İslamofobi’den nefret suçlarına ABD ve İslam ilişkileri

Prof. Dr. Ali Murat Yel / Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
3.10.2015

Eğer 14 yaşındaki esmer tenli ve gözlüklü öğrencinin adı Ahmed ve soyadı Mohamed olmasaydı böylesine bir olay yaşanır mıydı? Herhalde aynı yaşlarda beyaz tenli bir John Snow aynı muameleye maruz kalmazdı.


İslamofobi’den nefret suçlarına ABD ve İslam ilişkileri

Geçtiğimiz ay Amerika Birleşik Devletleri’nin Teksas Eyaleti’nin Irving şehrinin MacArthur Lisesi’nde akıllara durgunluk verecek bir olay yaşandı. Basın-yayın organları ve sosyal medyada geniş yankı uyandıran hadisenin kahramanı olan Ahmed Mohamed yeni açılan okuluna evde kendisinin dizayn ettiği bir aletle gelince kıyamet kopmuş ve öğretmeni bomba sandığı için polisleri çağırmış ve öğrenci elleri arkadan kelepçelenerek gözaltına alınmıştı. İlk başta öğretmen ve daha sonra polis memurlarının basitçe her halinden amatörce yapıldığı belli olan aletin ne olduğunu sormaları yeterliyken meseleyi büyütüp dünya çapında bir sansasyona sebep olmalarının arkasında ne olduğu sorgulandığında akla ilk “İslamofobi” gerçeği gelmektedir.

Eğer 14 yaşındaki esmer tenli ve gözlüklü öğrencinin adı Ahmed ve soyadı Mohamed olmasaydı böylesine bir olay yaşanır mıydı? Herhalde aynı yaşlarda beyaz tenli bir John Snow aynı muameleye maruz kalmazdı. Çünkü geçtiğimiz Mayıs ayında bu sefer Britanya’nın başkentindeki Islington ilçesinin Central Foundation Lisesi’nde yine 14 yaşındaki Müslüman bir öğrenci Fransızca dersinde gezegenimize şiddet uygulayanlar başlığında bir tartışmada “L’ecoterrorisme” (eko-terörizm - çevreye uygulanan terörizm) gibi bir kelimeyi kullanmasıyla dersten alınarak hiç tanımadığı iki kişi tarafından sorgulanmıştı. Öğrencinin DAİŞ gibi bir terörist örgütle ilişkisi olduğu şüphesiyle herhangi bir organizasyona üye olup olmadığı ve derste kullanmış olduğu “eko savaşçıları”ndan hareketle bombalar üzerine uzun uzun sorguya çekilmişti.

Medeniyetler çatışması

Bahsedilen bu iki örnek için de ABD ve Britanya gibi ülkelerin Samuel Huntington’un “medeniyetler çatışması” tezi ve özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra kendilerini güvende hissetmediklerinden “önleyici tedbirler” almaları haklı gibi görünebilir ama bu tür hadiselerin giderek yaygınlaşması ve daha da önemlisi normal karşılanmaya başlaması kesinlikle kabul edilemez.

1997 yılında Runnymede Trust tarafından yayınlanan rapora göre İslam’dan veya Müslümanlardan korku, onlara karşı nefret ve önyargıyı ifade etmekte kullanılan İslamofobi artık günümüzde tartışmaya açık bir kavram haline gelmiştir.  Eleştirilerin temelinde psikolojik bir terim olan “fobi” kelimesinin -Müslüman ülkeler de dahil olmak üzere- bugün dünyanın her yerinde sadece bir korkuyu ifade etmenin çok daha ötesine geçmiştir. Psikolojide kullanıldığına göre fobi, kişinin aslında kendisine zarar vermeyeceği düşünülen bir objeden kendi vehimleriyle korkması halidir ve korkulan objenin kendisinden kaynaklanmamaktadır. Zararsız olduğu biline örümceklerden, yükseklikten, kapalı yerlerden veya benzer bir şeyden korkmada temel unsur kişinin kendisidir. İslamofobi de bu anlamda kullanıldığında İslam’ın veya Müslümanların bizzat kendilerinde korkulacak bir unsur olmamasına rağmen sosyal, kültürel, tarihi veya ekonomik sebeplerle kişi kendisine bir korku vehmedebilir. Ama İslamofobi bireysel olmaktan çok kendisini “sosyal anksiyete” (tedirginlik) olarak kendilerinden gerçekten bir zarar gelsin veya gelmesin tüm Müslümanlara ve İslam’a yöneltmektedir. Tabii fobi olarak adlandırılan her korkuda olduğu gibi bu korkuya maruz kalan kişilerin psikolojik olarak tedaviye ihtiyaçları olup bu korkularıyla yüzleşmeleri ve korkularını yenmeleri beklenir. Bu anlamıyla kullanıldığında İslamofobi sanki psikolojik bir rahatsızlıkmış gibi algılanmakta ve bu korkuya sahip kişilerin adeta zararsız ve masum oldukları inancı yaygınlaşmaktadır. Halbuki, kavram artık bu masumiyetinden hızla uzaklaşarak küresel bir ırkçılığa evrilmektedir. Zaten tarihten gelen oryantalist ve yakın zamanlardaki Avrupa merkezci siyasi yapının barındırdığı korku ve önyargılar sosyal ve kültürel ilişkiler ağını etkilemekte ve Batı’nın “medenileştirici” rolüyle birleşerek kendisinden olmayanları rehabilite edebileceği düşüncesiyle şiddete varan uygulamaları yapmakta kendisini haklı görmektedir.

İslam karşıtlığı

Gerçek hayattaki uygulamalar ve bireysel olarak Müslümanlara yapılan davranışlar söz konusu olduğunda kavram bu haliyle yetersiz kalmakta ve artık anti-Arap veya anti-Asyalı tavırlarının bir devamı olarak “ırkçılık” boyutuna ulaşmaktadır. Yani, kişinin İslam ve Müslümanlara karşı duyduğu korku zararsız olmaktan çıkıp bizzat bu dinin mensuplarına yönelik şiddet içeren tavırlar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu haliyle de 1930’ların anti-semitizmine, hatta onun çok daha alanı genişletilmiş bir versiyonuna benzemektedir. Müslüman bir isme veya bu dine mensup insanların kullandıkları düşünülen kıyafetlere sahip olmak ayrımcılığa maruz kalmayı gerektirecek “haklı” sebepler olarak görülmektedir. Daha önceleri Yahudilere ve siyahlara karşı olduğu gibi Batı insanında eskiden beri var olan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık artık dini bir kisveye bürünmüştür. Alanı bu kadar genişleyen İslamofobi de bu gelişmelere uygun olarak “anti-İslam veya anti-Müslimism”  şeklinde İslam veya Müslüman karşıtlığı olarak kullanılması daha uygun olacaktır.

İslam karşıtlığı ise ayrımcılığa maruz kalan bireye sırf dininden ötürü ait olduğu toplumsal bir gruba mensubiyetinden dolayı uygulanan şiddet dolayısıyla normal suç olmanın ötesinde bir “nefret suçu” (hate crime) olarak değerlendirilmelidir. Yani, böyle bir hadisede kurban, saldırgan ile arasında kişisel bir husumetten dolayı değil de sadece bir sosyal grubun mensubu olduğu için şiddete maruz kalmakta ve diğer adli vakalardan ayrı bir şekilde ele alınmalıdır.  Giymiş olduğu kılık-kıyafeti, konuştuğu dili, cinsiyeti, dış görünüşü, ten rengi veya fiziki engeli gibi sebeplerden dolayı “öteki”ne karşı duyulan önyargı, nefret suçunun temel motifidir. Bu önyargıdan hareketle kurban tacize ve şiddete maruz kalabilir, grubun yaşadığı mahaller nefret içerikli duvar yazılarıyla tehdit edilebilir, iş bulmakta veya işini devam ettirmekte zorlanabilir veya en azından “hate mail” denilen elektronik postalara muhatap olabilir. Burada sayılan durumlar tamamıyla insan özgü olduğundan bu suçu işleyenler aslında temel insan haklarını ihlalden suçlanmalıdır.  Üstelik nefret suçu sadece tek bir bireyi hedef almamakta, bireyin mensubu olduğu tüm grubu tehdit etmek suretiyle psikolojik travmalara da yol açmaktadır. Hatta hal-i hazırda kendileri tehdit altında olmasa bile diğer benzer gruplar da yakın bir gelecekte sıranın kendilerine geleceğinden endişe etmektedirler. Toplumsal huzur ve ahengin olmadığı böyle bir toplumda yaşamanın zorluğundan bahsetmek bile gereksizdir. Bir de bu tür saldırılara maruz kalan -örneğin ABD’deki siyahlar- gruplar bırakın intikam duygularıyla karşı saldırılarda bulunmayı barışçı karşı gösterileri bile düzenlemeleri toplumdaki birlikte yaşayabilme inancını zedelemektedir.

Nefret suçu düzenlemeleri

Dünyanın farklı coğrafyalarında farklı devletler kendi yasalarında nefret suçlarıyla ilgili düzenlemeler yapmışlar, ancak toplumun sosyal değerlerini yansıtan diğer tüm ceza kanunlarında olduğu gibi nefret suçlarıyla ilgili düzenlemeler o toplumun “eşitlik” bakış açısını da yansıtmaktadır. Bir başka deyişle, bu sosyal değere verilen önem ile nefret suçlarıyla mücadele tarzı arasında benzerlik görülmektedir. Aslında bu tür yasal düzenlemelerle bu değerin toplumda yaygınlık kazanması ve bireyler tarafından içselleştirilmesi mümkün olabilecektir. Aksi takdirde bu suçlara gösterilecek yumuşak tavır ve hoşgörü diğer yasaların da zamanla zayıflamasına ve hatta nihayetinde hukukun üstünlüğünün sorgulanmasına kadar gidebilecektir. Nefret suçunun hangi motiflerle işlendiği de kültürel ve tarihi şartlara bağlı olabileceğinden her devlet bu şartları gözönüne almak durumundadır. Mesela, bir ülkede bulunan ve toplumun diğer kesimleriyle aralarında tarihten gelme bir husumet bulunan gruplara ilişkin işlenen suçlarda yetkililer daha dikkatli davranmalıdır. Böyle bir gruba mensup öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir okulun saldırıya uğraması veya yakılması adiyattan bir suç olarak değil de nefret suçu olarak ele alınmalıdır. Ancak böyle davranılırsa toplumun nefret suçlarına tolere etmeyeceği açıkça ortaya konulabilir.

Her ne kadar uluslararası alanda ve özellikle de Birleşmiş Milletler teşkilatı tarafından zaman zaman insan hakları genelinde ve dini özgürlükler temelinde çeşitli deklarasyonlar yayınlansa da İslam’a ve Müslümanlara karşı işlenen nefret suçları çoğu zaman suçların işlendiği devletler tarafından göz ardı edilmektedir. Hatta bu tür belgeleri diğer devletlerden önce alıp kendi hukuk sistemlerine uygulayan devletlerin başında gelen ABD’de bile nefret suçları çoğu zaman “ifade özgürlüğü” kapsamında ele alınmaktadır. Her ne kadar Başkan Barack Obama Ahmed Mohamed’i başına gelen bu korkunç olaydan sonra teselli etmek üzere Beyaz Saray’a davet etse de aynı günlerde Cumhuriyetçi Parti’nin başkanlık aday yarışında yer alan Donald Trump’ın açıkça Müslümanlar ve diğer etnik gruplar hakkında ırkçı ifadeler kullanması ülkede infiale yol açmamıştır. Yine aynı partiden başkan adayı olan Ben Carson’un katıldığı bir televizyon programında bir soru üzerine Amerika’da Müslüman bir kişinin başkan olmasına anayasaya aykırı olmasından dolayı karşı olduğunu ifade etmesi ve yine bazı temsilcilerin ülkeye Suriyeli sığınmacıların kabul edilmesine karşı çıkmalarının altında hep Müslümanlara arşı bir önyargının ifadesinden başka bir şey değildir. Hele bir önceki seçimde başkan adaylarından olan Sarah Palin’in Ahmed Mohamed’in saati için “eğer o bir saatse ben de İngiltere kraliçesiyim” ya da geçen sene ırkçı söylemleriyle öne çıkan ve kendisini solcu olarak niteleyen Bill Maher’in “o alet tam da bir bombaya benziyor” tarzındaki aşağılayıcı ve küçümseyici tavırları gerçekten “masum” İslamofobi’yi çoktan geçmiş ve Müslüman düşmanlığı içeren nefret suçları kapsamında değerlendirilmesi gereken adli vakalar olarak tarihe geçmiştir. Kendisini demokrasi ve özgürlükler havarisi olarak gören ABD’nin bu suçlar karşısında nasıl bir tavır sergileyeceğini merak eden var mı?

[email protected]