İslâm sadece Doğu’nun bir parçası değildir

Murat Güzel / Yazar
16.07.2016

İbrahim Kalın, “Ben, Öteki ve Ötesi” başlıklı eserinde İslâm ve Batı toplumlarının birbirleriyle temas ettikleri yer ve zamanlara yoğunlaşarak bu etkileşimden ortaya çıkan sonuçları anlamlı bir çerçeve içinde yorumluyor.


İslâm sadece Doğu’nun bir parçası değildir

İslam ve Batı toplumları arasındaki tarihsel ilişkiler matrisi, özellikle 9 Eylül 2001’de yaşanan İkiz Kule saldırıları sonrası yaşanan işgal ve çatışmalar sonrası her iki tarafça da birbirlerine karşı beslenen “nefret” ekseninde yapılanmış görünüyor. Aslında bu toplumlar arasındaki ilişkilerin çok katmanlı ve çok boyutlu bir tarihe sahip olduğu düşünülebilir.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, Ben, Öteki ve Ötesi başlıklı eserinde hem İslâm ve Batı toplumlarının birbirleriyle temas ettikleri yer ve zamanlara yoğunlaşarak bu etkileşimden ortaya çıkan sonuçları anlamlı bir çerçeve içinde yorumluyor hem de ben ile öteki arasındaki ilişkileri, kırılmaları ve gerilim alanlarını İslam ve Batı toplumlarının tarihsel etkileşimi çerçevesinde anlamaya gayret ediyor.

Ontolojik çerçevede ben ile öteki arasındaki ayrımdan kurtulmanın imkansız olduğunu ifade eden Kalın, buna rağmen, bu ayrımı mutlaklaştırmanın ve böylelikle sonsuz ve sınırsız bir biçimde düşman üretmenin de gerekmediğini belirtiyor.

Süreç analizi

Kalın’ın yaklaşımı geçmişi ne tamamen soğuk ve sevimsiz bir çatışmalar ve yıkımlar tarihine indirgiyor ne de romantize ederek köksüz ve kimliksiz bir liberal ütopyanın aracı haline dönüştürüyor. Tarihsel akışın ana süreçlerini tespit etmeye çalışırken standart eğilimlerin ötesine geçerek genellikle göz ardı edilen detay ve nüansları ele alan Kalın, böylelikle gerek mutlakiyetçi ve çatışmacı yaklaşımları gerekse geçişken ve çoğulcu tecrübeleri önemseyen yaklaşımlara karşı aktif sayabileceğimiz bir mesafe kazanıyor. Kalın, bu uçlar arasında bir sarkaç gibi gidip gelen İslâm-Batı ilişkileri tarihini bir yerde ve bir noktada sabitlemek ve dondurmak yerine, ‘süreç analizi’ yapıyor ve olayları, insanları ve mekânları bu akmakta olan tarihin dinamik unsurları olarak ele alıyor. Kalın’a göre “Tarih bizden tamamen bağımsız, ölü bir kronolojiler yığını olmadığı gibi, bütünüyle keyfî değerlendirmelerimize ve ihtiyaçlarımıza göre şekil alan bir bukalemun da değildir. Hakikat, bu ikisinin arasında bir yerde bulunuyor. İslâm-Batı ilişkileri tarihinde ötekileştirme ve mutlak kötüleştirme tavırları kadar, etkileşim ve işbirliği dönemleri de dikkate alınmalıdır.” Kalın, ötekileştirmenin ne tamamen Batı toplumlarına ne de tamamen İslam toplumlarına özgülenebileceğine dikkat çekiyor. Her iki ötekileştirme tarzının da tarih içinde geçirdiği değişiklikler kadar taşıdığı süreklilikleri de ele alan Kalın, modernite öncesinde Müslüman düşünürlerin dünyayı anlamlandırmak için Doğu-Batı kategorilerine itibar etmeksizin dünyaya bir bütün olarak baktıklarını, modern dönemde de Cemâleddîn Afgânî’den Muhammed Abduh’a, Mehmed Akif Ersoy’dan Said Halim Paşa’ya, Muhammed İkbal’den Bediüzzaman Said Nursî’ye pek çok düşünür açıktan ya da dolaylı olarak İslâm’ın ve Müslümanların sadece ‘Doğu’nun bir parçası olarak görülmesine karşı çıktıklarını vurguluyor.

İhvan’ın strateji ve hataları

Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) hareketinin Mısır’da 1928’de ortaya çıkışından itibaren ana akım siyasete dahil oluşunun evrimini inceleyen Allison Pargeter kitabında hareketin amaç ve stratejilerini analiz ediyor. Pargeter, İhvan’ın neden Arap Baharı öncesinde atalete düşerek geleneklerinin ötesine geçemediğini ya da anlamlı bir şekilde reform gerçekleştirmeyi başaramadığını değerlendiriyor. Aynı zamanda hareketin Arap Baharı’na nasıl tepki verdiğini ve Mısır örneğinde iktidara nasıl yöneldiğini tahlil ediyor. Ulusal ve uluslararası meseleler arasında Kahire’deki ana merkez ile ulusötesi hareketin geri kalanı arasında kurulan ilişkiyle ifade edilen karmaşık dinamiklere de göz atıyor.

Müslüman Kardeşler, Allison Pargeter, çev. Semih Çelik, Ayrıntı, 2016

Stoacı ahlakın paradoksları

Stoacıların Paradoksları adıyla Latinceden Türkçeye aktarılan kitabında Marcus Tullius Cicero, tarih boyunca insanların farklı anlamlar yüklediği, fakat hiçbir zaman üzerinde uzlaşmaya varamadığı, onur (honestia), erdem (virtus), mutluluk (beatitudo), eşitlik (aequitas), özgürlük (libertas), bilgelik (sapientia) ve zenginlik (divitiae) gibi kavramları ele alıyor. Cicero, Stoacıların felsefe okullarında tartıştıkları bu kavramları halkın anlayabileceği sade bir dille tartışmaya açmayı amaçlayarak Stoacıların “Erdem mutluluk için yeterlidir. Birinde erdem varsa, o mutlu bir yaşam sürmek için her şeye sahip demektir” gibi sav sözlerinde gözlemlediği temel paradoksları çözümlüyor.

Stoacıların Paradoksları, Cicero, çev. C. Keyinci-S. Kalaycıoğulları, İmge, 2016

[email protected]