliği içerisinde, değişen dinamiklere bağlı olarak yeni meseleler ortaya çıkabilir, bu durumda da gelenek, ortaya çıkan yeni bilgiler ve değişkenlere bağlı olarak, kendi paradigmal bütünlüğü ve tutarlılığı içinde “bazı” hükümlerini değiştirebilir, böylelikle de kendi sürekliliği içinde kendini yenilemiş olur (tecdid). Görüldüğü üzre buradaki sorun, geleneğin bir çözüm enstrümanı olarak kullanılagelen bu fıkhî kaidenin kendisinde değil, modernist zihin tarafından bu kaidenin, modern bir fıkıh inşasının dayanaklarından biri haline dönüştürülmüş olmasındadır. Henüz yaygın bir kabul görmüş sayılmasa da, modernitenin getirdiği meseleler  konusunda tarihselci söylemin ürettiği  çözüm yaklaşımları da ayrı bir değerlendirme/eleştiri konusu olarak ayrıca ele alınmalıdır.  

Modernitenin ürettiği harici meselelerin çözümü için argüman olarak kullanılan önermelerden biri de; İslam’ın çağlarüstü ve evrensel bir din olduğu hakikatidir. İslam’ın evrenselliğinin bir gereği olarak, Müslüman’ın, her çağı, İslam’a göre anlama ve anlamlandırma yükümlülüğü, idrak kaymasına uğratılarak ve tersine çevrilerek; İslam’ı, çağa göre anlama ve anlamlandırma (asrın idrakine söyletme) anlayışına dönüştürülmüştür. Benzer biçimde, İslam’ın bir hayat nizamı olduğu şeklindeki ilkesel önerme de, peşi sıra eklenen yanlış önermelerle, modern hayatın ürettiği meselelerin İslamileştirilmesine yarayan bir temellendirmeye dönüştürülmüştür: İslam bir hayat nizamıdır, dolayısıyla bugün de yaşadığımız bir hayat vardır, bir hayat nizamı olan din bu hayattan ve bu gerçeklerden kopuk olamaz; o halde din ile yaşanılan hayatın, din ile realitenin/vak’anın arasını bulmak, dini hayatın gerçeklerine uyarlamak, dolayısıyla ikisini birbiri ile uyumlu hale getirmek Müslüman’ın bugünkü/bu çağdaki vazifesidir. Şu mantık silsilesine bakın ki, bir hayat nizamı olan İslam’dan, modern hayatı onaylama nizamı olan İslam’a ulaşılmaktadır.

İslam’ın aslî meseleleri

İslam geleneğinin kendi tarihsel yolculuğu, bütünlüğü ve sürekliliği içerisinde Müslümanların yaşadığı/yaşayacağı meselelerin cinsi ve nev’i ile; geleneğin, hayatın merkezinden itildiği son iki asırdır yaşanan ve “mesele/sorun” olarak tanısı konulan bugünkü meselelerin nev’i/cinsi aynı değildir, aralarında temelden, paradigmal bir mahiyet farkı vardır. Müslümanların, İslam geleneğinin aurası içinde yaşadıkları; hayata, varlığa, aleme, insana, eşyaya, doğaya o auranın içinden baktıkları, dünya görüşleri ve tasavvurlarının o auranın zihinsel ve paradigmal alanı içinde şekillendiği bir ortamda, ortaya çıkacak tüm sorunlar/meseleler de İslam toplumun kendi iç dinamiklerinin, kendi koşullarının, kendi sosyolojisinin ürettiği meseleler olacak ve bunlara da yine alimler/mütefekkirler aynı paradigmal bütünlük içerisinde, kendi yöntemleriyle sahih çözümler üreteceklerdir. Yine aynı gelenek aurası içinde, dış alemle temasın neticesi olarak karşılarına çıkan sorunlar ve yabancı unsurlar söz konusu olduğunda da, bunlar, alimlerin ve paradigmanın kendi süreçleri ve yöntemleri ile bir sonuca bağlanarak ya bünyenin bir parçası haline getirilecek ya da çöpe atılacaktır. Bütün bu çözümler hayatın olağan doğal akışı içinde cereyan ederken aynı zamanda geleneğin kendi iç dinamikleriyle kendini yenileme, üretme ve inşa etme (tecdid) süreci de spontane biçimde devam etmiş olacaktır. Böylece gelenek, her alanda, kendi dinamiklerine bağlı olarak ortaya çıkan meselelere ürettiği çözümlerle (içtihad), hayatiyetini ve sürekliliğini sürdürmüş olacaktır. Böyle bir gelenek aurası içinde Hz. Ömer’in içtihad yöntemlerinin de; zamanın değişmesi, örfün değişmesi ilkelerinin de; makasıd, maslahat, ibaha vs. çözüm argümanlarının da kendi anlam dünyasında bir karşılığı vardır. Bu argümanları ait oldukları anlam dünyasından kopartıp başka bir anlam dünyasına adapte etmek, onların bütün sahih anlamlarını iptal etmek demektir. Dolayısıyla bu argümanların kendi anlam dünyasından kopuk biçimde kullanılmaları, bunlara dayalı olarak üretilen bütün bilgileri, çözümleri de gayr-ı sahih ve geçersiz kılmaktadır.

Entelektüel cehd

Maalesef iki asırdır modernitenin dayattığı meselelere, çözüm adı altında meşruiyet üretmek içtihad olarak anlaşılmaya devam etmektedir. Burada ciddi bir yanlışlık söz konusudur. Esasen, bugün için sahih fıkıh ve gerçek içtihad; bu harici meseleleri üreten ve dayatan esas meselenin yani modernitenin nasıl aşılabileceği ve İslam geleneğinin/medeniyetinin yeniden nasıl inşa edilebileceği üzerine çözümler üretmek; teoriler, tasavvurlar ortaya koymaktır. Moderniteyi aşma ve geleneğin yeniden inşasının potansiyellerini ortaya koyma şeklindeki bugünün entelektüel cihadının esasını teşkil eden bu entelektüel cehdi ortaya koyabilecek müçtehidlerimiz yok denecek kadar azdır. Modern zihinle muallel ve modern paradigma içinde mahpus intelijansiyamız da, modern akademyanın bir parçası olan ilahiyat akademyamız da bu içtihadı yapabilecek zihinsel, epistemolojik, metodolojik, paradigmal çerçeveden maalesef mahrum durumdadır. O halde, modernliği aşma ve sahih İslam geleneğini/medeniyetini yeniden inşa etme noktasında Müslümanların önünü/ufkunu açacak, Müslümanlara öncülük yapacak yeni bir alim/entelektüel/mütefekkir-önder modeline ihtiyaç vardır.

[email protected]