İsrail terörü, Hamas ve enerji koridoru meselesi

Sosyolog Adem Palabıyık/Bitlis Eren Üniversitesi
31.10.2023

Gazze'nin ortadan kalkması demek sahil boyunca kurulacak hegemonyanın inşa edilmesi demek. İspanya'nın itirazı da burada anlamlı hale geliyor. Çünkü Akdeniz ülkesi olan İspanya'ya, Avrupa devleti olmayan iki devletin (ABD ve İsrail) enerjiye el koyması rasyonel gelmiyor.


İsrail terörü, Hamas ve enerji koridoru meselesi

İsrail, hiçbir ayrım gözetmeden öldürmeye devam ediyor. İsrail, terör örgütlerinin yaptığından farklı bir şey yapmıyor, çocuk, bebek, kadın, yaşlı veya engelli demeden herkesi öldürüyor. Yıllar sonra İsrail'in yaptığı katliam, Nazi'lerin Yahudilere karşı işlediği suçlar gibi uluslararası mahkemelerde yargılanacaktır. İsrail'in insani tavırdan yoksun olan savaş anlayışı karşısında Hamas'ın neden bu çatışmayı savaşa dönüştürdüğünü anlamakta güçlük çekenlerin olduğunu görmek ise oldukça garip geliyor. Çünkü yıllardır zulüm ve işgal altında hayatlarını sürdürmek zorunda kalan Filistin ve Gazze halkının, mevcut ablukaya cevap vermesi kadar doğal bir siyasal denge yok.

Hamas'ın neden İsrail'e saldırdığına geldiğimizde ise karşımıza çok bilinenli bir denklem çıkıyor. Çok bilinenli diyorum çünkü bu sürecin birden fazla sebebi var;

İsrail'in abluka siyaseti

Hamas yıllardır Gazze'nin kapılarının açılmasını istiyor ama Gazze'deki yedi kapıdan sadece biri açık ve bu kapıdan girişler İsrail'in izni ile oluyor. Gazze, Kudüs'ten kopuk olduğu ve arada da İsrail toprağı olduğu için kuşatma altında kalıyor. Bu kuşatmanın kalkması ve insanca yaşam için ihtiyaçların kaldırılması gerekiyor.

Sivil işgal

1950'den itibaren sistematik olarak Kudüs'te Yahudi yerleşimciler hızla artıyor ve bu sivil işgal günden güne meşruiyet kazanıyor. İşgalci yerleşimcilerin bu tavrı maalesef Batı dünyası tarafından da kabul görüyor çünkü İsrail, Batı'yı uluslararası hukuka ikna etmiş görünüyor yada Batı ikna olmak istiyor. Hamas özellikle son yıllarda bunun da farkına vardı ve bu meşruiyetin hukuksuz olduğunu duyurmak istedi. Fakat Hamas'ın siyasal olarak işgal sürecini duyurma çabasının bir karşılığı olmayacaktı, zaten kendisi de bunu biliyordu.

İsrail'in, Arap devletleri ile kurduğu dostluk masaları

Hamas, bölge devletleriyle barış diplomasisi yürüten İsrail'in, Kudüs ve Gazze meselesini unutturacağını fark etti ve en azından Müslüman devletlere, bir Kudüs sorunu olduğunu yeniden hatırlattı. İsrail'in aşırı planı, hem yerleşimcilerin Kudüs işgalinin üstünü örtmek hem de yaşanabilecek bir çatışmada Hamas'ı güç durumda bırakmaktı. Bugünkü çatışma ortamında Hamas'ın, Batı tarafından terör örgütü olarak kabul edilmesi aslında İsrail'in bu girişimlerinin bir sonucudur. Kudüs'ün bu bağlamda Müslüman dünyaya yeniden hatırlatılması ve tarihsel hafızanın yenilmesi gereği, Hamas'ın bu saldırıdaki ateşleyici sebepleri arasında yer aldı.

Hamas artık eski Hamas değildi ve İsrail de eskisi gibi güçlü İsrail olmayacaktı. Küreselleşen bir dünya karşısında Hamas'ın dönüştüğünü görebiliyoruz. Ayrıca Hamas, İsrail'in iç siyasetini de okuyabiliyor, bu sebepten Netantahu'dan memnun olmayan İsrail halkının çoğunlukta olması Hamas'ın elini güçlendiriyor. Şu an İsrail'de Netantahu'ya karşı ciddi bir öfke var ve Hamas bu süreci okumaya devam ediyor. Sadece siyasal taraflılık değil aynı zamanda Hamas küresel siyaseti de okuyabiliyor ve silah envanterini de revize edebiliyor.

Karabağ zaferi

Karabağ zaferi, tüm İslam alemine bayrak açma cesaretini verdi ve sorunların bazen demir yumruk ile çözülebileceğini öğretti. Silah gücünün önemi ile birlikte Türkiye'nin desteğinin önemi de gündeme geldi. Türkiye artık oyun kuran bir aktör ve Batı, ülkemizin, Kudüs meselesini küreselleştirebilecek güce sahip olduğunu anladığı için sürece dahil etmeme çabasında. Karabağ'a gelmeyen ABD'nin veya BM temsilcilerinin, İsrail'de olmasının asıl sebebi de budur. Ama barış sürecine Türkiye'nin dahil olması kaçınılmaz görünüyor. Çünkü özellikle Afganistan sürecinde en net biçimde görüleceği üzere ABD'nin, Müslüman toplumları yalnız bırakması siyasal arenanın yolunun değişmesi için oldukça görünebilir bir manevra sundu. Türkiye'nin NATO görüşmeleri sonrası Arap devletlerine yaptığı ziyaretler de, ABD'nin hegemonik varlığının sorgulanır hale gelmesine sebep oldu. Neticede Türkiyesiz bir AB'nin veya Türkiyesiz bir NATO'nun olması mümkün olmadığı gibi Türkiyesiz bir Ortadoğu politikasının da gerçekleşmesi mümkün değildir. Elbette ki, İsrail ile Hamas arasında başlayan çatışmanın hangi mecralara gidebileceği herkes tarafından tahmin edilebilir. Yeni Ortadoğu planlamasının İsrail'in katil tutumu üzerinden sürdürüleceği açıktır.

Çatışma ile amaçlanan nedir?

Biliyoruz ki ABD'nin Ortadoğu politikalarının merkezinde İsrail var hatta ABD'li siyasilerin "İsrail olmasaydı icat etmek zorunda kalırdık" sözleri de bu tutumunun bir sonucudur. İsrail'in varlığı, ABD için bir alternatif değil zorunlu bir bağlılıktır. Dolayısıyla ABD'nin eylem planlarının hareket alanı İsrail'dir. Fakat ABD bunu yaparken bir taraftan da komşu ülkelerdeki dengeleri İsrail aleyhine dönüştürebilmektedir. Mısır örneği üzerinden ilerlersek ABD'nin darbe habitusunun güncelliğinin hala günümüze kadar gelebildiğini görebiliriz ama bu defa oyunun daha büyük olduğu atılan adımlardan da anlaşılabilmektedir. ABD Dışişleri bakanının "Yahudi olarak buradayım" sözleri yeni bir kimlik çatışmasının kapısını aralayabilir. Bu kimlik politikasının ürettiği düşman oldukça ABD'nin bölgedeki varlığı da asla bitmeyecektir. ABD'nin varlığını meşru kılan devlet ise İran'dır. Danışıklı dövüş gibi İsrail ile İran sürekli çekişme halindedir. Generalleri öldürülmesine rağmen İran, ABD ordusuna hiçbir taarruzda bulunmamış ve adeta köşesine çekilmiştir. İran'da başlayan sokak gösterileri de kısa sürede son bulmuştur. Şimdilerde İran üzerinden aksiyon sahneleri başlatmak ve neredeyse ABD'nin, bölgede oluşunu iyice meşrulaştırmak isteyen bir yapıyı yeniden görüyoruz. Zengezor koridoru sonrası İran'ın çatışmayı körüklemesi de akıllara farklı soru işaretlerinin gelmesine sebep oluyor. İsrail, Biden gelene kadar tansiyonu yüksek tutacağının sinyallerini vermişti ama İran'ın da, İsrail'in ekmeğine yağ süreceği birçok ülke tarafından ön görülmemişti.

İsrail'in oyun bozma planının çok ötesinde hamasete kapılarak Filistin'e saldırdığı açıkken, ABD'nin doğalgaz planı da adım adım işliyor. Türkiye'nin, Libya ile yaptığı anlaşma sonrasında Akdeniz'de yaşanan kilitlenme ancak ikna edilmiş bir Mısır ve Libya ile sağlanabileceği için bir taraftan da ABD'nin Mısır üzerindeki hegemonyası deneniyor. Hegemonyadaki rıza kavramının Mısır ile can bulacağını ümit eden ABD, tüm planlarını Doğu Akdeniz üzerinden gerçekleştireceği İsrail egemenliği üzerine kurmuş görünüyor. Sadece ABD değil aynı zamanda Balfour Deklarasyonu savunucusu olan İngiltere'nin de ilk gelenlerden olması elbette tesadüf değil. Çünkü 1920 ile 1948 arasındaki süreçte İsrail için Filistin topraklarında gardiyanlık yapan İngiltere de, tek çıkarının İsrail olduğunu biliyor. Zaten Başbakan Sunak'ın gelmesinin ardında yatan ana sebep de bu, çünkü İngiltere, İsrail için 30 yıl koruduğu toprakların geleceğini İslam ülkelerine bırakmak istemiyor. Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır denkleminde İsrail'in olması, İngiltere için yönetilebilirlik açısından inanılmaz imtiyazlar sunuyor ve İngiltere'nin bundan vazgeçmeyeceğini İsrail de çok iyi biliyor. Bu farkındalık, "you are not alone"(yalnız değilsiniz) cümlesi ile de sözlü mutabakata dönüştürülüyor. Dolayısıyla çıkarların birleştiği yer İslam karşıtlığı, kimlik ortaklığı ve medeniyet çatışması tezinde birleşiyor.

Elbette Filistin meselesi çok boyutlu ve tek bir hamle üzerinden analiz edilemeyecek bir meseledir ama ontolojik olarak meselenin sadece din boyutlu olmadığını siyaset ve enerji boyutlarının ilk sıralarda yer aldığının bilinmesi gerekiyor.