İsrail istisnacılığı ve sıradanlaşan saldırganlık

Doç. Dr. M.Hüseyin Mercan/ Marmara Üniversitesi
8.11.2023

Dünyanın gözü önünde gerçekleşen hukuk ihlallerine rağmen başka örneklerde erken ya da geç- Irak, Bosna Hersek, Kosova, Afganistan, Libya vb. müdahale etmekten geri durmayan ana akım Batılı aktörler, İsrail konusunda müdahale seçeneğini masaya hiç getirmemekte ya da süreci yavaşlatmaktadır. Bu durum İsrail'in küresel siyasetteki serbestliğini artırmakta ve İsrail istisnacılığı olarak adlandırmamız gereken, her türlü kuralı ihlal etmesine rağmen yaptıkları karşısında bir sorumluluk üstlenmeyen devlet gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.


İsrail istisnacılığı ve sıradanlaşan saldırganlık

Siyaset bilimi literatüründe "Amerikan istisnacılığı" ve "Arap istisnacılığı" bilinen ve çeşitli siyasal gelişmeleri açıklamak için referans verilen kavramlardır. ABD'nin küresel siyasette istisnai pozisyonu, kuruluşundan itibaren ana felsefesi şeklinde tanımlanan demokrasi, özgürlük, eşitlik üzerine bina edilen bir üstünlük üzerinden şekillenegelmiştir. Arap istisnacılığı ise tüm dünyada demokratikleşme dalgası etkisini gösterirken ve otoriter rejimler dönüşüm yaşarken bu durumun Arap dünyasını neden etkilemediği ve otoriter yönetimlerin varlığını nasıl devam ettirdiği konusunda açıklayıcı bir çerçeve sunmaktadır. Her ne kadar 2011'in ilk aylarında Arap dünyasında görülen halk ayaklanmaları sonucunda meydana gelen devrimlerle Arap rejimlerinin de demokratikleşebileceğine dair bir algı oluşsa da sonraki yıllarda tezahür eden gelişmeler otoriter statükoya dönülmesini beraberinde getirmiştir.

ABD'nin siyasal ve felsefi mutlak üstünlüğüne atıfla olumlu bir anlam yüklenen istisnailik Arap dünyası ise kurumsallaşmış demokrasilerin bölgedeki otoriter rejimlerin iktidarda kalmalarına yönelik yaklaşımlarından ötürü küresel siyasette ciddi bir sorunsala dönüşmemiştir. Bununla birlikte uluslararası düzenin temel çerçevesini büyük oranda ihlal etmesine rağmen izlediği saldırgan ve genişlemeci siyasete müsamaha gösterilen İsrail'in küresel siyasetteki istisnailiğinin gerekçelerinin derinlemesine ele alınması gerekmektedir. İsrail istisnacılığını uluslararası hukuka ve başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşların kararlarına aykırı davranmasına ve işgal siyasetinin sınırlarını genişletmek için sivilleri katletmekten imtina etmemesine rağmen uluslararası toplum ve aktörlerin işgal devletine karşı hiçbir caydırıcı müeyyideyi uygulamaya koyamaması şeklinde tanımlamak yerinde olacaktır.

Kanıksatma siyaseti ve İsrail saldırganlığının sınırsızlığı

İsrail- Filistin çatışmasının tarihsel bağlamı dikkate alındığında Siyonist yönetimin uluslararası arenada izlediği siyaseti en iyi açıklayan kavram kanıksatmadır. Uzun yıllar boyunca işgali genişletme stratejisinden asla vazgeçmeyen İsrail, meydana getirdiği fiili durumları kimi zaman hukuki bir statüye dönüştürmeyi başararak elini güçlendirmiş kimi zaman da ABD başta olmak üzere Batı dünyasından aldığı açık destekle geri adım atmaksızın yoluna devam etmiştir. Uluslararası toplum tarafından ara ara İsrail'in "insanlığa karşı suçlar" kapsamına giren saldırılarına yükseltilen sesler karşısında ise Tel Aviv yönetimi bildiğini okumaktan vazgeçmeyerek benimsediği siyasal çerçeveyi tavizsiz bir şekilde uygulamaya koymaktan geri durmamıştır.

Tel Aviv yönetiminin genişlemeci işgal siyasetinde attığı radikal adımların karşısında oluşan görece tepkiye kayıtsız kalmıyormuş gibi gözükmek adına görece rücu eder bir görünüm çizmesi karşısında uluslararası toplumun duyduğu memnuniyet İsrail'in kanıksatma siyasetinin ilk aşamasını oluşturmaktadır. Siyonist yönetime baskı yaparak önüne bir set çekildiği algısı başta Müslüman dünya olmak üzere birçok uluslararası aktörde memnuniyetle karşılanan bir duruma dönüşürken aslında meydana gelen şey İsrail'in bir sonraki hamlesini gerçekleştirene kadar oluşturduğu bir illüzyon halinden başka bir şey değildir. Nitekim bir süre sonra yeni bir radikal adımla ilk aşamanın daha ötesine gitmeyi başaran işgal yönetimi, yine oluşan tepki ortamında görece bazı geri dönüş sinyalleriyle bir yandan uluslararası topluma iyi niyet mesajları verirken diğer yandan ise stratejisini daha da muhkem kılmaktadır. Bunu bir örnekle açmak gerekirse İsrail, A noktasından kendisine hedef olarak belirlediği C noktasına sert bir hamle yaparak ilerlemektedir. Ardından yükselen görece tepkilere olumlu karşılık veriyormuş gibi görünerek B noktasına dönen Siyonist yönetim, böylece uluslararası toplumu dinliyor havası oluşturmaktadır. Bir süre sonra B noktasından benzer bir sert hamleyle D noktasına ilerleyen İsrail, yine oluşan tepkiler karşısında geri adım atmış algısı oluşturarak C noktasına dönmektedir. Böylece başta belirlenen C noktasına Tel Aviv yönetimi kademeli olarak ulaşmaktadır. Bu sürecin İsrail'in işgal siyasetinde defalarca tekrar ettiği bilinmektedir. Bölgesel ve küresel aktörlerin atılan geri adımlar nedeniyle her seferinde yanıldığı bu durum İsrail'in başarılı şekilde uyguladığı kanıksatma siyasetinin yol açtığı bir akıl tutulmasına sebep olmaktadır. Bu yolla İsrail, sistematik baskı araçlarıyla işgal ettiği Filistin topraklarında etkisini günden güne artırarak fiili durumu herkes tarafından kabul edilmesi gereken bir gerçekliğe dönüştürmeye çalışmaktadır.

7 Ekim tarihinde Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından başlatılan Aksa Tufanı Operasyonu, Siyonist yönetimin uzun yıllar zarfında inşa ettiği algıları yıkması ve kanıksatma siyaseti sonucunda ulaştığı yıkıcı durumun etkilerinin tüm dünya tarafından görülmeye başlaması bakımından oldukça önemli bir dönüm noktasıdır. İsrail'in dengesini sarsan bu beklenmedik operasyon, Filistin'de I. İntifada'dan sonra direnişin felsefesine dair meydana gelen en önemli kırılma olduğu gibi aynı zamanda İsrail saldırganlığının sınır tanımadığını da tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir. Bugüne kadar söylemsel üstünlük yoluyla kendisini meşrulaştırmaya çalışan Siyonist yönetim, Kassam direnişçilerinin kararlı duruşu ve verdirdikleri zayiat karşısında yaşadıkları şok nedeniyle saldırılarının şiddetini anbean artırarak tüm dünyanın önünde bir soykırım gerçekleştirmektedirler. Tam da bu noktada sorulması gereken ve İsrail istisnacılığını açık bir şekilde gösteren husus uluslararası toplumun Tel Aviv yönetimine karşı niçin fiziki müdahale seçeneği de dahil olmak üzere yaptırımları devreye alamadığı ve özellikle de Batılı kurumsallaşmış demokrasilerin Siyonist yönetimin saldırılarını meşru gördükleridir.

İsrail istisnacılığının nedenleri

Aksa Tufanı sonrasında işgal devletinin Gazze'de yaptığı katliamların derecesi Filistin topraklarında İsrail eliyle yapılan zulmün ne kadar sıradanlaştığının en önemli göstergesidir. İsrail istisnacılığının en önemli yansıması olan bu durum, işgal devletinin uluslararası sistemde istisnai konumunu pekiştirme sürecinde hangi saiklerden motivasyon aldığıyla doğrudan ilişkilidir. Bu çerçevede temel üç başlık üzerinden İsrail istisnacılığının oluşumunu ele almak yerinde olacaktır.

Siyonist yönetimin, Gazze'de yaptığı soykırıma yönelik İsrail yanlısı tutumu nedeniyle en çok eleştirilen odakların başında ana akım Avrupalı güçler gelmektedir. Theodor Herzl "Yahudi Devleti" eserinde kendilerine imkân verildiğinde bu kurulacak devletin medeni ve barbar dünya arasında bir köprü vazifesi üstleneceğini ifade etmektedir. Bu husus Avrupalı geleneksel kolonyal güçlerin İsrail'in kuruluşunda oynadığı rolün bağlamının anlaşılması bakımından önemli olduğu gibi bugün de Avrupa'nın İsrail yanlısı tavrına ışık tutmaktadır. İngiltere ve Almanya'nın doğrudan destek verdiği Fransa, Hollanda ve İtalya'nın ise daha düşük tonda ama İsrail yanlısı bir tutum içinde olduğu 7 Ekim'den bu yana gözlemlenmektedir. Özgürlük, insan hakları, demokrasi ve uluslararası hukuk konularında aşırı hassasiyet gösteren bu devletlerin Filistin ve özellikle de Gazze bağlamında tam tersi bir pozisyon üstlenmeleri geleneksel Holocaust anlatısının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Yahudilere borcunu bir türlü ödeyemeyen Avrupalı devletler -büyük ihtimalle de asla ödeyemeyecek- Filistin konusundaki bütün hayati meselelerde bir duyarsızlık göstermekte ve İsrail istisnacılığının oluşumunda başlıca meşrulaştırıcı rolü üstlenmektedir.

İsrail istisnacılığında kolaylaştırıcı bir başka faktör ise Arap dünyasındaki otoriter rejimlerin varlıklarını devam ettirmek için verdikleri tavizlerdir. Yönetimlerin ana karakterinin toplumların talep ve beklentilerinden farklı oluşu, ancak ABD ve diğer Batılı aktörlerin destekleri sayesinde statükoyu devam ettirebilmelerini zorunlu kılmaktadır. Muhalif yapıları özellikle de İslami hareketleri rejimlerin varlığına tehdit olarak algılamalarından ötürü en sert şekilde baskılayan ve ortadan kaldırmaya çalışan bu rejimler bir taraftan da toplumsal meşruiyet sağlayabilmek adına Filistin meselesini seviyeli bir destekle araçsallaştırmaktadırlar. Söylem üzerinden yürütülen bu strateji Arap rejimlerinin İsrail'e karşı aksiyon almalarını engellemektedir. Rejimlerin çıkarını önceleyen bu anlayış, İsrail'e ciddi bir manevra alanı sağladığı gibi saldırgan ve genişlemeci tutumunun Araplar nezdinde de normalleşmesini doğurmaktadır. Gerekli siyasi iradenin Arap rejimleri kadar diğer Müslüman ülkelerden de yeterli düzeyde ortaya konmaması, İsrail'in istisnai pozisyonunun güçlenmesine ciddi olanak tanımaktadır.

İsrail istisnacılığının ortaya çıkışında üçüncü ve önemli bağlam ise ABD'nin Siyonist yönetime verdiği sınırsız destektir. ABD siyasetinde ve ekonomik sisteminde Yahudi lobilerinin etkisi göz ardı edilemez bir husustur. Siyonist ideallere hizmet eden bu yapıların Amerikan müesses nizamını domine etmesi, Filistin topraklarında on yıllardır yaşanan dramın derinleşmesinde büyük role sahiptir. Yahudi lobilerinin oluşturduğu nüfuz, ABD başkanlarını da baskı altına almakta ve politika yapım süreçlerinde Filistin'den ziyade İsrail yanlısı bir tavrın alınmasını beraberinde getirmektedir. Ayrıca Yahudi lobileri kadar Hristiyan Siyonistlerin de Amerikan siyasal sistemindeki belirleyici rolü göz ardı edilmemelidir. ABD Başkanı Joe Biden'ın 7 Ekim'den bu yana İsrail'in tüm saldırılarını meşru gösterme çabası ve çeşitli dönemlerde tekrarladığı "Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yok" sözü, İsrail'in vurdumduymaz tavrının yerleşik hale gelmesinde ABD'deki kimi Hristiyan siyasal elitlerin Siyonizm ile kurduğu derin ilişkinin dışavurumudur. Hristiyan Siyonistlerin de Yahudi Siyonistler gibi benzer bir eskatolojik yaklaşım ve beklentiyle dünya düzeni tasavvuru geliştirmeleri, Gazze'deki soykırıma ABD'nin kurucu felsefesine ters düşmesine rağmen İsrail lehine tutum takınılmasını zorunlu kılmaktadır. Artan kaos ve katliamlardan beslenen bir zihniyetin, dini metinlere son dönemlerde verdiği atıflar, Gazze'ye saldırıların amacının sadece Hamas bağlamında değerlendirilmemesi gerektiğinin önemli bir kanıtıdır. Bu minvalde Yahudi lobilerinin ve onlarla hareket eden Protestan unsurların küresel siyasetteki hegemonik konumlarından da güç alarak İsrail istisnacılığını uluslararası hukuk ve normlar önünde sorgulanamaz ve dokunulmaz bir forma dönüştürdükleri görülmektedir.

Birleşmiş Milletler bünyesinde bugüne kadar İsrail'in işgal politikasına son vermesi ve Filistinlilerin temel haklarından yararlanması için alınan kararlara ve uluslararası arenada çatışmanın sona ermesine dair inisiyatiflere rağmen işgal Tel Aviv yönetimi ciddi baskı ve müeyyidelere maruz kalmayacağını bildiğinden temel stratejisinden ödün vermemeye devam etmektedir. Tüm dünyanın gözünün önünde gerçekleşen hukuk ihlallerine rağmen başka örneklerde erken ya da geç- Irak, Bosna Hersek, Kosova, Afganistan, Libya vb- müdahale etmekten geri durmayan ana akım Batılı aktörler, İsrail konusunda müdahale ya da yaptırım seçeneğini masaya hiç getirmemekte ve diğer siyasi, hukuki ya da diplomatik baskı araçlarının hayata geçirilmesini de mümkün mertebe engellemekte ya da süreci tam manasıyla yavaşlatmaktadır. Tüm bunlar İsrail'in küresel siyasetteki serbestliğini artırmakta ve İsrail istisnacılığı olarak adlandırmamız gereken her türlü kuralı ihlal etmesine rağmen yaptıkları karşısında bir sorumluluk üstlenmeyen devlet gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.