İslâmsız vatanperverlik, idealize edilen Müslümanlık

Ercan Yıldırım/ Yazar
18.07.2025

Türkiye eğer varlığını devam ettirecek, İslam aleminin önüne düşüp Ümmet'i teşekkül ettirip, kapitalist dünya sistemini geriletecek, doğal siyasi kimliği İmparatorluk ile yeniden Pax Turcica'yı inşa edecekse bu İslamsız vatanperverlikle değil sahih İslam anlayışı, sahici Müslümanlık ile mümkündür.


İslâmsız vatanperverlik, idealize edilen Müslümanlık

Ercan Yıldırım/ Yazar

20. yüzyılın, modern ulus devletin, modernitenin ve Kemalizmin bu topraklara yaptığı en büyük kötülük İslam ile etnik kimlikleri birbirinden ayrıştırması oldu.

İslam ile dini-kültürel kimliklerin ilişkisi çoğunlukla birbirine karıştırılmayacak biçimde kompartımanlı ele alınır. Fakat İslam'ın Türkiye'nin Nomosu ve ruhu olması, Kemalizmin çizdiği Türklüğün İslam'ın tam karşısında durması nedeniyle vicdanlı ve maneviyatçı Türkçülerle bu topraklara bağlı İslamcılar, İslamsız Türklüğü hep reddetti, İslam ile Türklüğün "et-tırnak" gibi olduğunu savundu.

Türkçü milliyetçiler İslam öncesi bozkır kavimlerini Türk kimliği içine katarken İslamcı-muhafazakârlar Türk'ün çıkışını umumiyetle İslam sonrası görürler ve Göktürkler öncesi referansları, mitolojiyi makbul ve meşru kabul etmezler. İslam ile Türk'ün ontolojik bütünlüğü Tanzimat sonrasından itibaren sık sık savunuldu. Bernard Lewis'in "İslam'ı milli kimliklerine en iyi Türklerin gömdüğünü "belirten yaklaşımı Cumhuriyet döneminde İslamsız Türklük arayışlarına kalkan olurken küreselleşme evresinde İsmet Özel'in "kafir ile çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir" tarifinden çok "Avrupa'da Müslüman olanlar için Türk oldu" belirlemesi adeta kale vazifesi gördü.

İslam ve Türk'ün mahiyetini belirleme savaşı

İslam ile Türk kavramları 2000'lerden itibaren küreselleşmeci, radikal demokrat AB taraftarı, Neoliberal İslamcı dönemde vatansız ve milliyetsiz evrenselciliği, buna mukabil ulusalcı-Kemalist İslamsız Türklüğü ve İsmet Özel ekseninde Türklüğün bizatihi İslamla mukayyet olduğu tezlerini barındıran akımları doğurmuştu.

Post küreselleşme ve Neoliberal İslamcılığın bitip "milli-yerli" evrenin başladığı yıllarda artık İslami kesimin tümü Bernard Lewis yorumunu dilinden düşürmezken ulusalcı-Kemalist İslamsız Türklüğe Suriyeli-yabancı-sığınmacı düşmanlığı ve deizmle ateizmi barındıran yeni bir yorum da eklendi.

MHP tipi Anadolu milliyetçi-ülkücülüğünü Erdoğancı ve entegrist bulanlar siyasi muhalefetlerini İslam'a da yansıtarak Göktürk alfabesiyle yazılan Türk'ü simgeleştirip mitolojik-şamanist bir tengricilik inşa etmeye yeltendi. Milli-yerli potansiyeli bulunan gençliğin tengriciliği tercihinde kimi tarih dizilerinin ilk dönemlerde pür İslami iken sonradan mitolojiye sarmasının tesiri de yüksek.

İslam'a karşı çıkmasa bile İslam'ı eleştirip düşmanlaştırmayan hatta bu toprakların "mayası" gören eski tip ulusalcılığa rahmet okutan tengricilik toplumu ve ülkeyi sarsarken İslam'ı önemseyen Türkçüler, Türk-İslam sentezcileri, Türkçü İslamcı ya da İslamcı Türkçüler de nasıl bir İslam düşündüklerini izah edemeyecekleri bir zihni teşevvüşe düştüler.

Beklediğini bulamayanların İslam'ı yük görmesi

Bu ülkede trendler dönemlere göre değişir. Kimi zaman İslam ölümüne savunulurken kimi zaman vatan kavramını korumak adına her tür değer hatta İslam bile ikincil pozisyona düşebilir! Toprağı ikinci plana iten bazı İslamcılar bile Gezi-15 Temmuz-Hendek konjonktüründen sonra İslam ile Türkiye'yi birbirinden ayrıştırmadan savunurken vatanperverler, iktidar karşıtlığını dine de yansıtarak, Türkiye ile Kemalizmi dolayısıyla laikliği en üst seviyeye çıkarıp İslam'ı ikinci plana itivermekte beis görmediler.

Öyle ki vatanın korunması onlara göre yalnız laiklik ile mümkünmüş! Buna Türk-İslam sentezcileri, Türkçü İslamcılar da farklı yollarla destek oldular.

Son yıllarda kimi Türkçü milliyetçiler İslamcı camia içindeyken iktidarın şahsi beklentilerini karşılamamasından ötürü Bektaşiliğe, heterodoksiye, Melamiliğe, deizme, "serbest derviş"liğe, muhalefet matbuatında yer tutmaya, İslam düşüncesinde pek de tasvip edilmeyen bir takım sanat faaliyetlerine, "bu toprağın çocukları" edebiyatına, kendi halinde bir Köroğlu, Pir Sultan Abdal isyankarlığına, Ekremcisol liberal ağızlarını perdelemeye matuf "siyasi doğruculuk"pozlarına geçtiler.

Tabii insanların ideolojik alt yapılarıyla bireysel maddi beklentileri düşünce hayatını çok da ilgilendirmez fakat İslamsız vatanperverler tutumlarını makbul, tercihlerini doğru, genel kabullerini hakikat gösterme adına İslam'ı, Müslümanlığın bu topraklardaki yerini kendi rafızi ve heretik bakış açılarına göre "mutlaklaştırmaya" dahası bu ezberleri herkese kabul ettirmeye çalıştıkları için mücadele, ayrışmagittikçe büyüyor.

Anadolu Müslümanlığı var mı?

Türkiye'de Kemalist din anlayışını yerleştirmek, laikliği meşrulaştırmak için cami-meyhane ikiliği, "Cuma'dan Cuma'ya, Bayram'dan Bayram'a" kalıpları biraz da sempatikleştirilerek, sık sık Bektaşi fıkraları eşliğinde anlatılır.Anadolu irfanını da içerecek tarzda bu topraklardaki Müslümanlık Batıni, Rafızi, Bektaşi yorumlardan ibaret gibi bir tablo çizilir. Halbuki biz Türkler Anadolu'yu İslamlaştırdıktan, bu toprakları İslam ile vatan kıldıktan sonra İslami umdeleri "yaşam tarzı"na çevirmiş, İslam'a mugayir gelenekleri tasfiye etmiş, umdeleri, emir ve yasakları bizatihi eksiksiz yerine getirmiştir.

Dolayısıyla modernleşme sonrasında beliren ve Cumhuriyet ile bir projeye evrilen laiklik, İslam'ı yalnız özel alanda, yalnız vicdanlarda gören yaklaşımlar, Müslümanların da pragmatizmine seslenecek tarzda meydan okurcasına "Allah ile benim aramda" kimse karışamaz söylemine yerleşmiştir. Tabii bu "kültürel Müslümanlık", laik tutum beraberinde İslami olanı zikreden Müslümanları "Allah adına hesap sormak"la yaftalarken aslında kendileri de laiklik adına dinini yaşama cehdini gösterenleri sigaya çekip "gösterişçilik", dayatma, bize kimse karışamaz, çıkışlarıyla gündelik hayatta yaşanan Müslümanlığı ortadan kaldırmak istediklerini de belirginleştirirler.

İslamsız Vatanperverlerin, laiklerin, tengricilerin, cami-meyhane kültürelcilerinin özgüvenlerinin arkasında Kemalist statükonun, devlet mekanizmasının hala laikliği temel alması bulunur. "Burası laik bir devlet" çıkışı İslam ile Türklüğün ontolojik özdeşliğini kanıtlarken, en son bir karikatür dergisinin Hz. Muhammed'i "surete büründürme" cüreti göstermesinde de tehdit ve sopa olarak kullanılabilmektedir.

İslam'ı bütünüyle laikleştirmeye, Türkiye'deki İslami düşünceyi gevşek bir külte indirgemeye, heterodoks hümanizm ile Batıni içselliğin seküler yorumuna, kültürel Müslümanlığa, banal muhafazakarlığa yerleştirmeye çalışanlar aslında Cumhuriyetin erken dönemindeki Türk Müslümanlığı yaklaşımlarından da beslenir. Hanefi-Maturidi geleneğin "ibadetlerini yerine getirmeyenin kafir olmadığı, imanını muhafaza ettiği fakat büyük günaha girdiği" yorumu bu yumuşak, mezhebi geniş, heterodoks din yorumuyla hiç alakası olmamasına rağmen kullanılır.

Halbuki 1071 sonrası Anadolu'da şekillenen İslam "Müslümanlığın yaşanarak gösterilen", "hayatı ve dünyevi tüm sahaları anlamlandıran" din olduğu gerçeğine dayanır. Haçlı-Batıni-Heterodoks unsurları etkisizleştirerek kurulan İslam-Türk-ehli sünnet-gaza-İslami düzen Nomosumodernleşme, laikleşme hareketlerine kadar bu topraklarda bir büyük İmparatorluk, millet teşekkül ettirmiştir.

"İslam'a lakayt" bakan güya Anadolu Müslümanlığını idealize edenlerin aksine İslam, umdeleriyle, ibadetleriyle, hukuktan eğitime, ekonomiden devlet idaresine hayatı sevk ve idare etme teori-pratiğine sahiptir.

Gaza olmadan, Şeriat yani düzen olmadan, emri bil maruf nehyi anil münker metodu kullanılmadan, ibadetsiz Türk de Müslüman da İslam da olmaz.

Türkiye'nin Ruhu İslam, marazi entegrizmlere, her tür etnik ve farklı inançların İslam ile sentezlenmesine müsaade etmez. Aynı şekilde Türk de bir kendilik, İslami özcülük, İslami Nomos'un getirdiği saflık barındırır.

Türk'üm demek yetmez!

Etnik iddialarını İslamcılık içinde gösterenlerle İslam'ı sadece vicdanlarda gören milliyetçi-ulusalcı-vatanperverler bu toprakların gerçeklerine karşı durarak varolma kavgası verdiler.

İslamperverler büyük oranda Türkiye merkezli düşünmeye geçerken İslamsız vatanperverler hala İslam'ı laik-heterodoks-araçsal-can simidi-batıni görmeyi sürdürüyorlar.

Neoliberal ve küreselleşme döneminde Türk kelimesine mesafeli davranılması sendromunu atlatamayanlar, günümüzde birinin kendisine "Türküm" demesini yeterli görür... Türklüğe-Türkiye'ye ne kattığını, içeriğini nasıl oluşturduğunu, hangi inşa faaliyetine eşlik ettiğini sorgulamadan.

Bu yüzeysel-slogancı-ezberci-kariyerist tiplerin İslam'dan da,Türk'ten de anladıkları Tansu Çiller gibi bayrak-vatan-ezan üçlüsünü aralıksız ve yüksek sesle söylemekten ibaret... bu görevi yerine getiren herkes her tür gayrı meşru faaliyete de hak kazanır!

İslamsız vatanperverlerin, "Anadolu çocukları" ile başlayan, bu toprakların evlatları ile devam eden "Türkiye'nin din devleti olmasına müsaade etmeyiz" ile nihayete eren laik hamasetleri sosyolojik sekülerleşmeye karşın tarihselleşmeye mahkum.

Türkiye eğer varlığını devam ettirecek, İslam aleminin önüne düşüp Ümmet'i teşekkül ettirip, kapitalist dünya sistemini geriletecek, doğal siyasi kimliği İmparatorluk ile yeniden Pax Turcica'yı inşa edecekse bu İslamsız vatanperverlikle değil sahih İslam anlayışı, sahici Müslümanlık ile mümkündür.