İsrail krizi ucuz atlattı

Doç. Dr. Hasan Kösebalaban / İstanbul Şehir Üniversitesi
30.03.2013

İki ülke ilişkileri artık normalleşme seyrine girecekse, Başbakan Erdoğan Gazze’yle birlikte Kudüs ve Ramallah’ı da ziyaret etmeli. İsrail’le normalleşme Filistin sorununun bir bütün olarak çözümüne yönelik bir adım olarak kullanılabilirse bundan bütün taraflar kazançlı çıkacaktır.


İsrail krizi ucuz atlattı

Türkiye ile İsrail arasında son yıllarda giderek tırmanan gerginlik Mavi Marmara olayından sonra zirve noktasına ulaşmıştı. Türkiye İsrail’le ilişkileri normalleştirmek için üç şart ileri sürmüş, aradan geçen üç yıl boyunca İsrail bu şartları yerine getirmek için adım atmamıştı. Ancak bir süredir iki ülke arasında müzakerelerin sürdüğü ve uygun bir fırsatın arandığı biliniyor. Nihayet beklenen fırsatı ABD Başkanı Barack Obama’nın İsrail ziyareti sağladı. Böylece verdiği sözlere rağmen Filistin konusunda hiçbir adım atamamış olan ABD Başkanı elinde somut bir başarıyla ülkesine geri dönmüş oldu.

Bölgede başta Suriye olmak üzere çok önemli gelişmeler olurken Türkiye’yle uzun süreli bir kriz yönetmenin İsrail açısından artık daha fazla sürdürülebilir olmadığı ortada. Arap Baharı süreci, özellikle Mısır’da yaşanan yönetim değişikliği, Suriye’de yaşanan savaş ortamı ve sürecin ardından Ürdün’e sıçrayacak olma ihtimali İsrail’i korkutuyor. Ürdün Kralı Abdullah’ın deyimiyle Orta Doğu’da bir Müslüman Kardeşler hilali oluşuyor ve bu hilal İsrail’in etrafını sarıyor. Artık bölgede halklarını hesaba katmak zorunda olmayan ve esasen İsrail çıkarlarına hizmet eden diktatörlerin yerine halkın içinden gelen ve dolayısıyla halkın duygularına tercüman olan yönetimlerin almaya başlaması İsrail için olumsuz gelişmeler.

‘One minute’ kazandı!

Son on yıllık süreçte Türkiye’nin kendi iç siyasi ve ekonomik istikrarını sağlayarak düzen kurucu bir aktör olarak bölgeye girmesi İsrail’le bir kriz yaşanmasını kaçınılmaz hale getirmişti. Ayrıca Filistin meselesi ve İsrail saldırganlıkları karşısında demokratik bir Müslüman ülkenin kayıtsız kalması mümkün değildi. Geçmişten farklı olarak Türkiye ikili ilişkilerde yaşanan kriz nedeniyle ne Avrupa’dan ne de Amerika’dan ciddi bir baskı görüyordu ve bu durum giderek artan gücünün bir tesciliydi. Türkiye İsrail’le yaşadığı krizden de istifade ederek kendisine Orta Doğu’da yumuşak gücünü yayacağı geniş bir alan buldu.

Özellikle Arap Baharı sürecinde gelişmeleri seyreden değil, bizzat yönlendiren aktör konumuna yükseldi. Kuşkusuz Türkiye’nin bölgede yıldızının parlamasında ve nüfuzunun artmasında büyük ölçüde İsrail’e mesafeli durmasının etkili olduğu inkar edilemez. One Minute gibi çıkışlar Türkiye’nin ve liderlerinin bölgedeki karizmasını yükseltiyordu. Ancak Mavi Marmara hadisesi hükümetin o zamana kadar kontrollü bir şekilde idare ettiği gerilimi bir anda kendi kontrolünden çıktığı ve gerçek güç kapasitesinin gereksiz biçimde sınandığı bir noktaya taşımış oldu.

Dokuz sivil vatandaşımızın hayatını kaybettiği cüretkar saldırıdan sonra İsrail’e bir hesap ödettirilmesi gerekiyordu, ancak bunun ne uluslararası hukuk ne de kas kuvvetiyle mümkün olduğu ortadaydı. Bu nedenle Türkiye İsrail’le ilişkilerini minimize ederek Soğuk Savaş’ı tercih etmek zorunda kaldı. İlişkileri tekrar eski rayına oturtmak için üç şart ileri sürüldü: Özür, tazminat ve ablukanın kaldırılması. Bunlar hiç kuşkusuz İsrail için zor ama karşılanması imkansız şartlar değildi. İsrail şartları kabul etmek konusunda üç yıl direndi ve sonunda özür dileyerek ve tazminat konusunu müzakere etmeyi kabul ederek ikili ilişkilerin yeniden normalleşmesinin önünü açmış oldu. Abluka konusunda ise muğlaklık sürüyor.

İmaj: Küresel süpergüçlerden aldığı destekle bölgenin en önemli aktörlerinden biri olan İsrail’in Türkiye önünde diz çöktüğü görüntüsü ortaya çıkmış oldu. Bu görüntü özellikle Suriye kriziyle yorulan dış politika yapımcılarına moral verdi. Türkiye bölgenin oyun kurucu aktörü olduğu imajını pekiştirmiş oldu.

Suriye konusunda istihbarat işbirliği: Bir süredir Suriye’nin geleceğinin şekillendirilmesinde, İsrail ile kurulacak diyaloğun kritik öneme sahip olduğu görülüyordu. Aslında Ankara hem Şam’ı hem de Tel Aviv’I aynı anda karşısına almanın yükünü tek başına taşıyamıyordu. Türkiye açısından İsrail’le yaşanılan kriz Esad rejimi ile yakın ilişkiler kurulduğu bir zamanda sürdürülebilirdi. Bir başka deyişle, Türkiye Arap Baharı süreci öncesinde Batı’dan bağımsız bir “merkez güç” yaklaşımıyla hareket ederken, İran ve Suriye ile yakınlaşmıştı. Ancak Arap Baharı ve Suriye krizinin başlamasıyla Türkiye yeniden klasik konumuna, Batı ittifakı şemsiye altında hareket eden bir “bölgesel güç” olma konuma geri dönmüş oldu. Bu çerçevede İran ve Suriye ile ilişkiler gerginleşirken, Batı ittifakının köklü bir parçası olan İsrail’le yaşanan kriz Türkiye’yi yalnız bırakıyordu. İsrail’in Esad rejimine verdiği üstü örtülü destek nedeniyle Batı ve özellikle ABD’den Suriye muhalefetini neticeye ulaştıracak kritikdestek gelmedi.

İsrail ne kazandı, ne kaybetti?

Filistin ve Arap Kamuoyu: Türkiye’nin İsrail’le yeniden yakınlaşması, kendisine direniş cephesi adını veren İran-Suriye-Hizbullah ittifakına karşı elini zayıflatacaktır. İsrail’le yaşanan kriz nedeniyle Filistin davasının sözcülüğünü İran’ın elinden alan Türkiye İsrail’in özrünü kabul ederek bu rolünden vazgeçmek zorunda kalabilir. Artık İsrail’le sağlanacak yakınlaşmanın derecesine bağlı olarak Hamas’ı bu cephenin dışına çıkarma çabalarının akamete uğrama riski artmış oldu. Eğer İsrail’le ilişkiler bir bütün olarak Filistin konusunda herhangi bir ilerleme olmaksızın normalleşecekse bunun getireceği “yumuşak güç” kaybı Türkiye’nin son yıllardaki kazanımlarını geri çevirebilir.

Netanyahu’nun da söylediği gibi İsrail’in özür dilemesinin en önemli nedeni Suriye konusunda Türkiye’yle işbirliği içinde olmak. Suriye’nin üniter özelliğinin korunarak iç savaş ortamından çıkması ve ardından kurulacak yönetimin niteliğinin belirlenmesi için Türkiye’yle yakın işbirliği içinde olması gerekiyor. Sadece Suriye değil bir bütün olarak Arap Baharı süreci ve buna paralel olarak ABD’nin tedricen bölgeden kendisini geri çekme ihtimali İsrail’in yalnızlığını artırıyor. Yeni bölgesel ortamda İsrail’in Türkiye’ye her açıdan çok fazla ihtiyacı var.

Özür ve özellikle tazminat Türkiye’nin taleplerinin İsrail açısından karşılanması en kolay olanlarıydı. Ancak özrün İsrail Başbakan’ı tarafından sözlü ya da yazılı olarak doğrudan kamuoyuna değil de Başbakan Erdoğan’a telefon görüşmesi sırasında bildirilmiş olması İsrail’in prestij kaybını en aza indiren bir yöntem olarak seçilmişe benziyor. Türkiye’nin şartları arasında İsrail’in saldırının sorumlularını bulup cezalandırması gibi bir madde olmadığı için dilenen özrün herhangi bir yaptırımı olmayacak. Açık denizde girişilen ve silahsız sivil eylemcilerin hayatını kaybettiği planlı bir saldırıdan dolayı hiçbir İsrail’li ulusal ya da uluslararası mahkemeler karşısında hesap vermiş değil.

Türkiye’nin üçüncü talebi olan ablukanın kaldırılması konusunun ise zamana bırakılacağı anlaşılıyor. Zaten İsrail’in yapmaya söz verdiği şey ablukayı kaldırmak değil, kendi sınırlarından Gazze’ye geçmesine izin verdiği ürün listesini genişletmek. Gazze’ye denizden ulaşım yine İsrail’in kontrolünde ve iznine tabi olacak. Diğer yanda Gazze’ye uygulanan abluka Mısır’daki yönetim değişikliği ile sınır kapısının açılması sayesinde zaten fiilen büyük ölçüde anlamsız hale gelmiş durumda. İsrail’in ablukayı devam ettirse bile istenilen her türlü şey Mısır üzerinden rahatlıkla taşınabiliyor. İsrail ablukayı devam ettirerek Arap tüccar ve kaçakcıları zengin ediyordu; ablukanın yumuşaması kendi tüccarlarını memnun edecektir.

Normalleşme için çözüm şart

Bununla birlikte Gazze, Filistin sorununun sadece bir parçası. Dikkatlerin sorunun merkezi olan Kudüs’ten uzaklaşıp Gazze’ye yoğunlaşmasının İsrail’in işine bile geldiği söylenebilir. İsrail sürekli olarak yeni yerleşim merkezleriyle Batı Şeria’nın altını oymaya devam ediyor. İsrail hükümetinin Filistin’in devlet statüsünün BM’de tanınmasına tepki olarak onayladığı E1 adlı yeni illegal yerleşim merkezi planı gerçekleştiğinde, illegal Yahudi yerleşim merkezi Maale Adumim ile Kudüs’ün arasını doldurarak Doğu Kudüs’ü Filistin topraklarından tamamen koparmış olacak.

Şayet iki ülke ilişkileri artık normalleşme seyrine girecekse, Başbakan Erdoğan Gazze’yle birlikte Kudüs’e ve Ramallah’ı da ziyaret etmeli. İsrail’le normalleşme Filistin sorununun bir bütün olarak çözümüne yönelik bir adım olarak kullanılabilirse elbette bundan bütün taraflar kazançlı çıkacaktır. Oysa İsrail Filistin meselesinin çözümü doğrultusunda herhangi bir adım atmadan, aksine Batı Şeria’da yeni yerleşim planlarıyla krizi daha da tırmandıracak adımlar atarken, Türkiye’yle ilişkilerini normalleştirmenin peşinde. İsrail’in Türkiye karşısında özür dilemesi kuşkusuz Türkiye için çdk önemli bir kazanım. Ancak realpolitik açıdan krizi masrafsız atlatan tarafın İsrail olduğu da son derece açık.

[email protected]